31 Aralık 2020 Perşembe

2021’i Karşılarken

 

Bu yazıyı 2020 yılbaşı gecesi saat 23.00’te kaleme alıyorum ve birazdan da yeni bir yıla gireceğiz. Koskoca bir yılı geride bırakıp yeni yılı karşılayacağız.

Umarım ve dilerim ki hepimizi derinden etkileyen ve bir kâbus gibi üzerimize çöken COVID belası yeni yılda tarihe karışır ve yeniden “eski günlerimize”, moda tabiri ile “eski normale” döneriz. Zira buna çok ihtiyacımız var.

Biz büyükler, yani “ebeveynler” sadece kendi dertlerimizle değil çocuklarımızın ruh sağlığından endişe eder olduk. “Bilgisayarla çok zaman geçiriyor, derslerini ihmal ediyor…” ediyor dediğimiz çocuklarımız şimdilerde neredeyse uyuma vakitleri hariç tüm zamanlarını tablet ve telefonlarla geçiriyor ve ne gariptir ki hepimiz de bunu kanıksadık maalesef…

Artık olağan hale gelen kısıtlamalar hemen hepimizi eve hapsetti. Bazılarımız için sıradan olan bu durum bazılarımız için adeta cehennem azabı gibi bitmez tükenmez bir hal aldı.

Sosyal yaşam standartları yüksek olan kesimler bana göre en çok etkilenen kesimler oldu. Oradan oraya koşuşturan ve neredeyse dur durak bilmeyen “sosyal” insanlar kendilerini bir anda zorunlu “kürek mahkûmu” olarak kendilerini evlerinde hapsedilmiş buldu.

Bendeniz bu durumu bir bakıma fırsata dönüştürmeyi becerebildim. Zir epey bir okuma sırası bekleyen kitaplarımın bir kısmını okuyabildim. Epey bir yerli – yabancı film ve diziler izledim. Bir türlü fırsat bulup yeterince takip edemediğim işinde gerçekten de başarılı bazı “You Tuber” kanallarından istifade ettim. Bir kısmı bilgilerimi tazelerken bir kısmı ve büyük çoğunluğundan oldukça istifade ettim.

Başka bir olumlu yanı ise epeydir düşündüğüm “emeklilik fobisi” yerini hobiye dönüştürdü. Zira “emekli olursam ne yaparım, vaktim nasıl geçecek?” korkusunu üzerimden attım.  Artık emekliliğe hazırım. Emekli olunca da yapabilecek işlerimin olduğunu artık biliyorum.

Abarttığımı düşünenler benim 657 sayılı Devlet Memurları Kanununa tabi bir çalışan olduğumu düşünürlerse sanırım ne demek istediğim anlaşılır. Zira yazarken veya sohbetlerimizde sürekli bir “otokontrol” bir sansür düşüncelerimizi ifade edebilmeyi zorlaştırıyordu. Bundan böyle daha bir “özgür” olacağım ve düşüncelerimi daha açık ifadelerle dile getirebileceğim. Hala anlamadınız mı? Ya hu, “Kral Çıplak!” diyeceğim…

Tüm şehirlerimizde olduğu gibi Malatya’da da çeşitli sorunlarımız var. Yerel yöneticilerimiz ve siyasilerden kaynaklanan bu sorunları da zaman zaman sizlerle paylaşıp üzerine konuşacağım…

Kısacası yeni bir yıla girerken bir sürü “eski alışkanlıklarımı” geride bırakarak yeni bir döneme adım atmış olacağım.

Kim ne söyler, kim ne der? Bu soruyu heybeme atalı çok oldu. Zira kimin e söylediği konusuna hiç aldırış etmeden dün olduğu gibi bugün de, yarın da yine “doğru bildiğimi” eğip bükmeden dosdoğru bir şekilde haykırmağa devam edeceğim.

Ne birilerinin “holigan, trolleri” ne de bir kesimin düşmanı olmayıp sadece ve sadece doğruları, daha doğrusu kendi doğrularımın takipçisi ve sesi olmaya devam edeceğim.     

Yazılarımı “kişisel bloğumda” yayımlaya devam ederken sizler için haftanın belli günlerinde ve Youtube kanalımdan karşınıza çıkarak hasbihal etmeyi sürdüreceğim.

Uzun bir süredir üzerinde düşündüğümüz projeler vardı. Ne yazık ki çeşitli sebeplerden ötürü gerçekleştirmek mümkün olmadı. Daha doğrusu bizler maalesef ve maatteessüf “kolektif” bir bilince sahip toplum değiliz. Hemen hepimiz “ben” duygusu ile hareket ettiğimizden ortak bir “konsensüs” oluşturamıyoruz…  

Mademki durum budur, o halde ben de kendi başıma bir nefer, bir ordu gibi hareket ederek “konjonktüre” göre gardımı alıp yoluma devam edeyim. Bu serüvene sizlerle çıkacağım. Siz sevgili okurlarımın her türlü desteklerine her zamankinden çok ihtiyacımın olduğunu biliyorum ve bu noktada da sizlere güveniyorum.

Umarım sizlerin karşısında mahcup olmam. Ve umarım bu ararım enim için yeni bir yıl gibi yeni bir başlangıç olur.

Tüm okurlarıma ve takipçilerime şimdiden iyi yıllar diliyorum ve tüm içtenliğimle yeni yılımızın sağlık ve huzur içerisinde geçireceğimiz en yıllardan biri olmasını diliyor ve umut dolu yarınları hep beraber karşılamamız için gönlünüzden geçenlerin gerçekleştiği, yüzlerinizden gülümsemelerin eksik olmadığı yeni bir yıl diliyorum…

Yeni yeni daha nice yıllarda görüşmek üzere, sağlıcakla kalın.

 

25 Aralık 2020 Cuma

Güle güle Engin Nuşani...

 80'li yıllarda tanımıştım üstat Ali Nurşani'yi. Yurt dışında ekmeğini ararken bir yandan da memleket özlemiyle yanık yanık türküler söylemesi yüreklerimize işlerdi...

O yıllar bizim en güzel gençlik yıllarımızdı. Dünya görüşünü ve siyasi çizgisini bilirdim elbette. Bazı dostlarım bir ülkücü olarak Nurşani türküleri söylememi yadırgardı ancak ben türkülerimizin evrensel bir dil olduğunu söyler ve her ir ezginin bu toprakların zenginliği olduğuna inanırdım.
Yine o yıllarda rahmetli Ozan Arif'in kasetlerinin yanında sevgili Hilmi Şahballı (Allah sağlık ve uzun ömür versin) bir "tarafın" sessleriydi. Bir diğer hatırladığım ise ozan Hacı Karakılçık ve Aşık Reyhani baba "sağ" cenahın bilinen sesleriydi...
Ben tüm saydığım "bizim taraf" sanatçıların yanı sıra üstat Mahzuni'yi, Derdiyoklar İkilisini (İhsan Güvercin ve Alideryok üstatlara sağlık ve afiyet dilerim) Livaneli, Arif Sağ, Ahmet Kaya, Ozan Emekçi, (bazı Kürt sanatçılar mesela Hozan Beşir, Ciwan Haco, Şivan Perver ve benzeri) gibi "uç siyasi" sanatçıları da dinlerdim.
O yıllarda özel TV'ler henüz yok TRT tekel işlevi görüyordu bir sürü sanatçı ya "siyasi kimliği" yüzünden yahut da "Arabesk" söylediği için ekranlara çıkamazdı.
Bizler taş plaklarını ve kasetlerini kapış kapış alıp dinlediğimiz sanatçıları ekranlarda göremezdik elbette. Ruhi Su, Muhlis Akarsu, Yavuz Top, Musa Eroğlu ve daha sayısız onlarca sanatçının eserini daha ilk dinlemede ezber eder aynı akşam eğer varsa bir düğünde sazımızla çalıp söylerdik ve üstelik detone bile olmadan.
İsimlerini andığım ve bir o kadar adlarını anmadığım sayısız sanatçılardan türküleri, deyişleri, semah, uzun hava, barak ve bozlak gibi nice sayısız eserlerin bu gün bile güfteleri hala hafızamdadır...
Başta da dediğim gibi kim ne söylerse aldırmadan ister sağ, ister sol çizgide bir sanatçımız olsun, ister Alevi müziği denilen deyiş ve semahlarımız olsun halen benim severek dinlediğim ezgilerdir. Bu eserleri dinlemekle ne solcu oldum, ne Alevi...
Üstat Ali Nuşani yurt dışından emekli olup ülkeye geldiğinde özel kanallarımız çoğalmıştı fakat görünmez bir "ambargo" uyguladılar ve ekranlara pek çıkamadı maalesef. O yıllar ucuz şov programları, pespaye magazin programları ve ne idüğü belli olmayan yabancı diziler kültürümüzün üzerinden bir buldozer gibi geçiyordu ve kimsenin de kültürümüzün dejenere olmasından rahatsızlığına rastlanmıyordu...
Hasbelkader birkaç kez çeşitli kanallarda Ali Nurşani üstadı görmeye başlamıştık ki sesi kısılmış ve gırtlak kanseriyle mücadele ediyordu...
Tamda bu yıllarda oğul Nurşani'yi tanımaya başladık. Sesiyle babasını aratmayan bu sarı saçlı genç, Nuşani eserlerini yeniden yorumlaya başladı. Artık babasının türküleri emin ellerdeydi. Engin Nurşani adeta babasının gönül tellerinden süzülen türkülerinin tercümanı olmuştu. Halkımız sarı saçlı bu melez kardeşimizi çok sevmişti ve TV kanalları da baba Nurşani'den esirgedikleri vefayı oğul Nurşan'ye göstererek bir nevi günah çıkarmaya girişmişlerdi. Bu nedenle de ekranlarda epey bir görmeye başlamıştık ki bu sefer de talihsiz bir kaza yapmış ve adeta ölümden dönmüştü genç sanatçımız Engin Nurşani...
Çok uzun süren bir tedavinin ardından tam sağlığına kavuştuğu haberlerini duyuyorduk ki bu sefer de Engin Nurşani'nin "gırtlak kanseri" olduğu medyaya yansıdı.
Baba Nurşani yıkılmıştı ve çok çaresizdi. Çeşitli platformlarda adına kampanyalar düzenlenmişti. Bu kampanyanın sonuncusunu baba Nuşani yapmış ve sosyal medyadan ""Değerli canlar. Gövdemin tek tüyü, bir tek oğlum maalesef gırtlak kanserine yakalandı sizin herkesin tüm sevenlerinin desteğine ihtiyacım var. Neyim varsa verdim. Böyle olmasını istemezdim. Sizlere gelmek istemezdim. Gün geldi sizlerin kapısına geldim. Elinizden ne geliyorsa… Oğlumun kurtuluşu için yardıma ihtiyacım var. Baba olarak buna ihtiyacım var. Başka bir dileğim yok. Sizleri çok seviyorum" diye seslenmişti.
Bu sesi sayın ilgililerimiz duydu ve Sağlık Bakanlığımız devreye girerek tüm imkanları seferber etti.
Bu sabah sevgili sanatçımız Engin Nurşani ne yazık ki aramızdan ayrılarak ebedi aleme göç etti.
Kendi acısını, derdini unutup oğlu için çırpınan baba Nurşani'ye Allah sabır versin. Genç sanatçımız Engin Nuşani'ye rahmet diliyorum. Tüm sevdiklerinin başı sağ olsun.
Güle güle sarı saçlı genç adam seni çok sevmiştik ve unutmayacağız...


22 Kasım 2020 Pazar

Ayağında Kundura ve Can Hatice

 Bir zamanların efsane televizyon programı “İbo Şhow” 20 yıl aradan sonra Star TV ekranlarında yeniden seyirci ile buluştu. “İbo Show 2020” adıyla ekranlara yeniden dönen İbrahim Tatlıses’i aslında ne kadar çok özlediğimi fark ettim.

Ortaokula ilk başladığım yıllarda “Ayağında Kundura” türküsüyle müthiş bir çıkış yakalayan ve milyonların gönlünde taht kuran “İbo” efsanesi o günlerden başlayarak sürekli gündemde kalabilmeyi başardı. Tatlıses hakkında ne kadar yazılsa, söylense eksik kalır. Çünkü onun hayatı başlı başına bir romanlar serisi. Bununla beraber Allah vergisi müthiş bir ses ve erişilemez bir yorumcu...

Türküler “İbo” sesinden söylendikten sonra daha geniş kitlelere ulaşmakla kalmıyor bir kat daha bir başka seviliyordu. Bir taraftan o yılların furyası olan “Arabesk” müzik diğer yandan türkülerimiz… Tatlıses piyasanın isteğine kayıtsız kalamayarak arabesk müziği de zirveye taşıyabilen ender sanatçılarımızdan bir tanesi. Yıllardır yaptığı tüm plak ve kasetlerin bir yüzüne arabesk okurken diğer yüzüne türkü okuyarak ikisini bir arada götürebilmiştir.

Tatlıses, bir yandan Anadolu’nun bağrından çıkmış “ulu” ozanlarımızın ki bunlar arasında merhum Neşet Ertaş ve Âşık Mahzuni Şerif’in parçalarını söylerken diğer yandan da o yıllarda “özgün müzik” olarak adlandırılan bir çeşit “protest” müzik ustalarının ki bunlar arasında da Zülfü Livaneli ve Ahmet Kaya eserlerini söyleyerek fark yaratabilmiştir.

İbrahim Tatlıses, yeri gelir Barak söyler, yeri gelir Bozlak okurdu. Allah vergisi sesinden Urfa yöremiz ve Kerkük Türküleri de başka bir şekilde havalanırdı. Tatlıses, Şanlıurfa yöremizin “Sıra Geceleri” kültürünü yaptığı programlarda tanıtırken yöreye has birçok türküyü de hançereden (Gırtlaktan) söyleyebilen sayılı sanatçılarımızın en başında gelir.

Yazıya başlarken ortaokul yıllarım ve Ayağında Kundura türküsünden bahsetmiştim. Aynı kasette miydi sonraki kasette mi hatırlamıyorum “Can Hatice” türküsü vardı. Okulumuzda da İngilizce dersimize giren soyadını şimdi hatırlamadığım gayet güzel bir hanımefendi olan Hatice hocamız vardı. (yaşıyorsa Allah sağlık versin öldüyse de rahmet diliyorum) Sosyal bilgiler dersimiz hocası da İsa bey idi. İsa hocam evliydi, sanırım Hatice hocamız o yıllarda henüz bekârdı. Muzip bir hoca olan İsa Bey sosyal demokrat bir kişilikti, zaman zaman bize takılır şakalar yapardı. Ben tabi okulda “Ülkücü” olmakla övünen ve bunu her fırsatta belirten biriydim ancak derslerimde de oldukça başarılı olmamdan dolayı öğretmenlerim tarafından sevilen ve takdir edilen biriydim.

Hocalarımın yanında sevilmemin bir başka yönü de “güzel türkü söylemem” ve hafta sonları Ülkü Ocağında tiyatro yapmamdı. Yani özgüveni yüksek ve sosyal bir kişi idim. ( övünmek gibi olmasın da)

Bahsettiğim yılların sağ-sol ayrımın en yoğun yaşandığı zamanlar olduğunu söylememe lüzum yok. Henüz 12 Eylül Amerikan merkezli Askeri Darbe olmamıştı, 75’li yıllar…

İsa hocam dersimizde iken camdan Hatice hocamızın saçlarını savurarak zarif bir edayla okul bahçesinde görünmesiyle hemen bana “can Hatice’yi söyle bakalım Kemal” derdi. Bende gayet ciddi bir sanatçı edasıyla biraz da abartarak “muck aha, muck ahaa! Can Hatice, gözleri ceylan Hatice…” diye söylemeye başlardım. Sınıfımızın camı açık olurdu ve Hatice hocamız türkünün bizim sınıftan geldiğini elbette bilirdi.

İsa hocam, Hatice hocamıza karşı belli belirsiz ilgi duyduğunu o zamanlar anlamazdık. Hocam “takılıyor veya Hatice hanımı kızdırmak istiyor diye düşünürdük. Şimdi düşünüyorum da İsa hocam Hatice hanıma karşı bayağı ilgi duyuyormuş. Şimdiki gençlerin deyimiyle “boş değilmiş” hani…

Neyse efenim, bir sonraki dersimize Hatice hanım geldi. Masasına oturdu ve “o türküyü kim söylüyordu” dedi. Ayağa kalktım ve utana sıkıla “ben” diyebildim ancak hatırlıyorum da yanaklarım pembe pembe olmuştu. Hem utanmış ve hem de ya kızarsa diye düşünürken “sesin de çok güzelmiş, aferin” dedi ve ekledi “dersiniz müzik görünmüyor, kim söyletti peki?” dediğinde yine aynı çocuksu saflığımla “İsa hoca” dediğimde hafif tebessüm ederek başını eğmiş ve sadece “peki, otur” diyebilmişti. O zaman fark ettim ki Hatice Hanım da benim gibi kızarmıştı. Hem utanmış ve hem de belli belirsiz sevinmişti. Bir daha da aramızda türkü muhabbeti hiç olmadı…

Gördüğünüz gibi “İbo Şhow 2020” beni alıp nerelere götürdü.

Sevgili okurlar,

Sizler neler düşünürsünüz bilmem ama ben kendi adıma programın tekrar başlamasına sevindim. Bildiğiniz gibi TV kanallarında ya bayat siyaset programları yahut örf ve adetlerimizi hiçe sayıp tahrip eden seviyesiz dizilerden ekranlarda ağız tadıyla izleyecek bir şeyler bulmak oldukça zor.

Bu bakımdan da Star TV’yi tebrik etmek lazım. Umarız program uzun soluklu olur ve geçmiş yıllarda olduğu gibi memleketimizin saygın sanatçılarını ekranlarda bizlere izletmek olanağını sunmaya devam ederler.

Ben her iki bölümü de gayet keyifle izledim. Sizlerde henüz izlemedinizse tekrarları Youtube kanalında mevcut.

Hafta sonları nihayet “ağız tadıyla” izleyebileceğim bir programım var. Bu vesileyle de sevgili İbrahim Tatlıses’e namı diğer “İmparator’a” Allah’tan sağlık ve afiyet diliyorum. İbo Şhow 2020’nin tekrar TV ekranlarında bizlerle buluşturduğu için Star TV’yi kutluyorum ve başarılar diliyorum.

Aynı zaman da kırk yıl aradan sonra adlarını anımsadığım sevgili öğretmenlerim Hatice hocam ve İsa hocam şahsında tüm öğretmenlerimi minnetle anıyorum. Yaşayanlara sağlık ve afiyetler diliyorum ebediyete göçenlere de Allah’tan rahmetler diliyorum.

Türküyle ve türkülerle, sağlıkla ve esenliklerle kalın efenim…

30 Haziran 2020 Salı

Gençleri Kazanan Seçimi Kazanır

 Bugün 36 yaşında olan bir genç 4 genel ve dört yerel seçim yanında 3 Cumhurbaşkanlığı seçimi gördü...

Bir başka ifade ile çocukluk ve ergenlik yaşından başlayıp yetişkin bir birey olan gençlerimiz gözlerini Ak Parti ile açtılar ve hala Ak Parti iktidarda.

Biz orta yaş vatandaşlar yani 50 yaş üstü bireyler gençlik yıllarımıza yön veren siyaset adamlarını -ki sayıları bir elin parmağı kadardı- zaman zaman değiştirerek seçerdi.

Bizler o zaman bu aktörlerin hiçbir zaman asla değişmeyeceğini düşünür ve artık "siyaset gençleşmeli" diyerek yeni aktörlerin önünün açılmasında söz sahibi olmasak da etki etmiştik.

İlk başlarda "mahşerin 4 atlısı" dediğimiz Demirel, Erbakan, Ecevit ve Türkeş kendi istekleri dışında zamanın gadrine uğrayarak ihtiyarlamaları veya ölmeleri üzerine yerlerini alan halefleri “Özal ekolü” ve sonrasında da Baykal, Çiller, Yılmaz,ve Bahçeli liderliğinde "davalarını" devam ettirdiler...

Akabinde bir isim Erbakan'ın tedrisatından geçmiş birkaç "idealist" bir araya gelerek yeni bir oluşum başlatarak "yıllanmış - ihtiyarlamış " siyasi yelpazede arkasına gençlerin rüzgârını alarak sahaya indi.

Şüphesiz ki bu rüzgârın esmesinde ülkenin içinde bulunduğu ekonomik, siyasi ve sosyolojik çeşitli sebepler vardı. (bu ayrı yazı konusu olur)

Hasılı o gün başlayan "bayrak değişimi" yaklaşık 20 yıldır ülkenin yönetiminde söz sahibi olmayı sürdürüyor.

Bugün gelinen noktada gençlerin büyük çoğunluğunun rahatsız olduğu su götürmez bir gerçek.

Günümüz gençliği kendilerinin de söz sahibi olduğu veya beklentilerini karşılayacak yeni bir oluşumu "mesih bekler" gibi beklemektedir...

Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi (ADNKS) sonuçlarına göre 2019 yılı sonu itibarıyla Türkiye'nin toplam nüfusu 83 milyon 154 bin 997 kişi iken 15-24 yaş grubundaki genç nüfus 12 milyon 955 bin 672 kişi olduğu resmi kayıtlarda görünüyor..


Türkiye İstatistik Kurumu'nun (TÜİK) verilerine göre, toplam nüfusun yüzde 15.6'sı düzeyinde olan genç nüfusun yüzde 51.3'ünü erkek, yüzde 48.7'sini ise kadınların oluşturduğunu duyurmuştu.


Yine Türkiye'nin 13 milyona ulaşan genç nüfusu, Avrupa Birliği üyesi 20 ülkenin nüfusunu geride bıraktığı şeklindeki haberler medyada yer almış, Avrupa İstatistik Ofisi ve Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre, Türkiye'nin toplam nüfusu 2018 sonu itibarıyla 82 milyonu aşarken, 15-24 yaş grubundaki genç nüfus 13 milyon kişiyi bulduğunu kamuoyu öğrenmişti.

Geçtiğimiz günlerde Sayın Cumhurbaşkanı “Pandemi nedeniyle” sosyal medya üzerinden yaptığı canı yayınla gençlerin karşısına çıkmış ve çok geçmeden de genç izleyici “muhalif” yorumlarla Erdoğan’ı zora sokmaları üzerine yayının yorum özelliği kapatılmıştı. Bu durum sosyal medya twetter’da gündem olmuş bir anda #oymoyyok tagıyla epey bir ses getirmişti.

Bu örnekten yola çıkarak şunları açık yüreklilikle söyleye biliriz;

Günümüz gençliği bir değişim beklemektedir. Bu değişimin Ak Parti ile sağlanamayacağına inanıyor ve gelecek seçimde Ak Partiye oy vermeyeceklerini deklare etmiş oluyorlardı.

Yine bu gençler mevcut siyasi partilerde de kendilerine yer bulamıyor ve dolayısıyla da “muhalefet partilerini de “ alternatif görmüyorlardı. Yeni kurulan partilerin de henüz bir “gelecek vaat etmediğini” düşünüyor ve ufukta adeta bir “beyaz atlı prens” beklentisi içerisindedir…

Sonuç olarak Türk Siyasal hayatında büyük bir “değişim” kaçınılmaz gözüküyor. Bu değişimin belirleyici mimarı da günümüz gençliği olacaktır. Gençlerin destekleyeceği bir siyasi parti ipi göğüsler.

Gençlerin duygu ve düşüncelerini hesaba katmayan ve beklentilerini karşılamayan bir siyasi partinin başarılı olması mümkün görünmemektedir.

Siyasi partiler plan ve programlarını yeniden dizayn edip gençlere alan açarak veya ufuk açacak eylem ve söylemlere şimdiden başlamalıdır. Aksi takdirde gençleri kazanamayan seçimi kazanamaz diyerek yazımıza şimdilik son verelim…