15 Aralık 2011 Perşembe

Osmanlı'da Ermeni, Türkiye'de PKK sorunu I

Cumhuriyetin 88. Kuruluş yıldönümünde gelin biraz eskilere gidelim. Osmanlının çöküşü ve akabinde Cumhuriyetin ilanı ile bu gün hala içinden çıkamadığımız olayların temeline inelim. Ermeni olaylarına kısaca göz atalım, yakın geçmişteki bazı noktalar günümüze ayna tutması bakımından oldukça önemlidir. Tarihsel serüveni bilmeden hem Ermeni meselesini ve hem de PKK olgusunu kavrayamayız.
Binlerce yıldır iç içe ve sorunsuz bir şekilde yaşamakta olan Türk, Kürt ve Ermeni Halkları bugün nasıl bir birini boğazlama noktasına geldi. Ermenilerin Osmanlıdan talepleri neydi, kimler ve hangi Devletler neyin peşindeydi hatırlamaya çalışalım.
Ermeni olmak 
Nasıl ki Yahudilikte "Yahudi" olabilmek için Yahudi anneden doğmak esas ise, Ermeni olmak ve Ermeni olabilmek içinde salt Hıristiyan olmanın ötesinde Ermeni kilisesine bağlı olmak zorunludur. Bulunduğu koşullar nedeni ile başka bir dine girmiş insanlar ırki olarak Ermeni ise de Ermeni vasfını yitmiş olurlar. Yani Türk olur, Rum ve ya Arap olur. Demek ki Ermeni olmak için Ermeni olmak yetmiyor, Ermeni Kilisesine bağlı olmak gerekiyor.
Küçük bir Krallık olarak bu dağlık coğrafyada yaşamlarını sürdüren Ermeniler Büyük Roma ve İran Sasani imparatorluğunun ortasında hayatiyetlerini devam ettirmekteydiler. Sasani'lerin büyüyüp Emperyal bir Zerdüştlük inancını yaymaya başlaması ve Ermenilere Zerdüştlüğü dayatması sonucu Ermeni Krallığı doğudaki Roma imparatorluğunun dinini benimseyerek M.S 301 yılında Ermeni Kralı vaftiz olarak Hıristiyan inancına girer.
Görüldüğü gibi siyasi bir tercihle karşı karşıya kalmışlar ve tercihlerini Zerdüştlük yerine Hıristiyanlıktan yana kullanmışlardır.
18. 19.YY gelişen Milliyetçilik akımları
Bütün dünyayı kasıp kavuran Milliyetçilik Osmanlı İmparatorluğunu haritadan silmekle noktalandı. Başka ülkelerin az etkilenmesi içlerinde farklı ırkların az oluşuyla özetlenebilir. Oysa Osmanlı üç kıtada 72 ayrı ırktan teşekkül, yirmi küsur Millet tek Devletti. Birer, birer bağımsızlığını kazanan yeni devletler ortaya çıkıyordu.
Anadolu'nun her tarafında ayaklanmalar kalkışmalar vardı. Osmanlı yed-i düvelle savaşır durumdaydı. (Yazımızı Ortadoğu'daki gelişmelere ışık tutması için oluşturmaya çalıştığımdan başka bir yazıda kısaca Kafkasya, Balkanlar ve Akdeniz cephesini irdeleyebiliriz). 
Osmanlı imparatorluğu zamanında Ermenilerin ve Rumların kendi okulları ve Kiliseleri vardı. Türkiye dışındaki Ermeniler büyük baskı altındaydı. O dönem Rus Çarlığı,daha katı ve "Milliyetçi-Muhafazakâr" bir çizgideydi, Ermeni okulları kapatılmış, yazılı basınları yasaklanmıştı. 1905 ayaklanmalarını müteakip Rus Çarı II. Nikola zamanında Ermenilere yaklaşan ve onlara hamilik görünümüne bürünen Rusya'nın da başka hesapları vardı.
Bir yandan İran'a ve Kuzey Irak'a, oradan da Suriye'ye yakın ve dostane ilişkiler içerinde olması Rusya'nın dost ve müttefik ülke topraklarından sınır aşırı ülkelere ve Akdeniz'e yayılma sebebi asıl amacıydı. 
Bugün bile hala aynı yayılmacı tutum içerisinde oldukları görülmektedir. Suriye'ye karşı Türkiye'nin sertleşmesi üzerine İran ve Rusya'nın açıktan Suriye'nin yanında olması ve PKK'nın da aynı amaca hizmet ettiğini görebiliriz.
PKK salt bir örgüt değildir, çok Uluslu ortak bir aklın ürünüdür. Bunu görmek için kâhin olmak gerekmez. Bölgede gelişen olayların seyrine baktığımızda bunu görebiliyoruz.
Osmanlıya karşı Ermenilerin ayaklanması
Berlin antlaşması Ermeni unsurlarının refahı ve yasa güvenliğini sağlama güvencesi veren Osmanlı imparatorluğu Doğu Beyazıt ve Eleşkirt'i de geri kazanmıştı. Buna mukabil Sırbistan, Karabağ ve Macaristan'ın bağımsızlığını tanıyor, Balkanların bölünmesi ve Bulgaristan'ın bağımsız bir Prenslik olmasını kabul ediyorduk.
Ermeni gençleri yurtdışında okurken "Rus Marksistlerle tanışıyor ve Sosyalist bir oluşum olarak ilk örgütlerini Cenevre'de (HINÇAK) kuruyorlardı". Daha sonra Anadolu'daki Ermenileri kurtarmak ve aydınlatmak için geldikleri bölgelerinde aşırı Milliyetçi bir çizgiye kayarak direnişi örgütlüyorlardı.
Ermenilere karşı Kürt aşiretleri tacizlerde bulunuyordu. Ermenilerin mallarına zarar veriyorlar, kızlarını kaçırıyorlardı. Ermeni ileri gelenleri de hükümetten, ya bu baskınlara müdahale et bizi koru ve ya bize kendi milislerimiz kurmamıza ve kendimizi savunmamıza müsaade et mealinde talepte bulunuyorlardı. Bazı guruplar da güvenlik talepleriyle birlikte "yoksa vergi vermeyeceğiz" açıklamaları üzerine Osmanlı bunu bir ayaklanma kabul ediyor ve çatışmaların önü açılıyordu.
Ermeni çetecilerin Osmanlı ordusuna karşı verdikleri "başarı" halkta sempati doğruyor ve bağımsızlık ateşi ile birlikte çetecilere katılımlar artıyordu.
Görüldüğü gibi istikrarı korumanın yolu silahla çözülmeye çalışılıyor. Oysa halkın istediği can ve mal emniyeti siyasi olarak sağlanabilirdi. Feodal Kürt Beyleri de İngilizlerin verdiği destekten cesaret alarak çatışmaları tırmandırıyordu. 
Biraz daha gerilere gidersek İttihatçılara karşı başlatılan top yekûn bir ayaklanma neticesinde Ermeniler en büyük zararı görüyordu. Bugünde yapılmak istenen (PKK'ya karşı yapılması istenen) top yekûn ayaklanma neticesinde Kürtlerin "kıyıma" uğratılması hesaplarının yapılmak istendiğini görürüz. 
İngilizlerin asıl amacı
Irak petrollerinin üzerine oturmak için İngilizler 90 bin küsur metrekarelik Musul eyaletine giriyorlardı. 30 Ekim 1918 Mondros Mütarekesi imzalandığında Musul elimizdeydi. Mütarekenin üzerinden on beş gün geçmişti ki İngilizler Musul'u işgal etti. İngilizler İşgale gerekçe olarak mütareke anlaşmanın 7.maddesini gösteriyorlardı. Söz konusu Madde "Bağıtlı Yüksek Taraflardan her biri, kendi sınırları içinde öteki Bağıtlı Tarafların kurumlarını yıkmak, düzen ve güvenliğini sarsmak ya da Hükümet rejimini bozmak amacıyla silahlı çeteler, birlikler ya da örgütlerin kurulmasını ve eyleme geçmesini engellemeği yükümlenir". Yani İngilizler güvenliği sağlamak ve olası çatışmaları önlemek şeklinde özetlenecek maddeye dayanıyorlardı.
İngilizler doğuda hemen her ırkı kendi menfaatleri doğrultusunda kullandılar. Kürtleri Ermenilere, Ermenileri Türklere karşı kışkırtıyorlardı. Nesturi'leri örgütlüyor ve Şemdinli ve çevresini özerk bir Nesturi bölgesi şekline sokmaya çalışıyorlardı.
Hem Şeyh Sait ayaklanması ve hem de dersim aynı paralelde bir "el" tarafından organize edilmekteydi.
Bu konu ayrı bir başlık olarak ancak açıklanabilir ancak şu kadarını söyleyebiliriz. O günkü hükümetin başarısızlığı, yeni kurulan devletin "güven" vermemesi gibi unsurları sayabiliriz. Bölgenin dini hassasiyetlerini göz önüne alırsak, yapılan inkılâplar neticesinde medreselerin kapatılması, halifeliğin kaldırılması gibi unsurlarında etkili olduğunu görürüz. İleriki yazımızdan bu konuya da değineceğimiz için şimdilik kısa keseyim...(devam edecek)
Gelecek bölüm:
Lozan Barış Konferansları ve Musul'un Elden çıkması
Sonraki bölümde, Misakı milli sınırımız, Musul'un elden çıkması, Nesturi ayaklanması ve Şeyh Sait isyanına giden süreçte İngilizlerin rolü ve haliç konferanslarıyla ilgili bölümü yazacağım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder