15 Kasım 2019 Cuma

Festivalin Adı Hababam Figüranları Festivali Olsun!

 Öncelikle siz kıymetli okurlarımın şunu bilmesini isterim; Malatya Uluslararası Film Festivalini başlatıldığı ilk günden beri yakından takip eden ve bu konuda da hatırı sayılır miktarda yazılar yazan bir kardeşiniz olarak festivalin şehrimize çok şeyler katacağına olan inancım sebebiyledir ki hep destekledim.

Bu tür festivallerin henüz bir büyük şehir olmuş Anadolu şehrinde, üstelik doğuda bir şehirde yapılabiliyor olması ayrıca övünç konusu ve takdire şayandır. Bununla birlikte sizlerde takdir edersiniz ki sanata ve sanatçıya destek veren bir ilin vatandaşı olarak bundan mutluluk duyarım. Ne var ki gelinen nokta itibariyle bu mutluluğumuzun yerini büyük bir hayal kırıklığı ve üzüntü aldığını da belirtmek istiyorum.

Şöyle ki;

Hatırlarsanız bu festivali şehrimize kazandıran önceki dönem valilerimizden Sayın Ulvi Saran'dır. Sayın valimizin şehrimize yaptığı hizmetler saymakla bitmez. Bunlardan en çok hatırda kalanlar film festivali başta olmak üzere Beydağı Ağaçlandırması, Levent Vadisi Projesi, Anadolu Kitap Fuarı ve daha onlarcası diyebiliriz. Bu meyanda sayın valimize ne kadar teşekkür etsek azdır.

Gelelim asıl hayal kırıklığım ve üzüntüm olan hususa;

Festivalin birinci yılı veya ikincisiydi sanırım. O yıl da merhum Kemal Sunal adına ödüller verilmiş ve yine hepinizin bildiği üzere de yine festivalin “baş konukları” ve de değişmez/değiştirilemez ve hatta değiştirilmesi teklif dahi edilemez, olmazsa olmamız şeref misafirimiz ve dahi fahri hemşehrimiz Hababam Filmleri figüranlarından bir grup şehrimizi şereflendirmiş ve dahi festivalimizi onurlandırmışlardı(!).

Sonraki yıllarda da benzer seremoniler devam etmekle birlikte bu sefer fazladan merhumun eşi hanımefendi Gül Sunal davet edilmişti. Gül hanım merhum sanatçımızın filmlerde kullandığı kıyafetlerini getirmiş ve sinemaseverler de Malatya Park’ta sergilenen bu nostaljik sergiyi ilgi ile takip etmişti…

Önceki yıllarda Hababam Sınıfı filminin yaşayan figüranlarının ilimize gelmesi ve festivali renklendirmeleri sinemaseverlerinde ilgisini çekiyordu. Bu anlamda çeşitli etkinlikler yapılıyor ve bizlerde bundan ayrı bir keyif alıyorduk. Çeşitli okul ve ilçe ziyaretleri ile gayet güzel bir organizasyon ortaya çıkmıştı. Bendeniz de o sıralar festivali öven, yere göğe koymayan yazılar yazarak festivalimizin sürdürülebilir olması ve benzer festivaller gibi kökleşerek rüştünü ispat edip hak ettiği yere ulaşmasını arzuluyordum. Bir Altın Koza gibi, Altın Portakal gibi…

Ne hazindir ki Hababam Sınıfı figüranlarının her festivalde koştura koştura gelerek (getirtilerek) onur konuğu(!) yapılmaları festivalin geleceğine de gölge düşürmeye başladı. Hatta bazen festival Hababamın gölgesinde bile kaldı diyebilirim. Bizler hedefi yükseğe koyup çıtayı nasıl yükseltir de marka bir festival yapabiliriz diye düşüne duralım gelinen noktada festivalin ruhu tamamen kaybolup silikleşmeye ve hatta amatörlüğe doğru evirildi ve de savruldu.

Her yıl tekrarlanan bu seremoni bir gelenek hâlini aldı. Hababam Sınıfı Filminin bazı figüranlarının bu lakayt tavırları ve tutumları yüzünden hem Hababam Sınıfının saygınlığı gölgelendi ve hem de kendileri bu ilk günkü coşkuyu kaybettirdiler. Sinemaseverlerin zaaflarını kullanan bu ekip hala kendilerini nasıl sanatçı sayabiliyor bilemiyorum.

Çok ağır ithamlarda bulunduğumu düşünebilirsiniz. Belki haklısınız, ancak bu figüranların otuz sene önce çevrilen Hababam Sınıfı filminden başka rol aldığı, başrol oynadığı bir dizi veya sinema filmi yok. Senaristlik yapmıyorlar, yönetmen değiller, yapımcı değiller, jön hiç değiller… O yıllarda gazete ilanı ile sokaktan toplanmış bir avuç yevmiyeli genç… (şu sıralarda kimileri belediyelerde çalışıyor kimisi de barlarda, pavyonlara müzik(!) icra ediyorlar).

Bu gençlerden birisi de hemşerimiz Diaver Gür, O yıllarda İstanbul’da üniversite tahsili yapıyor. Hatta bu sebepten dolayı okulu bir yıl uzattığı biliniyor. Dilaver Gür de diğer figüranlar gibi o yıl hasbelkader oynadığı film dışında başka projelerde gözükmedi ve asıl mesleği olan Mühendislikle hayatını kazandı.

İşin başka bir noktası ise bu projenin asıl fikir babası yine filmlerde birkaç sahnesi olan (diyalogsuz roller) emekli öğretmen ve gazeteci Ali Aydoğan’dır. Ali Aydoğan bu fikri Dilaver Gür’e açıyor ve diyor ki “Bizim Hababam ekibini toparlayıp Malatya’ya getirelim. Birkaç gün memlekette gezdirelim. Belediye ile görüşürsek belki destek olurlar filan…” benzeri düşüncesini dile getiriyor.

Bunun üzerine Dilaver Gür, bu fikir kendisine aitmiş gibi o günkü vali yardımcısı (yahut festival komitesi koordinatörü) ve film festivali komitesinin başındaki isme “böyle bir düşüncemiz var, hem festivale renk katarız hem de okullarda öğrencilerle söyleşiler yapıp nostaljik bir etkinliğe ev sahipliği ederiz…” diyerek vali yardımcısını ikna edip ekibi Malatya Film Festivali öncesi şehrimize getiriyor…

Uçak biletleri, beş yıldızlı otelde konaklama, yeme içme festival bütçesinden beş on gün krallar gibi tatil yapıyorlar. Sonraki yıl tekrar, ondan sonraki yıl tekrar derken “Hababam Sınıfı Figüranları” etiketi gelip Malatya Uluslararası Filme Festivali’nin önüne geçiyor ve dokuz yıldır da bu etiket bir türlü çıkmıyor. Adeta da festivale yapışıyor…

Kim derseniz bu işin müsebbibi, en başta sevgili Dilaver Gür ve sonra da festival komitesidir. Oysa böyle olmamalıydı. Böyle başlamış olsa bile böyle sürgit devam etmemeliydi.

İnsanların sevgileri ve güvenleri böyle istismar edilmemeliydi. Birinci, ikinci, üçüncü, beşinci derken her festivalde “Hababam Ekibi Şovu” izlemekten gına gelmemeliydi…

Malatya Uluslararası Film Festivali Hababam’ın gölgesinde kalmamalı ve “Hababam Sınıfı Figüranları” festivaline dönüşmemeli idi… İşte benim üzüntüm de kızgınlığın da bunadır!

Sevgili okurlar;

Geçtiğimiz günlerde İstanbul’da düzenlenen “Malatya Günleri” etkinliği sonrası film festivalinin de tanıtım basın toplantısı yapılmıştı. O toplantıda yine Hababam Sınıfı Filmi Figüranları arzı endam etmişlerdi. Bende bu Malatya Günleri özelinden bir yazı yazıp “Malatya lay lay lom günleri…” demiş ve yazımın sonunda “sakın yine festival Hababam figüranları gölgesinde kalmasın benzeri birkaç kelam etmiştim.

Yazımı bir bütünlük içinde değerlendirmeyip sadece “figüranlar” dememe içerlenen başta Dilaver Gür ağabeyim sosyal medya üzerinden ve diğer figüran arkadaşları da yazımın altına yorum yazmışlardı. O yorumlar için söz hakkımı şimdilik kullanmıyorum. Festivalin genel değerlendirmesini ve işin organizasyon kısmını eksiği ve beğenilen yönlerini bir sonraki yazımda ayrıca konu edeceğim.

Sizlerin sabrını zorlayıp ve lafı fazla uzatmadan şimdilik burada kesiyor ve asıl değerlendirmeyi ev sahibi sıfatıyla sizlerin engin ferasetine bırakıyorum…

Not: Festivalle ilgili önceki yıllarda yazmış olduğum bazı yazı linklerini aşağıya bırakıyorum…

3. Malatya Film Festivali’nin Hakkını Veremedik

https://yorumcu44.blogspot.com/2012/11/3-malatya-film-festivalinin-hakkn.html

Sinemacılar para kazansın diye festival yapılıyor

https://yorumcu44.blogspot.com/2017/11/sinemaclar-para-kazansn-diye-festival.html

Hababam Festivali Şart

https://yorumcu44.blogspot.com/2017/11/hababam-festivali-sart.html

10 Ekim 2019 Perşembe

Malatya Lay Lay Lom Günleri Devam Ediyor...

 Kahraman Türk Ordusunun neferleri olan göz bebeğimiz Mehmetçik Fırat’ın Doğusunda destan yazarken, kahraman evlatlarımız canlarını ortaya koyup vatan uğruna, dinî mübin uğruna şehadete koşarken, kentimizi emanet ettiğimiz zevatlar çalgılı çengili eğlencelerine İstanbul’da devam ediyorlar.


Başta Büyükşehir Belediye Başkanımız Selahattin Gürkan olmak üzere Battalgazi Belediye Başkanı Osman Güder, Yeşilyurt Belediye Başkanı Mehmet Çınar ve tüm diğer ilçe belediye başkanlarımız ve çok sayıda belediye çalışanları ile birlikte yanlarında bir grup gazeteciyle İstanbul’da MALATYA TANITIM GÜNLERİ adlı tanıtım ve eğlence programındalar...

Geçtiğimiz günlerde de yine aynı ekip tekmili birden Bursa'da arzı endam etmiş ve yine beş yıldızlı bir tatili kamu kesesi sponsorluğunda gerçekleştirmişlerdi.
Sadece bununla kalsa iyi, daha bunun Ankara’sı var, İzmir'i var...
Oldu olacak seksen bir vilayetin tamamına birkaç günlük böyle birer program yapın tüm Türkiye Malatya’yı tanısın. Mesala seksen vilayete üçer gün ağırlansanız bu senede iki yüz kırk gün eder. E, yoldu, ulaşımdı derken koy üstüne ikişer gün daha dört yüz gün yapar. Kalan günleri de bir sonraki yıldan telafi edersiniz olur biter.

Hem böylesi daha ekonomik olmaz mı. Böylece hafta sonu tatillerini mesaiye dahil etmiş olursunuz ki belediyemiz çalışmaları yedi yirmi dört aksamadan ve hız kesmeden devam ediyor dersiniz...

Ayrıca kamu bütçesine de bariz bir tasarruf yansımış olur(!)
Nasıl mı tasarruf yansır izah edeyim:

Sizler hali hazırda bulunduğunuz koltuklarda oturduğunuz vakitler zaten kamu hizmeti yapmıyorsunuz. Sadece protokol ağırlayıp günü kurtarıyorsunuz. Bunu yaparken de devlete bir dünya hesap çıkarıyorsunuz. (Bkz. Yıllık protokol giderleri)

Ayrıca da belediyemiz çalışanları sizlerin önünde esas duruşu bozmadan beklemekten helak oluyorlar. Bırakınız da hiç değilse asli vazifelerini gönül rahatlığıyla yapsınlar ki vatandaşların hizmetleri aksamasın...
Kusura bakmayın da kamunun kesesinden “eşek yüküyle” para harcayıp uçak biletiydi, oteliydi yedirip içirip tatil yaptırdığınız gazetecilerden hangisi veya hangileri “Malatya Tanıtım Günleri" özelinden kaç haber veya köşe yazısı yazdı merak ediyorum. (Bu mevzuya aşağıda ayrica değineceğim)

Kaç ulusal haber kanalına çıktınız?
Kaç TV sizi canlı yayına aldı?
Hangi Radyo yayınında...
Hangi ulusal gazetelerin hangi sayfalarında yer buldunuz?
Çıkın söyleyin bilelim.
Yok söyleyemezsiniz. Çünkü hepimiz de biliyoruz ki ne İstanbul’da ne de başka bir şehirde yapmış olduğunuz sözüm ona tanıtım kimsenin umurunda bile değil, olması mümkün de değil...
Bakıyorsunuz hemen her akşam filanca belediye başkanımız ER TV'nin Canlı Yayın konuğu olmuşmuş da gündeme ilişkin değerlendirme veya röportaj vermiş miş...

E, o zaman adama demezler mi “mübarek ER TV stüdyoları zaten Malatya'da, kısa günde kırk sefer dönderaktar zaten sizleri gösteriyor. Ellerinde zaten başka malzeme de yok...

Onca masraf edip ER TV'ye çıkmak için mi İstanbul’a gittiniz?”
Yani bilmiyorum ki başka ne söyleyeyim. Başka nasıl izah edeyim. Tek kelimeyle pes yani, pes!

Mesela bu tanıtım günleri denilen organizasyonlarda başka neler yapılıyor derseniz onu da kısaca söyle özetleyeyim;
Örneğin, Malatya'da hasbelkader görev yapmış kimi vali kaymakam ve bazı bürokratlar stantları ziyaret edip bolca şirinlik gösterisini müteakip çekilecek fotoğraflar ve hediye paketleri ile uğurlanıyorlar. Dahası İstanbul’da mukim bazı hemşerilerimiz ve hemşeri dernekleri bu vesile ile bir araya gelip hasret gideriyorlar(!) Ne güzel bir hizmet değil mi?

Sorarsanız da Malatya’yı tanıtıyorlar. Malatya’yı tanıtmak için Malatyalıları İstanbul’da Ağırlıyorlar. Şaka gibi...
Allah aşkına bu nasıl bir "tezgah!" İnanin böylesi "Sülün Osman'ın" aklına bile gelmemiştir.

Güya belediyelerimiz borçlu. Hükümet tasarruf tedbirleri alıyor...
Bre muhteremler;

Sin kendi belediyenizde çalışan işçinin yemeğini keseceksiniz,

Mesaisini ödemeyeceksiniz,

Yol parasını vermiyeceksiniz ve gözümüzün içine baka baka "tasarruf uyguluyorum" diyeceksiniz... Sonrada kalkıp il il gezerek kaymaklı tatil yapacaksınız öyle mi?

Tasarruf yapıyorum diyerek Malatya Fuarı için bar pavyon sanatçılarına avuç dolusu para verip sahne aldıracaksınız, yetmiyecek her iki günde bir belediye imkânlarını sonuna kadar kullandırıp vekil hanımefendinin yeğenine özel fuar açtırıp kamu desteğini emrine vereceksiniz. O da yetmiyecek bilmem nere beldesi eski başkanına özel “Yöresel Ürünler Fuarı” adı altında kaynak aktaracaksınız ve bunun adı da GÖNÜL BELEDİYECİLİĞİ olacak öyle mi? Hadi canım sende...

Bunu vatandaş bilmiyor olabilir. Peki, yanınızdan ayırmadığınız kaşığı cebinde gezen sözüm ona gazeteciler bilmiyorlar mı?

Milletin menfaatine hangisi bunları sorgulamışlar ve vatandaşı bilgilendirmişler sormak istiyorum.
Bu tanıtım günlerine hemen her yıl istisnasız katılan medya mensupları Malatya tanıtımı için kaç yazı yazmışlar ve ulusal ve yerel medyadan servis etmişler söyleyiniz lütfen...
Bırakın Malatya’yı tanıtmayı ve yazmayı Allah aşkına kaç tanesi kısa künye yapmayı biliyor.
Kendisini ifade edemeyen bu zevat mı Malatya’yı tanıtacak?
HABABAM FESTİVALİ YAKLAŞIYOR
Gelelim Malatya Film Festivali denen heyulaya.
Başlatıldığı ilk günden beri takip etmeye çalıştığım ve defalarca da yazı konusu ettiğim festivalin bu yıl da yine sözüm ona lansmanı İstanbul’da yapıldı.

Büyükşehir belediye başkanımızın twetter hesabından servis ettiği fotoğrafa bakinca sinemacı olarak tek bir kişiyi göremedim. Amma ve lakin her yıl yapılan festivalin olmazsa olmaz baş konukları olan “Hababam Sınıfı Figuranları” yine sahnede yerlerini almışlardı.
Nedense bunlarsız olmuyor, olamıyor...
Daha önce de yazmıştım buradan da tekrar edeyim. Siz en iyisi bu festivalin adını değiştirin. Hababam festivali denilmez belki ama figüran festivali diyebilirsiniz mesela...

Bakın kıymetli okurlar,

Malatya Film Festivali Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından maddi olarak desteklenen ve sinema otoriteleri tarafından adından övgüyle söz edilen “marka festivaller" arasında adı her geçen gün önem kazanarak çıtayı yükseklere hedefliyordu.
Ne yazık ki bu yıl yapılacak yapılmayacak kararsızlığı içinde nihayet yapılması yönünde karar alınarak, sinema sektöründe karşılığı olmayan bir amatör sinemaseverin inisiyatifine teslim edilerek Malatya’ya büyük bir kötülük yapılmıştır.
Teknik kısımlarına ve ayrıntılarına burada değinmeyeceğim.
Hayatında bir tane festivale katılmamış ve ömründe “sünnet düğünü organizasyonu” bile yapmamış, hevesli genç bir adama koskoca ulusal (bu yıl uluslarası kısmı iptal edildi) bir festivali teslim ediyorsunuz. (Bu konuyu ayrı bir yazıda etraflıca tartışabiliriz)
Bari bu yıl yapmasaydınız. Hiç değilse elinizde geçerli bir “mazeret” varken...
Tüm bu olup bitenlere sadece ben mi hayret ediyorum bilemiyorum. Lakin bildiğim bir şey var ki bu toplum vurdum duymaz olmuş. Hemen herkes kör, sağır ve dilsizleri oynuyor.

Hepsi bir yana. Bu ilin iyi kötü basını, STK’sı var. Bu ilin milletvekilleri var. Neden hiçbiri çıkıp ta demiyor "yahu ayıptır günahtır, evlatlarımız cephede çarpışırken bizler burada nasıl eğleniriz..."

Sahi neden sormuyorsunuz sayın Veli Ağbaba,
Neden susuyorsun sayın Mehmet C. Fendoğlu,
Ya siz sayın Öznur Çalık,

Sayın Ahmet Çakır ,
Sayın Bülent Tüfenkci,
Sayın Hakan Kahtalı...

Lütfen yani! Çıkın biriniz konuşun...

Deyin ki yanlış yapıyoruz.
Vatandaşa ayıp, seçmenlerimize günah!
Ya Ak Parti il başkanımız İhsan Koca nerede?

Ak Parti teşkilatı görmüyor mu? Ya sayın Cumhurbaşkanımız...
Sahi, kimse mi bilmiyor, duymadı?..

O halde ben görevimi yapıp duyurmuş olayım. Arz ederim efendim. Saygılarımla...

2 Ağustos 2019 Cuma

Büstünüzü de dikin tam olsun!

 Geçtiğimiz aylarda yapılan yerel seçimler sonrası Malatya Birleşik Devletleri Başkentini yönetecek olan Gocaşehir Belediyemiz Ser Başkanlığına halkın büyük bir teveccühü ile ve aynı zamanda rekor bir oyla Battalgazi'nin ve Seyyid Selahaddin-i Eyyubi'nin torunu ve adaşı 4. Selahattin Gürkan, seçilerek şaşalı bir törenle tahta oturmuştu .

Gürkan, selefi Ser Başkanların yapmış oldukları hizmetlerin gölgesinde kalmamak için ivedi bir şekilde “ekip kurma" telaşına düşerek bilumum hısım akraba ve yeğenlerine alan açabilmek için azami gayret gösterdi. Medyaya yansıyanlara bakınca da görüyoruz ki bu konuda epey bir mesafe almış ve başarılı(!) olmuştur ...
Örneğin ortaokul ve lise mezunlarından oluşan profesyonel(!) bir kadro ile kentin sorunlarını masaya yatırıp gece gündüz yirmi dört saat mesai mefhumu gözetmeden asli(!) İşleri bir kenara bırakıp daha ivedi ve elzem bir sorun olan asgari ücretli taşeron işçilerin maaşlarını düzenlemekle işe başlamıştır.
Taşeron işçilerin yol ve yemek parasını kaldırıp mesai ücretlerini ödemeyerek belediyeyi büyük bir külfetten kurtarmıştır(!) Halkın büyük bir memnuniyetle karşıladığı bu tür uygulamaların devamı da gecikmedi. Temsil 657 Sayılı Devlet Memurları yasasını yeniden yorumlayarak “Yaz Dönemi Kıyafet Uygulaması” yönetmeliğini rafa kaldırarak bizzat kendisi bir genelge yayınlayıp “Kılık Kıyafet Disiplinine Uyulması” için tüm çalışanlar haberdar edildi.
Burada diyebilirsiniz ki “Türkiye Bir Hukuk Devletidir” bakanlığın genelgesi yürürlükte iken yasanın üzerinde bir tasarrufu idare yapamaz.
Böyle düşünmekte haklı olabilirsiniz lakin Türkiye Hukuk Devleti ise burası da “Malatya Birleşik Devletleri 4. Selahattin” krallığıdır. Mühür kimde ise kral, pardon ser başkan odur...

Ser Başkanın liyakat ve ehliyetli profesyonel kadrosu harıl harıl işçi maaşlarını düşürecek formüllerle uğraşadursun yıllardır belediyemizin çeşitli birimlerini yönetmiş üst düzey bürokrat kesimi de boş durmuyor kıskançlığından(!) Birer ikişer istifa ederek koltuklarını haleflerine devrediyordu...
Gürkan ve profesyonel ekibinin ilk icraatları elbette bunlarla sınırlı değildi. Yeri geldikçe hepsini sırayla anlatacağız lakin sizlere bir örneklik olması babında bir örneği daha burada hatırlatmak isterim.
Biliyorsunuz Battalgazi Belediyemiz Askerlik Şubesini belediyemiz adına devir almış ve burasını yeniden restore ederek şehrimize bir “Kent Müzesi” kazandırmıştı. Bu işin mimari olan 3. Selahattin Gürkan Gocaşehir Ser Başkanlığına seçilince müzeyi de beraberinde getirip Kent Müzesini Büyükşehir Kent Müzesi olarak dönüştürmüştü.
Olabilir, kendi eseridir dilediği gibi tasarruf edebilir diyebilirsiniz. Haklısınız, bizimde bu konuda diyecek bir sözümüz yok ne var ki gördüğümüz eksikliği yazmazsak olmaz.
Kent Müzesini göreniniz vardır umarım. Ben görenlerin yalancısıyım. Kent Müzesinde “endemik" bir köşe var, “Selahattin Gürkan Köşesi”... Sayın Ser Başkanın çalışma masası, gömleği, kravatı ve kol düğmeleri olan köşeyi diyorum...
Çok nezih bir köşe olmuş lakin çok eksikliği var.
Öncelikle “Tarihi bir şahsiyet” olam Ser Başkanın masada oturur ve mümkünse telefonla cumhurbaşkanımızla görüşür halde bir balmumu heykeli olmalıydı. Bu büyük bir eksiklik olmuş. Müzeyi gezenlerin “Başkanla Hatıra Selfi" çekebilme olanağının bulunmaması yeri doldurulamaz büyük bir eksikli
Bu uyarımızdan sonra Sayın Ser Başkan hazretleri Kent Müzemize “4. Selahattin Gürkan Balmumu Heykeli" ve Büyükşehir Belediyemiz önüne de ivedi bir şekilde bronz bir büstünü dikerek hem tarihi bir şahsiyet olduğunu tesciller ve hem de “Kendi Büstünü Sağlığında Diken" tek başkan olarak ayrıca tarihe geçerek biz sevenlerine büyük bir gurur yaşatır...
Gurur demişken bugünlerde gerçekten gururumuzu okşayan gelişmeleri de görüyor ve Malatyalı olmakla binlerce kez övünüyoruz.
Biliyorsunuz yerel seçimlerde büyük bir başarıya imza atmış ve Türkiye ikinciliğini ilimize kazandıran sayın başkana Cumhurbaşkanımız tarafından “Rabia” plaketi bizzat takdim edilmişti.
Büyük bir oy alarak iki (aslında üç) ilçe kaybetmiş bir il örneğini tarihte görmek mümkün değildir. Dolayısıyla da böyle bir başarı hiç şüphesiz alkışlanmalı ve elbette takdir edilmelidir.
Bu başarı aynı zamanda tek bir kişinin değildir elbette. Başta Ak Parti il ilçe yönetimi, gençlik ve kadın kolları olmak üzere tek vücut çalışan milletvekillerimizin de başarısıdır.
Özellikle sayın Çalık bu işin yegane ve yek mimarıdır. Tüm yakın akraba ve aile fertlerini kritik görevlere atayarak başarısının semeresini fazlasıyla almıştır ve almaya devam etmelidir. Sırada uzak akraba ve yandaşları vardır ki bunlarda zinhar ihmale gelmez.
Bal tutan parmağını yalamalıdır ve şüphesiz devletin malı denizdir ve yemeyen de...
Ne diyorduk; başarı ödüllendirilmesini irdeliyorduk öyle mi?
Sayısal ve nicelikli bir başarının mimarı olan bir kente sabık bir başbakan gelmeli ve Ser Başkanın öve öve bitiremediği Çınar Parkta gençlerle buluşup kadeh tokuşturmalı pardon karşılıklı çay içilmeli ki başarı taçlansın.
Öyle de oldu... Eski Başbakanlardan ve son Başbakanımız Binali Yıldırım ilimize teşrif ederek “kankaları” ile hasret giderdi. Yanında tüm bölgelerimizin “seçilmiş” vekilleri ve kalabalık bir protokol ekibi olmak üzere ilimizin ve kentin övünç kaynağı vekillerimiz ve başkanlarla çaylarını yudumlayarak “çifte kavrulmuş maaşlarını” nasıl artıracaklarını ve seçimlerde yapılan harcamaların vatandaşla zam olarak nasıl yansıtacaklarıyla ilgili plan ve projelerinden bahsettiler...
Eski ve Son Başbakanımız ve milletvekili ordusuyla yapılan ziyaretler yetmemiş olmalı ki son dört yılda yedi kez ilimizi şereflendiren Sayın Cumhurbaşkanımızın da bayramdan sonra şehrimize teşrif edeceği müjdesi ile göğsümüz kabardı...
Bugünlük bu kadar gururlanma yeterli. Bugün aslında sizlere son yedi sekiz yılda yapılamayan hizmetlerin yeni seçilen Ser Başkan ve ekibi sayesinde nasıl birer birer ele alınıp çözüme kavuşturulduğundan bahsedecektim nasip değilmiş. Onları da inşallah bir sonraki yazımda sizlere aktarayım da siz garipler biraz sevinin.
Bakarsınız Sayın Cumhurbaşkanı Ser Başkanımızın bronz büstünü kendi eliyle açar. Kim bilir...

18 Temmuz 2019 Perşembe

Dünya Bizi Kıskanıyor(!)

 Beş yıl aradan sonra yeniden başlatılan Malatya Fuarı, ülkemiz sınırlarını aşarak uluslararası kamuoyunun da gözlerini Malatya'ya çevirmesine sebep oldu.

Müzik dünyasının gelmiş geçmiş en büyük sanatçıları olan Aydın Aydın, Mehmet Balaman, Selahattin Alpay ve Ümit Besen gibi onlarca kez Grammy Ödülleri almış sanatçıların fuarda sahne almış olmaları ülkemiz ve Malatya için büyük bir prestij kaynağı oldu.
Öncelikle şimdiye kadar hiçbir yerel idarecinin düşünemediği ve adeta dünyada bir ilki başararak şehrimizin tanıtılması noktasındaki çabaları için Sayın Başkan ve değerli ekibini kutlamak isterim..
Malatya kamuoyu yıllardır büyük bir özlem ve hasretle Aydın Aydın ve avanesinin Malatya'mızı şereflendireceği günü iple çekiyordu. Bu duruma kayıtsız kalamayan koca şehir belediyemiz hemen kolları sıvayarak deniz kenarında pardon göl kenarında bir fuar düzenleme kararı aldı.
Öncelikli olarak ülkemizin içinde bulunduğu ekonomik darboğaz ve dolayısıyla da yapılan tasarruf tedbirleri dolayısıyla da fuar için 44 sanatçı yerine 43 sanatçı davet edilerek ekonomik anlamda da büyük bir savurganlığı önlemiş oldular.
Yapılan bir dizi toplantı ve istişareler sonucu davet edilecek sanatçılar belirlenirken her fuar ve sünnet düğünlerinin vazgeçilmezi olan Kahtalı Mıçı ağabeyimizin bu fuara davet edilmeyişi üzüntümüzü artırmış olsa da Mehmet Balaman ve Selahattin Alpay’ın kadroda yer alması bir nebzede olsun üzüntümüzü hafifletti.
Nihayet fuar günü gelip çattı ve Malatya bölgemizden şehrimize akın eden müzikseverler otellerde yer bulamayınca kapalı spor salonu ve MABEK çadırlarına yerleştirilerek konaklama sorunu bir ölçüde çözüldü.
Bir kısım ziyaretçi de yanlarında getirdikleri kamp çadırlarını şehrimizin muhtelif parklarında açarak açık havada gecelemeyi seçti. Ancak tatsız bazı hadisleri saymazsak büyük bir sıkıntı yaşanmadı.
Yaşanan bazı münferit olaylar ise tamamen konukların kendi aymazlığı ve sorumsuzluğu nedeni ile ortaya çıktığını hemen belirtmiş olalım.
Örneğin yanlarına “ördek” ve boş şişe almayan konuklar camilerin tuvaletlerinin gece kapalı olduğunu bilmeleri lazımdı. Ayrıca dünyanın herhangi bir parkında tuvalet zaten bulunmaz, bunu bilmemelerine olanak yok. Neyse ki belediyemiz vaktinde müdahale ederek çimlerin üzerine sinen kokuları bir şekilde önleyerek bir salgın tehlikesini bertaraf etti…
Kortej yürüyüşü ile başlayan fuarın ertesi günü halkımız sahne alan dünya starlarını görmek için akın, akın yollara düştü. Kimi atlı kimi yaya yollara düşen kalabalık büyük bir izdihama da sebep oldu. Fuar alanında onlarca sinek ve karınca telef oldu.
Uluslararası sanatçıları görmek için tatilini yarıda bırakanlardan tutun da önceden planladıkları programı iptal ederek fuara katılabilmek için uçak biletini yakanları bile görmek bizleri ziyadesiyle memnun etti.
Belediyemiz fuar komitesi ise yaptığı değerlendirmede; “böylesi bir teveccühle karşılaşacağımızı beklemiyorduk. Sağ olsun vatandaşlar (en azından belediyemiz çalışanları) bizleri yalnız bırakmadı. Nasip olursa önümüzdeki dönemde fuarı bir sahil beldesi veya Hawaii, o da olmadı Papua Yeni Gine’de yapmayı planlıyoruz. Halihazırda vatandaşlarımızı fuar alanına ücretsiz taşıyoruz. Hal böyle iken hiç değilse bir sahil kentine fuarı alırsak daha isabetli bir iş yapmış olacağız. Yıllardır tatil özlemiyle yanıp tuştan personellermiş Ankara Tanıtım Günleri, İstanbul günleri derken helak oldular. Bir sahil tatili veya yurt dışı tatili hepimize iyi gelecek.” Dedi.
Yetkili konuşmasının devamında “ülkemizin içinde bulunduğu durum malumunuz aynı zaman da belediyemizin de bakkal kasaba borcu gırtlağı aştı. Bizden öncekiler diğer mahalle bakkallarına bile borç takmışlar. Haliyle bizde bir dizi ekonomik tedbiri hayata geçirmek için öncelikle çalışanlarımızın anlayışlarına sığınarak onların yemek parası, mesai parası ve ulaşım kartlarını iptal ederek örnek bir uygulamayı hayat geçirdik” dedi.
Yetkili belediyemiz iktisadi teşekküllerinde çalışanların her bayram almış oldukları yaklaşık 300 lira civarında sosyal yardım desteğini ve her yıl aldıkları yarım maaş ikramiyelerin de bu yıldan itibaren ödenmeyeceğini sözlerine ekledi.
Burada anlatılan ve daha başka tedbirlerle çalışan garibanın boğazından kesip üçüncü sınıf bar, pavyon sanatçılarına milyonlar vererek fuar yapıp belediyemizin borcunun ödendiği başka bir şehir ve ülke yoktur. Malatya yine tarih yazmıştır ve yazmaya devam etmektedir.
Siz söyleyin dünya bizi kıskanmasın da ne yapsın….
 

13 Temmuz 2019 Cumartesi

Bu Yazının Başlığı Yok

  Islâm geleneğini kirleten ve çöküntüye sebep olan bidat ve hurafelere ilişkin eleştiriler yapıldığında ilk önce bilinçsiz sözde müslümanların hedefi olup saldırıya uğramakla kalmıyor aynı zamanda "din düşmanı kâfir" olmakla itham edilerek yaftalanıyoruz.

Indirilen din yerine uydurulan bir dine ve ritüellere kayıtsız şartsız ve hiç sorgulamadan iman ve itaat etmeyi esas alan ve iktidar sahiplerini kutsayarak meşruluk sağlayan ve güce biat etmenin dindarlık kabul edildiği ülkemizde her yüz müslümandan doksan beşinin kuran-i kerimi mealinden bir kez dahi okumadığını söylersek nasıl bir dini cehaletle karşı karşıya olduğumuz anlaşılır.
Vahyin ışığında ezeli hikmetin ruhunu kavrayamayan ve kuran-i bir islamdan uzak tarikat, cemaat ve ruhban ağırlıklı bazı "din tüccarlarının" sermayesinin finansörü olan günümüz müslümanları bu gidişle daha çook FETÖ ve türevi örgütlerin büyüyüp ülkemiz insanın dini hassasiyetinin istismarına göz dikeceğini bir an olsun aklımızdan çıkarmamalıyız.
Ne hazindir ki ilk emri "oku" olan bir dinin mensupları okuyup araştıracağı yerde bu tür şaklaban din simsarlarının ekmeğine yağ sürmektedir. Ve üstelik kuran-i kerim defalarca " akletmez misiniz", "düşünmez misiniz" vurgusunu yaparak insanın nankörlüğü ve zayıflığına dikkat çekerken bizler nasıl oluyorda bu kadar aymaz olabiliyoruz...
Müslüman şuur sahibi olmalıdır. Her yazılan ve soylenileni doğru kabul etmek yerine araştırmalı, sorgulamalı ve eleştirebilmelidir.
Güçün yanında değil mazlumun yanında olmalıdır.
Güçlüden yana değil haklıdan yana olabilmelidir.
Her yazdığı ve söylediği adalet üzere olmalı ve bu uğurda gerekirse bedel ödemeyi göze almalıdır.
Tiranların, zalimlerin ve zorbaların her yaptığını alkışlamak yerine doğruları sadece doğruları haykırabilmelidir...
Birilerinin saltanatını sağlamlaştırmak ve meşrulaştırmak bir mümin ve müslüman duruşu değildir.
Musluman bazen bir Ömer, bazen Ali, bazen Hüseyin olabilmektir.
Ve herhalükarda EBUZER olabilmektir.
Bu vatan toprağını bizlere emanet kılan ve sancağı imanlı nesillerin eline bırakan atalarımızın kanlariyla suladığı ülkemiz sınırlarında bugün emperyalizm kirli bir savaş sürdürüyor.
Bu savaş bugün sadece silahla yapılmıyor.
Akılla, bilimle, teknoloji ve parayla yapılıyor.
Çok uluslu şirketlerin ürettikleri ürünlerin pazarı olan ülkemiz ve asli müşterileri olan bizler aslında kendi ülkemizin geleceğini tehlikeye attığımızın farkında bile değiliz.
Bu topraklarda yaşamanın bir bedeli olduğunu unutuyoruz.
Öncelikle milli kimliğimizin farkında olmalıyız. Bu topraklarda yaşamış medeniyetleri ve bilhassa yakın tarihi çok iyi okuyup araştırıp ve üzerinde düşünmeliyiz.
Geleceği kurgulamak ve dedelerimizden aldığımız bu emaneti çocuklarımıza sağlıklı bir şekilde taşıyabilmek için halkımızın birleştirici hamuru olan güzel dinimizi doğru anlamalıyız.
Islamın sancağını devralan atalarımız önce Selçuklu sonrasında Osmanlı olarak Adriyatik kıyılarına kadar adalet götürebilmişlerken bizler nasıl oluyorda elimizde kalan son vatan topraklarını FETÖ, PKK ve uluslararası taşeron örgütlerin cirit attığı bir ülke haline getirebildik.
Dört mevsimin aynı zamanda yaşandığı kadim Anadolu coğrafyası neden ve nasıl bu kadar geri kalabildi.
Dünya tahıl ambarı olan ülkemiz üretmeden tüketerek nasıl güçsüz bırakıldı.
Bizler inandığımız dini yanlış anladığımızdan olmasın.
"Hiç ölmeyecek gibi dünyaya yarın ölecekmiş gibi ahrete çalışın" diyen peygamberin ümmeti çalışmanın sadece ibadete çalışmak olduğunu zanneti ve dünyayı unuttu. Sahte hocalar eliyle adeta bu dünyaya sadece ahret hazırlığı ve tapınma için gönderildiğimiz öğütlenerek toplum uyuşturuldu.
Bu uyuşan toplum tüm değerlerini kaybederek önce asli dinini sonra da kişiliğini kaybetti.
Kimliksiz, kişiliksiz bir nesil bugün sosyal medyanın esiri durumuna düştü.
Dini değerlere uzak, tarihten ve felsefeden bihaber yaşadığı coğrafyadaki toplumların sosyolojisini ve kültüründen zerre haberi olmayan ve en acısı böyle bir sorunsalı dahi olmayan bireyler yetiştirdik.
Bir-kac fakülte ve okul bitirebilen ancak okumayan bir gençlik bugün cafelerde lay lay lom baba parasıyla zevki sefa peşinde.
Yarın nelerin olabileceği hakkında bir fikre dahi sahip değiller.
Bu gençliği yarınlara nasıl hazırlayacağız?
Değerlerini kaybetmeden ve sorumluluk alabilen bir gençliği nasıl inşa edeceğiz?
Bu sorulara cevabınız elbette "eğitimle" olacaktır.
Peki okullarımız, fakülteler yeterince eğitim verebiliyorlar mı?
Söyleyin lütfen, bugün ekonomik bir sektör haline gelmiş olan egitim kurumlarının böyle bir derdi var mı?
Yahutta bu eğitim kurumlarının öğretmenleri kendileri okuyorlar mı yani gerçekten bulundukları mevki ve makamları hak ediyorlar mı?
O geldikleri mevki ve makamlara gerçekten yetkin oldukları için mi gelmişlerdir veyahutta birilerinin "etekleri altına girerek" referansla mı gelmişlerdir.
Balık baştan kokar misali ne bu hocaların verdiği eğitim insanımızın ufkunu acar ne bu fakültelerden çıkan öğrenciler geleceğimizi inşa eder.
Sonuç olarak islâm dini tüm inanlara emir kipiyle sesleniyor "OKU" diyor.
Değerli genç kardeşlerim!
15 temmuz ve darbelere bir daha sahir olmak istemiyorsan ve bu ülkenin tam bağımsız ve demokratik bir ülke olmasını gerçekten istiyorsan sana büyük bir iş düşüyor.
Okumalısın kardeşim.
Hen dinini doğru okuyup öğrenmelisin hem tarihini ve kültürünü.
Unutmayın okumak özgürleştirir. Sen özgür olursan ülken de özgür olur...

23 Haziran 2019 Pazar

Atı Alan Üsküdar'ı Geçti, Geç Kaldınız...

 Sayfamı takip edenleriniz bilirler; seçim öncesinden beri suskunluğumu ve sakinliğimi muhafaza etmeye çalışıyorum. Zira seçim süreçlerinden henüz çıktık ve seçilen başkan veya başkanların neler yapabileceklerini herkes gibi bir görelim ve ona göre gardımızı belirleyelim diye düşünüyordum..

Ne var ki bazı durumlarda sessiz kalmanın “zulme ortak olmak” anlamına da geleceğini bildiğimizden “suya sabuna dokunmadan” temel bazı sorunlara dikkat çekmemizin elzem olduğuna kani olarak sosyal medya hesaplarımızdan kısaca düşüncelerimizi paylaşmayı sürdürdük.
Mesela 29 Mayıs tarihli paylaşımımda aynen şunları söylemişim;
“MANAV TEZGÂHINDA SATILAN KAYISILAR MALATYA KAYISISI DEĞİLDİR
Malatya'nın ismiyle müsemma tek ürünü olan Malatya Kayısısı neden sahipsiz?
Hepinizin malumu olduğu üzere Malatya Kayısısı Haziran ayı ortalarına doğru yenecek duruma gelir. Oysa Mayıs ayında Manav tezgâhlarında turfanda olarak "Malatya Kayısısı" etiketli kayısılar görüyoruz.
Akdeniz ikliminin hüküm sürdüğü Mersin’in Mut ilçesinden ve kısmen de İran üzerinden yurda sokulan kayısılar manav ve marketlerde Malatya Kayısısı etiketiyle satılmaktadır.
BUNUN ADI DÜPEDÜZ SAHTEKÂRLIKTIR
TÜKETİCİYİ YANILTMAKTIR
Öyleyse bu duruma kim DUR diyecek?
Kayısı Araştırma Enstitüsü
Malatya TSO
Malatya İl Tarım Orman Müdürlüğü
Malatya Valiliği
Malatya Belediyesi
Ve üniversitelerimiz ne iş yaparlar?
ORTAK bir DEKLARASYON yayımlayıp 81 il Valiliğine gönderilemez mi?
Tüketici dernekleri ve belediyelerin zabıta ekipleri aracılığı ile TÜKETİCİYİ YANILTARAK HAKSIZ KAZANÇ SAĞLAYANLARA cezai müeyyide uygulanamaz mı?
Çok mu zor bunu yapmak...
Böyle bir hamle ile belki nihai bir sonuç elde edilemez ancak bir ölçüde önü alınabilir ve kamuoyunun bilinçlendirebilmesi için bir başlangıç olabilir.
Kamu spotu hazırlanarak yerel ve ulusal kanallarda yayınlatılması sağlanabilir...
Yeter ki bu konuyu sahiplenip irade gösterelim.
Her gün siyaset yazıp konuşmak yerine sorunlarımıza eğilmenin sırası gelmedi mi?
SİYASİLER VE İLİ YÖNETENLER BU KONULARI NE ZAMAN GÜNDEMLERİNE ALACAKLAR
HADİ ARTIK BİRİNİZ ÇIKIN VE BU MESELEYİ ÇÖZÜN”

Evet değerli okurlar. Bu satırların sahibi ve aynı zamanda sizler gibi Malatyalı olan bu kardeşiniz yukarıda okuduğunuz yazıyı Mayıs sonu yazmışım. Yani manav tezgâhlarını kayısılar süslemeye başladıktan hemen sonra…
Nihayet bugün TSO yönetimi bir bülten göndererek yazıda belirttiğim şekilde 81 il valiliğine ortak bir yazı göndererek güya duruma müdahil olmuştur.
Malatya TSO;
Türkiye’de ve dünyada coğrafi tescile sahip, marka değeri olan kayısının ticari kaygılarla, etiket oyunları ile tezgâhlarda değerinin düşürülmemesi adına çalışma başlatan Malatya Ticaret ve Sanayi Odası 81 ile yazı gönderdi.

TOBB Yönetim Kurulu Üyesi ve Malatya Ticaret ve Sanayi Odası (MTSO) Yönetim Kurulu Başkanı Oğuzhan Ata Sadıkoğlu, Ticaret Borsası tarafından düzenlen “Kuru Kayısı İstişare Toplantısı”nda yaptığı konuşmada, “Malatya Kayısısı adı altında satılan sahte ürünlere yönelik çalışmalar yaparak kanuni haklarımızı sonuna kadar koruyacağız.

demiş ve 81 ilde kurum ve kuruluşlara yazı gönderdiklerini belirtmişti.

81 Vilayette Valilik, Belediye Başkanlığı, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliğine bağlı Oda ve Borsa Başkanlıklarına, Türkiye Bakkallar ve Bayiiler Federasyon üyelerine, Türkiye Sebzeciler, Meyveciler ve Seyyar Pazarcılar Esnaf Sanatkârlar Federasyonu’na bağlı odalara gönderilen yazının bu linkten okuyabilirsiniz.
E o zaman günaydın demezler mi?
Biraz erken(!) olmadı mı?
Atı alan Üsküdar’ı geçmişken sen 81 il valisine bilgi versen ne olacak vermesen ne değişecek…
Mersin Mut ve İran kayısıları hâlihazırda zaten bitti.
Bu tarihten sonra satılan kayısılar ya Malatya kayısısı olur veya birkaç haftaya Kars bölgesi kayısıları da tezgâhlarda olur.
Büyüklerimizin dediği gibi “demir tavında dövülür”…
Siz bu önlemi henüz turfanda kayısılar manav ve marketlere ulaşmadan yapacaktınız. Geç kaldınız muhterem geç!
*
Sonuç olarak değerli okurlar meselenin “iyi” noktasından ele alacak olursak en azından ve hiç değilse bir “kararlılık” olduğu aşikâr. Bir iyi niyet göstergesi ve çözüm üretilmesi adına yine de bu tutumun alkışlanması gerekir.
Zira bu musibetten ders almış oluruz yeni bir nasihate ihtiyaç hâsıl olmadan her yıl mayıs ayı ortalarında bu genelge/yazı veya adı her neyse muntazaman yenilenir ve tüm illerimizde vatandaşlar bilgilendirilmiş olur.
Sözün özü bizler bu kentin sakinleri olarak kentimizin çıkarlarını koruyamazsak başkasının umurunda mı? El elin eşeğini türkü söyleyerek arar misali bizler kendi sorunlarımı başkanına havale etmeden bizatihi kendimiz çözmeliyiz.
Sorunu geç de olsa gündemlerine alan başta Malatya TSO Başkanı Sayın Sadıkoğlu ve emeği geçenleri kutluyorum. Memleketimize hayırlı olur inşallah…
 

2 Mart 2019 Cumartesi

Tarımsal Kalkınmada Ovacık Modeli...

 Tanzim Satış, ucuz gıda ve yerli üretimin sıkça konuşulduğu bugünlerde yakında belki de literatüre girecek olan bir kavramla karşı karşıyayız; "Ovacık Modeli"

Kamuoyu tarafından "Komünist Başkan" olarak ün yapan Tunceli’nin Ovacık İlçesinin Komünist Partili Belediye Başkanı Mehmet Fatih Maçoğlu, göreve geldiği günden beri kamuoyunun ve sosyal medyanın gündeminden düşmüyor. Türkiye’nin tek komünist partili başkanı olması değil onu gündemde tutan. O asıl yaptıklarıyla ve enteresan uygulama icraatlarıyla kamuoyunu meşgul ediyor.
Seçildiği günden itibaren makam arabası kullanmayan, vatandaşlara suyu ve ulaşımı ücretsiz sağlayan ve hepsinden önemlisi geliştirdiği üretim modeliyle hem işsizlik sorununu çözen ve ilçede yüksek öğrenim gören gençlere karşılıksız burs sağlayan dikkate değer bir şahsiyet.
İşsizlik sorununu çözmek için yerli tarım ve tohuma dayalı üretim projesiyle atıl durumda bulunan hazine arazilerini tarım arazisi haline getirerek özellikle bakliyat üretmek üzere kolları sıvamaya başlamış. Nohut ve fasulye başta olmak üzere yörenin tut ve pekmezini de değerlendirip paketleyecek hem belediyenin internet sitesi üzerinden “online” satış yapıyor hem de üretim ve paketlemede çalıştırdığı ev hanımı ve yöre insanına istihdam sağlıyor.
Belediye bünyesinde oluşturulan kooperatif eliyle toplanan ürünler İstanbul başta olmak üzere tüm şehirlere kargo ile yollanıyor.
Tamamen doğal ve organik bir üretimle elde edilen tarımsal ve hayvansal gıdalar ülkemizin her yöresinde tercih edilen ürünlerin başında geliyor.
Dersim yöresinin geniş ve endemik bitki çeşitliliğinin zengin polenlerinden üretilen doğal çiçek balı en çok rağbet gören ürünlerden.
Yörenin tabi güzellikleri turizmi de beraberinde getirmiş. Kamp çadırını alıp gelen doğa meraklısı gençler çektikleri fotoğrafları sosyal medyada paylaşarak daha çok yerli turistin de gelmesini sağlıyor. Bu kapsamda da rafting ve doğa yürüyüşü yapmak isteyenlerin ilk gözde yerlerinden birisi olmaya aday bir ilçeye yıllık 100 000 (yüz bin) yerli turist geldiğini söylersek ne demek istediğimiz anlaşılır...
Bunları niçin yazdım?
Öncelikle şunu hemen belirteyim ki amacım hiç tanımadığım ve dünya görüşüne bile katılmadığım birisine güzelleme yazmak değildir düşüncem.
Hani bir kişi ne değiştirir deriz ya her konuşmamızda. İsterseniz bir kişi olsak bile çok şeyler başarabiliriz demek istiyorum. Yeter ki kendimize ve ülkemiz insanına fırsat verelim ve güvenelim.
Yaklaşık on beş yirmi sene öncesine kadar hep şununla övünürdük. Diyorduk ki "Türkiye kendi kendisine yetebilen beş ülkeden bir tanesi"... Yani dışarıdan hiçbir ürün almasak bile ürettiklerimiz kendi insanımıza yetebiliyordu.
Bugün geldiğimiz noktada ağır sanayi ürünleri bile üretmeye başladık. Silah sanayi başta olmak üzere çeşitli makine ve teknoloji yatırımları yapabiliyoruz. Şüphesiz ki bunlar çok önemli gelişmeler. Ne var ki bunları üretmek tek başına yeterli olmuyor.
Bir zamanların "tahıl ambarı" olan Anadolu toprakları bugün atıl vaziyette.
Yerli tohumculuğumuz bitti. Tarım ürünlerini dışarıdan alıyoruz. Kırmızı mercimeğin anavatanı Urfa ovasını boş tutarken Kanada’dan mercimek ithal ediyoruz.
Bereketli hilal olarak bilinen Kadim Mezopotamya arazilerinin tamamına yakın kısmında yerli üretim yapılmıyor. Yapılan kısmında ise toprağı yanlış sulama ve kimyevi gübre ile zehirledik. Âdeta ürettiklerimizle kendimizi zehirleyip hasta ediyoruz.
Genleri değiştirilmiş ve tohum vermeyen sebze ve meyvelerin tohumları için başta İsrail olmak üzere çok uluslu şirketlere milyonlarca dolar ödüyoruz.
Kendi coğrafyamızın iklim özelliklerine uygun Anadolu tohumu yok edildi.
İlk defa bu adim ABD kaynaklı Marshall yardımları çerçevesinde süttozu, margarin, kepeği alınmış beyaz un ve benzeri gıdaları soframıza aldık. Ne idüğü belirsiz süttozunu içine su katarak okullarda kaynatıp çocuklarımıza içirdik... Anadolu’da adı duyulmamış hastalıklar bu tarihlerden itibaren görünmeye başladı.
Hasta olunca bu sefer bize güya hastalığı tedavi eden ilaçları satmaya başladılar.
Doğal ve sağlıklı ürünlerle yaşamını sürdüren ve bazısı ömürlerinde bir kez bile ilaç ve doktor yüzü görmeyen halkımızın bugün hangi hastalıklarla uğraştığını söylemeye lüzum yok.
ABD, İngiliz ve İsrail üçlüsünün oluşturduğu sözüm ona çok uluslu şirketler bugün tüm dünyayı bu şekilde tarım ve ilaç eliyle hasta ederek kasalarını dolduruyorlar.
Bugün köylümüzün bir tek kurtuluşu var.
İlaç ve gübreyi terk ederek atasından dedesinden gördüğü yöntemlerle yeniden üretime yönelmek… Başka kurtuluşumuz yoktur.
Bu toprakların otlaklarında yetişen yerli küçük havan sığırlarımızı ülkenin et ihtiyacını ve topraklarımızda yetiştirdiğimiz tahıl ve sebzelerimiz sofralarımızda yer alarak temel gıda maddelerimizi karşılama yoluna gitmeliyiz.
Kalkınmanın yegâne yolu ve tek yolu üretimdir. Gençlerimiz iş aş sahibi olsun istiyorsak ve çocuklarımız sağlıklı büyüsün istiyorsak yerli üretimi yeniden canlandırmalıyız.
Bu parti ve siyaset meselesi değildir. Hangi partili olursak olalım hepimiz elimizi taşın altına koymalıyız.
Ekonomi literatüründe "Fordist ve Taylorist" üretim modelleri vardır. Bunun öncesinde ise klasik Anadolu üretim tarzı olan geleneksel üretim tarzımız vardır. Ovacık belediye başkanı dünyayı yeniden keşfetmemiştir şüphesiz. Onun yaptığı yerli üretimi yeniden canlandırmak modelidir. Belki bu modeli akademi çevresi "Ovacık Modeli" olarak yeniden literatüre sokacaktır.
Değerli okurlar
Söz konusu tarım ve üretim olunca bir yazıyla meram anlatmak imkânsız.
Gıda ve ilaç üzerinden ülkemiz başta olmak üzere bizim gibi ekonomisi zayıf ülkelere gıda ve ilaç baronlarının neler yaptıkları hakkında kıymetli yayınlar mevcut.
Sizlere Ismail Tokalak'ın "Dünyada Gıda ve ilaç terörü" ve Soner Yalçın'ın Saklı Seçilmişler kitaplarını önerebilirim.
Bahsettiğim kitapları okuduğunuzda zeytinyağı üretimi, buğday, haşhaş, kenevir, tütün ve şeker pancarı üzerinden ülkemizi nasıl istila ettiklerini göreceksiniz.
Son bir hatırlatma yapmadan geçemeyeceğim.
Hatırlarsanız geçtiğimiz günlerde Tanzim Satışlar üzerine sosyal medyadan küçük bir paylaşım yapmış ve “birileri yine hinlik peşinde” demiş ve eklemiştim. Özetle “geçtiğimiz aylarda soğan patates üzerinden yapılan spekülasyonlar üzerine hükümet hemen patates ithalatı izni vermişti. Urfa'da üretilen patatesler kağıt üzerinde güya Suriye'den alınmış gibi yapılarak birileri zengin edilmişti. Daha sonra medyaya yansıdığına göre bu işe Urfalı tarım bakanının adı karışmıştı. Benze durumlar et ithalatı ve başka uygulamalarda da yaşanmıştı...” ifadelerini kullanmıştım. Yazının sonunda da tanzim satış düşüncesinin arkasından bir çapanoğlu çıkmasın. “Memleketimizin güzide bakir hazine arazileri profesyonel üreticilik yapılacak hikâyesiyle “çok uluslu" adı Türk kendisi yabancı şirketlere kiralanarak peşkeş çekiliyor olmasın” endişesini paylaşmıştım.
Bunu söylemiş ve bir hatırlatma yapmıştım; “Sakin bana vatan haini filan diyerek şovenistlik taslayarak kükremeyin" demiş ve ilave olarak “yarın kendi ata dede toprağında ırgat işçi olduğunuzda beni hatırlayın” notunu düşmüştüm.
Bu ülkede hiçbir başarının cezasız kalmadığını yine üzülerek görüp şahitlik ettik.
Yukarıda bir başarı hikâyesi olarak gündem ettiğimiz Komünist Başkan örneğinden yine birileri rahatsız olmuş ki Ovacık tarım alanları ihale usulü 49 yıllığına kiraya verileceği haberi basına yansıdı.
Haber şöyle (Yorumsuz olarak takdirlerinize sunuyorum) ;
“Cumhuriyet’ten Hazal Ocak’ın haberine göre, Tunceli’ye bağlı Ovacık’ta, yüzölçümleri 837.844, 358.680 ve 685.138 metrekare olmak üzere şu an tarla vasfındaki 3 ayrı kamu arazisi 49 yıllığına tahsis etmek için ihaleye çıkarılıyor. İhale ilanında yatırımın konusu ‘eğitim, turizm, tarım, hayvancılık ve diğer yatırımlar’ olarak yer alıyor. Tunceli Defterdarlığı Milli Emlak Müdürlüğü tarafından ihaleye çıkarılan arazilerin ihale bedelleri 10 milyon 125.000 lira, 2 milyon 500.000 ve 2 milyon 740.000 lira değerinde.”
Munzur Koruma Kurulu yaptığı açıklamada, “Baraj, HES, Kamulaştırma, Maden, Taşocağı, Dere Islahı, Munzur Gözeleri Peyzaj Projesi, Munzur Suyu’nun Taşınması derken bir de Ovacık ilçesinde 3 adet arazinin ‘49 yıllığına kiralanma’ bahanesi ile büyük şirket veya şirketlere peşkeş çekilme planı ile karşı karşıyayız” denilen açıklamada özetle şu ifadeler kullandı:
“3 ayrı kamu arazisinin, tarım ve hayvancılık faaliyetlerine açılacak olması gerekçesi ile yerel halkın, sivil toplum örgütlerinin ve yerel idarecilerin onayı ve izni alınmaksızın 49 yıllığına tahsis edilmek üzere, yapılan başvurular arasından büyük teşvikler de verilerek yangından mal kaçırırcasına, firma ya da firmalara, altın tepsi içinde verilmesi hedeflenmektedir. Gıdayı üreten egemendir. Bu politikanın temel hedefi, geçimlerinin tamamına yakınını küçük aile çiftçiliği ile sağlayan Ovacık halkının toplumsal yapısıdır. Köylerinde tarım/hayvancılık ile geçinenlere darbe vuracaktır. Ovacık çiftçisi toprağını terk etmek zorunda kalacak ve zaten yaşanmış olan asimilasyona maruz kalmaya devam edecektir.”
++++
Buraya kadar yazdıklarımı sabırla okudunuz ise lütfen elinizi vicdanınıza koyun ve bir düşünün.
Bu işler yapılırken sessiz kalmayalım. Bizler bu ülke için can vermiş dedelerin torunları olarak bugün de can vererek koruduğumuz vatanımızı böyle kâğıt üzerinde çeşitli “Alicengiz oyunlarıyla” satılmasına müsaade etmeyelim. Uyanık olalım ve ülkemizin toprağına göz dikenlerin maşası veya piyonu olmayalım. Bugün Ovacık’ta yaşanılanlar yarın Arguvan, Malatya ve Kangal ovaları şeklinde sürer gider...
Siyasetten kafanızı kaldırıp ülke meselelerine ilgilenebilmeniz dileğiyle şimdilik burada kesiyorum. Başka bir yazıda buluşmak üzere hoşça kalın şimdilik...