30 Haziran 2018 Cumartesi

Erdoğan Yeni Dönemde Ne Yapabilir?

 Seçim sonrası siyaset kulislerinde hareketlenmeler başladı. Meclis çalışanları şu günlerde mazbatasını alıp gelen yeni ve eski vekillerin kayıt işlemi için yoğun mesai harcıyor.

Diğer yandan mevcut hükümet devam ediyor. Henüz meclis yemin töreni ve akabinde Sayın Cumhurbaşkanının yemin ederek görevi devralması sonrası oluşacak kabinenin kimlerden oluşacağı merak konusu.
Hatırlayacaksanız bu dönem mevcut sistemin aksine bakanlıklarda da azaltma yoluna gidilmiş ve bakanlık sayısı şimdilik 16 ile sınırlandırılmıştı. Tamda bu noktada yeni dönem kimler bakan olacak sorusu akla geliyor. Örneğin mevcut bakanlardan cumhurbaşkanımızı n damadı Enerji Bakanı Berat Albayrak, yeni dönemde kabinede yer alıp almayacağı konuşuluyor. İçişleri Bakanı Soylu’nun da yerini koruyup korumayacağı merak konusu. Aynı şekilde AB Bakanı ve Ekonominin yeni patronun da kim olacağı şimdilik muamma…
Bana kalırsa Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan, her zaman yaptığı gibi tüm siyaset bilimci ve sosyologları yine “ters köşe” yapacak.
Başta damadı olmak üzere yukarıda adını saydığımız mevcut kabinedeki tüm isimlerin yeni dönemde yerlerini “başka isimlere” bırakacağını düşünüyorum. Siyaset ve Akademi çevrelerinin yakından tanıdığı kimi isimlerin ve belki bazıları ülke dışında çalışan isimleri ve belki bazılarının adlarını bile duymadığımız bir kadroya şahitlik edeceğiz.
Cumhurbaşkanımız, siyasetin hamurunu karmasını iyi biliyor. Belki şaşıracaksınız ancak bazı yerlerde bu düşüncemi paylaştığım için buraya da almamda bir mahsur görmediğim bir düşüncemi dile getirmek istiyorum. Yeni dönemde dışarıdan atanacak bakanlar arasında kimi eski solcu veya liberal isimleri görmemiz mümkün. Aynı zamanda bazı isimlerin şu veya bu partide (Ak Parti haricinde) geçmişte görev alanlardan seçileceğini de düşünüyorum.
Hem Ekonomi Bakanlığı, Hem İçişleri ve AB Bakanlığı dahil olmak üzere tüm kadronun dışarıdan seçileceğini düşünüyorum. Seçmenler ve kamuoyu nezdinde “yeri doldurulamaz” olarak düşünülen Bakanların yeni dönemde bu bakanlıklarda olmayacağını düşünüyorum.
Sayın Cumhurbaşkanımız, toplumsal barış ve uzlaşının tesis edilmesi adına böyle bir yola gideceğini düşünüyorum. Çünkü meclis aritmetiği de bunu gösteriyor. Bu meclisin şimdiye kadar ki (16 yıllık süre) en demokratik meclis olduğunu düşünenlerdenim. Bazı önemli yasaların çıkabilmesi için mecliste bulunan Ak Parti ve MHP dışındaki partilerin desteğinin alınılması kaçınılmaz. O halde mecliste bulunun Ak Parti ve MHP dışındaki partilere yakın “şaibesiz” bazı isimlerin Bakan veya Cumhurbaşkanı Yardımcısı yapılarak bu sürecin “sancısız ve sağlıklı” bir şekilde yürütülmesinin önü açılacak.
Geçen gün yapılan Ak Parti MYK ve MKYK toplantısından Ağustosta bir kongre yapılması kararı çıktı. Yapılacak kongre sonucu teşkilatların durumu masaya yatırılacak. Ak Partiye oy kaybettirdiği düşünülen isimler ve illerin kadrolarında köklü değişikliğe gidilecek. Bu değişiklikten ilimiz de nasibini alacaktır.
Malatya Milletvekilimiz ve aynı zamanda Genel Başkan Yardımcısı görevini sürdüren Öznur Çalık’ın MKYK dışında kalacağını ve Genel Başkan Yardımcılığından alınacağını düşünüyorum. Gümrük ve Ticaret Bakanımız Bülent Tüfenkci’nin de tüm diğer bakanlar gibi kadro dışı olacağını düşünüyorum. Şuan İl Başkanlığı görevini sürdüren İhsan Koca’nın da yerine “başka bir isimin” getirileceğini düşünmekteyim.
Yapılacak kongre sonrası Kasım veya Aralık ayında Yerel Seçim kararı verileceğini düşünüyorum. Meclisteki diğer partilerin de desteğiyle seçimin öne çekilme yasası çıkaktır diye düşünüyorum ve hatta siyasi partilerin şimdiden seçim startını verdiklerini ve bu takvimi dikkate alarak çalışmalarına şimdiden başladıklarını biliyorum.
Seçimlerden sonra nihayet basının karşısına çıkan Ak Parti Genel Başkan Yardımcısı ve Malatya Milletvekili Öznur Çalık, Malatya’da yaşanan oy düşüşleri hakkında tek kelime etmedi. Çalık, sanki Malatya’dan “zaferle çıkmışlar” ve Ak Partinin oylarını artırmışlar gibi gayet kendisinden emin havada düzenlediği basın toplantısında “seçim yenilgisi” ve oy düşüşü noktasında tek kelime etmediği gibi oldukça neşeli bir havada idi. Sayın vekil sadece seçim sonucunun bir “devrim” olduğunu söylemekle yetindi.
Düzenlenen toplantıda İl Başkanı “çocuğu sınava gireceği” gerekçesiyle katılım göstermezken Büyükşehir Belediye Başkanının toplantıya katılması dikkatlerden kaçmadı. Çünkü Sayın Polat’ın oğlu da sınavlara katılmıştı.
Bir diğer dikkat çekici nokta ise Büyükşehir Eski Belediye Başkanımız ve yeni Milletvekilimiz Ahmet Çakır ve eski İl Başkanımız ve yeni Milletvekilimiz Hakan Kahtalı’nın olmayışı idi. Bakan Tüfenkci’nin de olmadığını ayrıca belirtip takdiri sizlere bırakalım.
Büyükşehir Belediyemiz hakkında da birkaç kelam edip yazımı sonlandırmam gerekirse bu konuda şimdilik şu kadarını söyleyeyim. Yılsonuna doğru yapılacak yerel seçimlerde Malatya’nın Büyükşehir Belediye Başkanlığı adayının Hacı Uğur Polat olacağı tartışmasız açıktır. Polat, seçim öncesi “değiştiremediği” Başkan yardımcıları, Daire Başkanları ve Müdürleri bu günlerde yeniden değerlendirmeye tabi tutup köklü bir değişikliğe gidecek.
Öte yandan Battalgazi Belediye Başkanı Sayın Selahattin Gürkan’ın yeniden “aday gösterilmeyeceği” bilgisini de kısaca not edeyim. Bu konudaki düşüncelerimi önümüzdeki günlerde uzun uzun anlatabilirim.
Not: Bu hafta asıl konum Arapgir Belediyesi ve hizmetlerinin yanında Sayın Haluk Cömertoğlu olacaktı. Arapgir Beyaz Ay Derneği çalışmaları ve MAFSAD Foto Kamp hakkında da düşüncelerimi yazacaktım. Önümüzdeki hafta inşallah… 

24 Haziran 2018 Pazar

İSTİKRAR KAZANDI

 Nihayet seçimler yapıldı ve bir dönem kapanırken bir dönem açıldı. Türkiye’yi yeni ve zorlu bir süreç bekliyor. Bu sürecin de inşallah ülkemize ve tüm bölgemize barış ve huzur getirmesi dileğimle seçimlerin herkes ve hepimiz için hayırlı olmasını diliyorum.

Bu seçimde olabildiğince kendimi siyasetin “kirli oyunu” dışında tutarak sansasyon ve polemik oluşturacak yazı ve yorumlardan kaçınarak “tarafsız” bir gözlem yaptım. Yapmış olduğum gözlemlerimi “dost meclislerinde” paylaştım. Her ne kadar bazı dostlarım “at gözlüğü taktığımı” düşünse de ben süreci “iyi okuduğumu” düşünüyordum ve yanılmadığımı da görmüş oldum.
Seçim sonuçları üzerinden yazıma devam edeyim. Bu sonuç Türkiye için bir dönemin bittiği ve bir dönemin başlangıcı olduğu gibi “çok sesli” bir meclisin teşekkülü bakımından da olumlu bir sonuç ve bu sonuçların meyvesini önümüzdeki dönemlerde çıkacak yasalarda alacağımızı düşünüyorum. Birçok yasa iki partinin çoğunluğu esasıyla meclisten geçebilecekken birçok yasa için de (Anayasa değiştirme gibi) toplumsal mutabakat dediğimiz mecliste temsil edilen partilerin “ortak noktada buluşmasının” önünü açacak. Demokrasimiz adına bu bir kazanımdır.
Ak Parti seçimin galibi olmakla birlikte Türkiye Geneline bakılınca (bariz bir düşüş olmamakla beraber) seçmenler tarafından uyarılmış ve “sarı kart” görmüştür. Yeni süreçte Erdoğan, bu düşüsün sebeplerini ilgililerine soracaktır kuşkusuz.
Diyordum ki Ak Parti vekil anlamında mecliste tek başına çoğunluğu alamaz. 280 üzeri e 300’ü çok geçmeyecek bir vekil ancak çıkarır diyordum. Ayrıca seçim sonrasında da MHP ile birlikteliğini sürdürmesi gerektiğini düşünüyordum. Sonuç itibarıyla bu öngörümde gerçekleşmiş oldu.
CHP için Muharrem İnce faktörüne de bakarak Türkiye geneli Yüzde 33 olabilir diyordum ki bu öngörümde İnce için yaklaşık sonuç olmakla birlikte genel itibarıyla beklediğimin altında gerçekleşti. CHP’nin yanlış “strateji” izlediğini CHP’li seçmenlere bakınca da görebiliyoruz. Belki ilk başlarda İnce’nin böyle bir ivme yakalaması düşünülmüyordu. Hesaplar Akşener’in ikinci tura kalması ve ikinci turda Akşener’in desteklenmesi üzerine idi. Ancak Muharrem İnce, CHP’yi ters köşe yaparak kendine has “samimiyeti ve sempatikliği” ile kamuoyu tarafından büyük bir ilgi gördü. Bu bakımdan da her ne kadar ince kaybetmiş olsa da orta ve uzun vadede kazanan İnce olmuştur ve önümüzdeki süreçte CHP’nin başına geçmek için yeni bir çalışma yürüteceği açıktır…
Diğer yandan tüm öngörüler HDP’nin barajı aşıp aşmamasına endeksli iki türlü bir seçenekle sonuçlar tahmin edilme yönüne gidiliyordu. Bu arada yeri gelmişken geçen bir dostumun bayram ziyareti için gittiği doğu illeri izlenimlerini dinlemiş ve doğrusunu isterseniz çok tedirgin olmuştum. Arkadaşım doğu ve güney doğuda HDP’nin çok yüksek oy oranıyla barajı aşacağını aktarmıştı. Bende aynı kanatta idim lakin sonuçta açık ara bir durumun söz konusu olmayacağını düşünüyordum. Haliyle Demirtaş’ın da “mazlum” pozunda seçmenlerden daha yüksek bir oy beklentisi vardı o da gerçekleşmedi. Halk HDP’yi meclise gönderdi. Gönderirken de aslında “barış ve huzur” istediğini, gerginlik istemediğini dolayısıyla da mecliste meşru siyaset yapılması isteğini dile getirdi…
Geçenlerde siyaset bilimleri ve sosyolojik tespitleriyle görüşünü önemsediğimiz bazı dostlarıma oturduğumda da ben bu seçim sürecinin Türkiye’nin önünü açacağını ve çok partili bir meclis beklediğimi ve Erdoğan’ın ilk turda seçileceğini söylediğimde bana karşı çıkmışlar ve “siyaseti ve gelişen konjöktörü iyi okumadığımı” iddia ederek “Türkiye’de bir değişim düşünüldüğü ve bu değişimin Erdoğan’la olmayacağını” belirtmişlerdi, elbette ki yanıldılar…
Türkiye bildiğimiz sosyolojik ve ekonomik tanımların dışında bir ülke. Dolayısıyla da başka bir ülke ile kıyaslanamayız. Türk seçmeni kumar oynamaz ve belirsizliğe oy vermez. İyi ya da kötü işleyen bir düzen varken işi şansa bırakmaz. Belirsizliğe değil istikrara oy verir. Aslına bakarsanız seçmenin bir bakıma da “eli mahkum”. Şöyle ki;
Seçmenlerin hemen tamamı değilse bile büyük çoğunluğu bankalara şu veya bu şekilde borçlu. Geleceğini uzu vadeli ipotek etmiş. Ev almış, araba almış. Üç beş yıldır ödediği borcunun akıbetini düşünmek zorunda idi ve nitekim öyle oldu.
Malatya için ilk başlarda düşüncem 3 – 2 – 1 şeklinde idi. Ne var ki MHP aday belirleme süreci sonrası bu fırsatı kaçırmış oldu. Ak Partiye kızan seçmenin MHP’ye yöneleceği düşünüldüğünde seçmene sunulan “düşük profilli” adaylar yüzünden kızgın seçmen de yeniden kerhen bile olsa Ak Partiye yöneldi.
İyi Partinin MHP ve Ak Parti tabanından çok oy alamadığını gördük. Her ne kadar rakamsal olarak büyük bir ivme yakalayıp barajı aşmışsa da beklentilerin ilk başlarda daha yüksek olduğu hesaba katıldığında bana göre bu başarı yeterli gözükmüyor. Yeni kurulan bir partinin seçimlerde barajı aşabilmesi şüphesiz ki büyük bir başarıdır ancak yeterli değildir. Kendilerini ezici bir çoğunlukla ilk turda değilse bile ikinci turda seçileceğini ve yüksek perdeden Erdoğan’a yönelik eleştirileri halk nezdinde kabul görmedi. Akşener’in kişisel oyları benim beklediğim sonuçlarla aynı idi fakat partisinin ilk seçimde meclise girmesi demokrasimiz adına bir kazançtır. Önümüzdeki günlerde İyi parti de belki başka bir liderle yoluna devam edecektir.
Türk seçmeni, kavga değil barış dili istiyor. Seçmen laf değil proje bekliyor ve istiyor. Bu bakımdan Türkiye’nin önünü açacak bir projeyi muhaliflerin hiç ama hiç birinden duymadık. Aksine var olanları satma ve kapatma vaadi ile oy alacaklarını sandılar ve fena halde yanıldılar.
Merhum Erbakan’nın varisi olduğu söylenen parti ve lideri Karamollaoğlu, CHP seçmenine göz kırparak Erdoğan karşıtlığı üzerinden prim yapabileceğini düşündü. CHP ve muhalif kanalların kendisini parlatmasının gazına gelerek temsilcimsi olduğu mahallenin dili ile değil karşı mahallenin söylemi ve “jargonuyla” seçmen karşısına çıktı ve tabiri caizse çakıldı.
Sözü fazla uzatmadan yazımızı sonlandırırken Ak parti almış bu yetkiyi ve seçmenlerin uyarısını doğru okuyacağı ve gelecekte aynı “yanlışlarda” ısrar etmeyeceği ümidindeyim. Gerek Binali Yıldırım’ın ve gerekse de Erdoğan “kuşatıcı” konuşmaları bunun ipucunu verdi. Aynı şekilde Sayın CHP lideri İnce’nin benzer nir üslupla halkın karşısına geçmesi ve “yarışa devam” mesajı vermesi önümüzdeki günlerde CHP’de yeniden suların ısınacağının habercisiydi…
Seçim yapıldı ve bitti. Bu seçimin tek galibi milli irade ve demokrasimiz olmuştur. Kaybedeni olmayan bu seçimde asıl iş bundan sonra başlıyor. Ak Parti yeniden “demokrasi” “insan hakları” ve “sosyal adalet” kavramını yeniden değerlendirip bu yönde adımlar atmaya başlamalı. Rövanşist bir tutum ve söylemden şiddetle kaçınarak daha kuşatıcı bir mesajla halkı kucaklamalıdır.
Yeni sürecin ülkemize ve milletimize hayırlar getirmesini diliyorum. Halkın oylarıyla meclise giden tüm adayları tebrik ediyor ve başarılar diliyorum…

16 Haziran 2018 Cumartesi

Yaşam hakkı kutsaldır

 Dünyayı birlikte paylaştığımız tüm canlıların sorumluğunun üstümüzde olduğunu unutup her gün bir vahşetle yüreklerimizi paralayan haberlerden artık bıktık usandık…

Mini minnacık masum bir yavru köpeğin ayağını ve kuyruğunu kesecek kadar vahşileşen çocuklar yetiştirmeye başladık. Bu çocuğun bu kadar cani olmasının sebebi sadece ailesi mi acaba?
Bizim eğitim sistemimiz hayvan hakları veya hayvan sevgisi hakkında çocuklarımıza yeterli eğitimi verebiliyor mu?
O çocukların anne ve babaları kendileri ne kadar bu konulara hassas. Evlerinde hayvan besliyorlar mı? Sokakta gördüğü bir kediye köpeğe nasıl davranıyor? Öyle ya; kedi veya köpek gördüğünde tekme atan bir anne babanın çocuğu da gördüğü her hayvanın vurulması (öldürülmesi gereken) gereken bir eylem biçimi olduğu sonucunu çıkarır.
Avrupa hayvanları esaret altına alıp hayvanat bahçeleri açarken atalarımız hayvan hastaneleri yapıyordu. Camii ve evlerinin cephelerine kuş evleri yapıyor çarşı ve sokakların belli yerlerine su içmeleri için yemlik ve yalaklar (sulak) yapıyordu.
Hayvanları da tıpkı biz insanlar gibi kendi türlerinde birer “ümmet” sayan bir dinin mensubu olan bizlerin yaşayan tüm canlıların ekolojik bir denge unsuru olduğunun farkındayız. Enam suresi 38. Ayet “Yeryüzünde yürüyen hayvanlar ve (gökyüzünde) iki kanadıyla uçan kuşlardan ne varsa, hepsi ancak sizin gibi ümmettir. Biz o kitapta hiç bir şeyi eksik bırakmadık. Nihayet (hepsi) toplanıp Rablerinin huzuruna getirilecekler.” Diyor.
“O ki yarattığı her şeyi güzel yaratmıştır.”( Secde, 32/7 ) Diyen Allah; “Hayvanları da O yaratmıştır.”(Nahl suresi 16/15) diyor.
Beş yaşındaki Zeyd isimli çocuğun kuşu ölünce onun taziyesine giden ve teselli eden bir peygamberin ümmeti olan bizler çocuklarımıza Hayvan Sevgisi aşılayamıyorsak bizde bir sorun vardır demektir.
İslami kaynaklarda hayvan sevgisi üzerine sayısız örnekler vardır. Bir Hadisi şerifte; “Merhametlilere Rahman olan Allah merhamet eder. Siz yerde olanlara acıyın ki göktekiler de size acısın Rahm; Rahman isminden bir damardır; Her kim bağları koparmaz ilgiyi kesmezse Allah’ta onu rahmetine ulaştırır. Her kim de bağları koparırsa Allah’ta o kimseden rahmetini keser.”( Müslim, Birr ve Sıla, 23; Tirmizi, Birr, 16.) Buyuruyor.
Yine örnek bir kıssa; “Yolda gitmekte olan birisinin susuzluğu artar. Hemen bir kuyuya inip suyundan içer. Kuyudan çıkınca susuzluktan dilini çıkarıp soluyan ve rutubetli toprak yalayan bir köpekle karşılaşır. Adam kendi kendine: “Bu hayvan da benim gibi susamış.” deyip kuyuya tekrar iner. Ayakkabısına su doldurur ve ağzıyla tutarak yukarıya çıkar, köpeği sular. İşte Allah bu kulunu övmüş ve günahlarını bağışlamıştır.”
Yukarıdaki gibi örnekleri çoğaltabiliriz.
Ayrıca hayvanlara eziyet edilmemesi hususunda “Cenab-ı Hakk'ın haksız olarak bir serçeyi öldürenden kıyamet gününde hesap soracağını...”(Hadisi şerif, Ebu Davud, 2/11), bildirilir ve “Kuşların yuvalarının bozulmamasını, yumurta ve yavrularının alınmamasını”(Hadisi şerif,  Buhari. Edebü’l-Müfred, 139.) emredilir.
Adalet ve hakkaniyet denince ilk akla gelen Ömer Bin Abdülaziz’dir. Örneğin; valilerine gönderdiği mektuplardan birinde, atların boş yere koşturulup eziyet edilmemesini, bu şekildeki tatbikata kesinlikle mani olunmasını, atlara ağır gemlerin takılmamasını ve altında demir bulunan yularla eziyet verilmemesini istemiştir.
Başka bir örnek ise şöyledir; “Dağlara Buğdaylar Serpin Müslüman Ülkede Kuşlar Aç Demesinler” (Hz. Ömer) gibi örnekleri çoğaltmak mümkündür.
Peki, böyle bir dinin ve öğretinin müsebbibi biz anne babaların çocuklarına neler oluyor? Mesleyi salt dine,
Salt eğitim sistemine veyahut ta aileye yıkmak sorunu çözer mi, öyleyse ne yapabiliriz?
Bu soruyu öncelikle kendimize sormalıyız. Sonra da eğitimcilerimize seslenerek şöyle demeliyiz;
Siz benim çocuğuma sadece dua ezberletmek yerine önce ahlak ve vicdanı öğretin. İnsan olmayı ve tüm canlılara insanca davranmayı öğretin.
Allah sizin ibadetlerinizden önce eyleminize bakacaktır…
 Çünkü; Kucağında uyuyan kediyi rahatsız etmemek için elbisesini kesen ashabın torunları bugün masum bir yavru köpeğin ayaklarını ve kuyruğunu keserek vicdanları yaralıyor...
    

2 Haziran 2018 Cumartesi

Neden 3 – 2 – 1 diyorum?

 Seçimlere giderken aday adaylığı sürecince ve adaylar belli olduktan sonra için kısa değerlendirmelerimi bazen sosyal medyadan bazen de dostlar arasında yapmış olduğum sohbetlerde açık yüreklilikle dile getirmiştim.

Beni tanıyanlar “fanatik” bir “taraftar” olmadığımı ve değerlendirmelerimin objektif olduğunu bilirler. Çünkü ben her şeyden önce bu ülkenin bir vatandaşı ve aynı zamanda da bu kentte medya ile iştigal eden ve kendince “yazıp – çizen” dolayısıyla halkın gözü önünde olan bir kardeşinizim. Herkes gibi benimde kendimce bir dünya görüşüm ve siyasi kimliğim ve elbette kendi doğrularım var. Ancak; yazılarımda da bu düşüncelerimi bir yana bırakıp olabildiğince objektif davranabilmek gibi birde misyonum var… (Yazılarıma başlamadan önce bu noktaların tekrar, tekrar altını çizmekten de fena halde rahatsız olduğumu belirtmek isterim)
Hatırlarsanız geçtiğimiz yaz ortalarında “2018’de erken bir seçime gidilebilir” dediğimde bazı dostlarım beni fena halde “haşlamış” ve sonrasında da “birilerin adamı” olmakla itham edilmiştim. Nihayet Aralık ayında sosyal medyadan “tarihe not düşüyorum, mayıs sonu veya haziran başlarında seçim olabilir” diyerek henüz ilan edilmemiş seçimin yaklaştığını söylemiş ve oldukça da sert eleştirilere muhatap olmuştum.
Ülke gündemini ve siyaseti yakinen takip edenler o günleri hatırlayacak olursa ekonomide kötü bir gidişin olduğunu ve krizin ayak seslerinden “kötü günlerin kapıda olduğunu” sonucunu çıkarabilirdi. Merkez bankasının doları baskılamak üzere faizlere müdahale etmesi ve borç yapılandırması, varlık barışı gibi bir dizi önlemlerle “günü kurtarma girişimi” aslında yaklaşan seçimin ayak sesleri idi. Bizde buradan yola çıkarak bu “darboğazın” başka türlü aşılamayacağını ön görmüş ve erken seçim kapıda demiştik.
Gelelim yerel siyasi gündeme. Yine o günlerde AK Partinin mevcut vekilleri aday göstermesi halinde ve yine MHP’nin kamuoyu tarafından kabul edilebilecek adayları listeye alması halinde MHP üç vekil çıkarabilir demiştik. Bunu söylerken de bazı isimleri zikretmiştik mesela; Güzin Koçak, Saime Palancıoğlu, Şinasi Kazancı, Hakan Yılmaz ve Bülent Avşar gibi isimler listeye girerse o zaman Ak Parti yine beş vekili zorlar ancak CHP bu durumda iki vekil çıkarır diyorduk.
Neden böyle diyordum biraz daha açayım.
Bunları söylerken adaylar henüz netleşiyordu. MHP adaylarını açıkladığında kamuoyu tarafından hayal kırıklığı yarattı. Herkesin üzerinde mutabık kalabileceği yeni isimler listede yoktu. Malum adaylar beklentiyi karşılamadı ve böyle olunca da AK Partinin kızgın seçmenlerine gidebilecekleri yeni bir liman kalmadı. Sandığa gittiklerinde “kerhen” bile olsa gidip AK Parti oy verecekler veya Riese oy attıktan sonra vekil oyunu boş kullanacaklardır.
AK Parti seçmenleri yıllardır mevcut yönetimin değişmesini istiyor ve mevcut vekilleri listede görmek istemiyordu.
Bu bakımdan da seçmenler yüksek sesle “oyumuz Reis’e ancak vekillikte MHP’yi destekleriz” diyordu. Bunu diyen seçmenlere hiçte “şık” olmayan ifadeler kullanılarak adeta FETÖ yakıştırması yapmanın sonucu olarak Erdoğan’ın yapmış olduğu mitinge katılım önlendi.
Mitinge katılım oranına bakılınca bu durum açıkça görülecektir. Hava şartları Erdoğan sevgisinin önüne başka türlü geçemezdi.
Bu mitingin bana göre kararsız seçmene itici bir güç vermesini bekliyordum. Erdoğan, seçmene “yeni bir şey” söyler ve küskünler tekrar AK Partiye oy verir diyordum olmadı…
***
Adayların şahsında bir değerlendirme yapmak istemiyorum ancak bir istisna olarak “stratejik” aday Selahattin Palandöken faktörüne kısaca değinmek istiyorum.
Malumunuz MESOB Başkanı Şevket Keskin, “şelale” üzerinden epey bir gürültü koparmıştı. Konuşmalarının birinde “tüm bildiklerimi söylemeye devam edeceğim” diyordu. Keskin!in sesini bağlı bulunduğu konfederasyonun başkanının oğlunu aday göstermekle kesmiş oldular. Geçmişte “şelaleci” diyerek itham ettiği isimlerle kola kola seçim gezilerine katılarak AK Partiye destek istemek noktasına gelmek az bir şey değildir…
Geçenlerde listeler üzerinden sohbet edilirken söz dönüp dolaşıp aday belirlemeye geldiğinde şunları söyledim. Eskiden aday belirleme süreci “ahbap – çavuş” ilişkisi üzerinden yapılmazdı bunun yerine her ilin veya ilçenin ileri gelen mümtaz şahsiyetleri olan STK temsilcisi veya kanat önderi dediğimiz isimlere birkaç aklı başında insan gidip “sizi partimizin içinde görmek ve birikimlerinizden istifade etmek isteriz. Sizi mecliste görmek istiyoruz…” benzeri ricalarla adaylar belirlenirdi. Yani halkın içinden ve kamuoyu tarafından beğenilen ve herkesin üzerinde mutabık kaldığı bir isim listeye alınır ve halkın tercihi doğrultusunda listeler şekillenirdi.
Son zamanlarda ise durum bunun tam tersi. Şöyle ki; diyelim ki hasbelkader bir partinin yönetimine geldiniz. İlk işiniz hemen parti delegelerinin listelerini güncellemek oluyor. Eşinizi, dostunuzu, ahbabınızı ve bilumum emmi, dayı ve yeğenlerinizi ve hatta kızınızı gelininizi dahi delege yaparak olası seçimlerde kendinizi seçtirmeyi garantiye alıyorsunuz. Bu işin böyle olmasına ise “anti demokratik seçim yayası” çanak tutuyor maalesef. Sadece partilerde değil tüm dernek ve sendikalarda da işleyiş aynı.
Hal böyle iken kamuoyunun içine sinen bir aday belirlemek mümkün olmuyor. Diyeceksiniz ki “temayül yoklaması” yapılıyor. Geçiniz efenim geçiniz. Bunu pekâlâ sizlerde biliyorsunuz ki “teşkilatların gazı alınmak” için yapıyorlar. Temayülde “bakın sizleri adam yerine koyuyoruz, sizler oy vererek adayı belirliyorsunuz…” denilerek STK ve tüm ilçe ve mahalle başkan ve temsilcilerinin gözü boyanıyor. Siz hiç duydunuz mu temayülde en fazla oy alanın açıklandığını veya temayülde en fazla oy alanların listeye konulduğunu… Bu işleyiş tüm partiler için böyledir. Kimse kimseyi kandırmasın.
Tekrar başa dönelim dilerseniz. İllerde en çok oy alan birinci parti ilk üç vekili alıyor. Sonra sırasıyla ikinci ve üçüncü parti vekil çıkaracak kadar oy alıyor. Bunların dışında kalan örneğin, saadet, İyi Parti ve Hüdapar ve diğer küçük partilere giden oylar yeterli vekil çıkarmaya yetmediği için en çok oy alan ikinci partinin hanesine yansıyor.
Bu durumda ilimizde ikinci parti olan CHP fazladan bir vekil sahibi oluyor. Başta söylediğimizi yeniden tekrar edersek AK Parti Üç vekil Çıkarırken CHP Porgalı’yı da meclise taşıyarak iki vekil çıkarır. MHP AK Partinin küskünlerinden alacağı tepki oylarıyla ancak bir vekil çıkarabilir.
Bu satırların yazarı bunları söylerken bir partiye mensup olarak değil ilimizde gördüğüm atmosferden çıkardığım tamamen objektif değerlendirmelerdir.
Sosyal medyadan tarafıma atılan yakışıksız mesajlara cevap bile verme gereği duymuyorum. Başta da söylediğim gibi ben gördüklerimi yazıyorum. Yanılıp yanılmadığımı seçimlerden sonra hep birlikte göreceğiz.