26 Ocak 2013 Cumartesi

Lütfen Malatya’nın şanına yakışır bir müjde verin

Gündemle alakalı değerlendirmelere geçmeden önce, bir önceki yazımızla alakalı kısa bir durum değerlendirmesi yapmak istiyorum.
Her şeyden önce şunu belirtmeliyim ki yazıyı yazmaktaki amacımız hem engellilerin var olan sorunlarına dikkat çekmek hem de ilimizde bulunan kurumlara ve elbette ki kendimize bir ayna tutmaktı.  Yazımızda mesajı alması gerekenlerin aldığından eminiz fakat gerekenin yapılması noktasında inisiyatif kullanacaklarından pek o kadar emin değiliz.
Söz konusu yazıyla alakalı pek çok olumlu mesajlar aldık. Sosyal medya aracılığıyla yayılması ve paylaşılması da gösteriyor ki bu konudan sandığımızdan fazla bir kesim muzdarip. Benzer durumların başka yerlerde de yaşandığına şahit olduk ancak ilimizde bu durum sonucu itibariyle daha vahimdi.
Yazımızda ilimiz Kent Konseyi Engelliler Merkezini de anmış ve teessüflerimizi belirtmiştik. İlgi yazı üzerine Kent Konseyi Genel Sekreteri Sayın Ali Yıldırım sosyal medya (twitter)aracılığıyla kısa bir açıklamada bulundu. İlgili açıklamaya geçmeden önce bir hatırlatmada bulunmak isterim. Şöyle ki;
Sosyal medyada yayınlanan ilgili haberler ve diğerleri tamamen kontrolsüz ve bilgimiz dâhilinde otomatik gerçekleşiyor. Bu ne demek? Şu demek:
Sitelerimizde kurulu bulunan bir eklenti-program sayesinde yeni bir haber veya içerik siteye eklendiğinde yani yayımlandığında ilgili haber başlığı ve haber linki başta Twitter olmak üzere çeşitli ki en çok kullandığımız -Linkedin, Facebook,Google Plus,Friendfeed ve diğer- sosyal ağlarda paylaşılır. O an için kendimiz bizzat ilgili sosyal ağda oturum açmış değiliz. Mesajlar adımıza biz yayınlıyoruz gibi paylaşılır.
Yaptığımız bu işin avantajı olduğu kadar dezavantajlı yanları da var. Avantajını siz biliyorsunuz, kısaca değinecek olursak, bizler ilgili sitelerimize yeni haber ve yazılarımızı eklemekle meşgulken haberimizi kayıt et-yayınla der demez ilgili haber bütün sosyal ağlarda paylaşılır. Bu sayede sıcağı sıcağına okuyucu haberden haberdar olur ve yüzlerce okuyucu kazanmış oluruz. Bu okuyucuların büyük çoğunluğu da (aralarında çok çeşitli ülkelerde var) yurdumuzun pek çok farklı kesimleri ve çeşitli yöreleridir. Yani yazılarımız her ne kadar yerel ağırlıklı olsa da okunma bakımından hem ulusaldır hem uluslararasıdır. Son bir örnekleme yapmam gerekirse,  sitelerimize kırk (40) küsur ülkeden giriş yapılıyor. Biz bunları çeşitli webmaster araçlarıyla takip ediyoruz…
Gelelim dezavantajlarına; diyelim ki bir yazımız herhangi bir sosyal ağda yayınlandı. Yani az önce de bahsettiğimiz gibi o an bizler söz konusu ağda değiliz. İlgili mesajın altına bir yorum-tekzip veya başka bir şeyler yazılıyor. Yazı-yorum yapan insan karşı bir cevap bekliyor. Bekliyor fakat beklediğini bulamıyor, yani yazan yazdığı ile kalıyor. Böyle olunca da hemen tepkisini sizi takip etmekten vazgeçerek yani Unfollow ederek ortaya koyuyor.
 Hemen akabinde girip kontrol etmek istesek de bu her zaman mümkün olmuyor. Kontrol sonrası bazen bir mazeret bazen teşekkür kabilinden bir cevap veriyoruz. Cevap veremediğimiz durumlarda oluyor elbette, adam sizi takip etmekten çıkarmıştır, özel bir mesaj yazma durumunuz kalmamıştır… ( bu durumda sosyal medyayı sıcak tutmak gerekiyor, zaman zaman girip gündemle alakalı duygu ve düşüncelerimi paylaşarak kaybettiğim takipçilerimi geri kazanmayı hedeflerim. Ancak giden gitmiştir…)
Yukarıdaki açıklamanın üzerine Av.Ali Yıldırım Beyin mesajını da bu durumda değerlendirmenizi rica ederim. Ali Beyin benim kendisini yanıtsız bıraktığım şüphesini de kendisi ile görüştüğümde gidermeye çalışacağım.
İlgili yazıya istinaden Kent Konseyi Genel Sekreteri Av. Ali Yıldırım şunları söylemiş:
Ali YILDIRIM ‏@Av_AliYILDIRIM
@medya_ilisuluk Kemal Bey yazınızı okudum. Telefonla sizinle görüştükten sonrada Soner beyi aradım. Maalesef bizim elimizden bir şey gelmedi.
Ali YILDIRIM ‏@Av_AliYILDIRIM
@medya_ilisuluk Soner Beye de mutlaka Kemal beyi arayıp bilgi ver dedim. O da aramış siz.i zaten sizde yazmışsınız.
Ali YILDIRIM ‏@Av_AliYILDIRIM
@medya_ilisuluk Sürekli hayır dualarınızı aldığımız sizlerin duasını alamadığımıza elbette üzüldük. Ama elimizden gelmeyince ne yapacağız.
Ali YILDIRIM ‏@Av_AliYILDIRIM
@medya_ilisuluk Lütfen birde bizim pencereden bakın.hergün yaptığımız işi niye haftasonu yapmak istemeyelim ki?Elimiz yettikçe yanınızdayız
Yukarıdaki açıklamayı Ali Bey 22 Ocak’ta 3:35-39 PM Saatleri arası yazmış. Bu da demek oluyor ki gece saat üç buçuk suları.  O saatte ne yazık ki orada değildim. Eğer olsaydım sohbet birkaç cümle ile sınırlı kalmazdı.  Bu konuda bizim de söyleyeceklerimiz olduğu gibi bizi anlama yönünde ve çeşitli görüş ve öneri noktasında Ali Beyinde söyleyecekleri olacaktı.
Av. Ali Yıldırım’a gösterdiği nezaket için teşekkür ederim. Umarız buna benzer sıkıntıları bir daha yaşamak zorunda kalmayız.
**
Büyükşehrin “Büyüklüğü”nü ne kadar hak ediyoruz
İlimiz Büyükşehir olmayı hak etti fakat “büyük”lüğü hak etti mi orası tartışılır. Sizlerinde yakinen bildiği ve müşahede ettiğiniz üzere ilimiz son yıllarda hızla göç alıyor. Bu durumu salt Malatya’nın “doğurganlığına” veya adrese dayalı nüfus kayıt sistemine bağlamak yanlış olur. Son beş yıllık TUİK verilerine baktığımızda bu durum açıkça görülecektir.
Diyeceksiniz ki ne var bunda, şehrimiz büyüyor. Bizde bu noktada büyüsün elbette ama “orantılı” büyüsün diyoruz. Trafiği ile altyapısı ile sosyal alanları ile ve hepsinden önemlisi işgücü ve sanayisi ile büyüsün. Üniversitesi, okulu, yaşam kalitesi ile büyüsün.
Hemen her tarafta hızla yeni binalar yükseliyor. Dün bağ, bahçe olan yerler ve yöreler bugün beton yığını halini almış. Adeta beton kent oluyoruz.  Daha birkaç yıl önce mesire yeri durumundaki çilesiz mahallemiz şehrin orta yerinde kalmış. Fahri Kayhan Bulvarı (ne bulvar ama evlere şenlik) açılalı beri o bölge cazibe noktası olmuş. Şehrin ortalaması üstünde fiyatlara arsa ve evler alıcı buluyor, kiralar her taraftan daha pahalı.
Çok değil beş-on yıl sonra Yeşilyurt, Gündüzbey,  Horata ve civarı takvimlerde kalacak. Bilinçsiz programsız, projesiz bir şekilde yaşam alanlarımız adeta talan ediliyor.
Bilinçsizce dedik, modern ülkelerde bir yerleşim bölgesini imara açmadan önce çeşitli plan ve projeler ortaya konur, sivil toplum örgütleri, yerel yönetimler ve vatandaşlar arasında bir ön kabul oluşturulur daha sonra planlaması yapılır. Plan ve projelerin en başında da yeni kurulacak yerleşim yerinin gerekli alt yapısı, üst yapısı, yolu, kavşağı ve sosyal alanları belirlenir.
Bizde durum böyle mi sahi, sorarım size Allah aşkına söyler misiniz yukarıdaki yaşam alanlarından camiinin yeri neresidir. Park nereye veya nerelere yapılacak. Yol durumu nedir ve yeni yol ve bulvarlar nerelere açılacak.  Hangi alanlar okul ve hastane gibi sair tesisler için düşünülmüştür.
Tüm bunları da geçtik diyelim çok fazla değil on yıl sonrasını taşıyacak altyapı yapılmış mıdır? Yapılmadıysa neden “yangından mal kaçırır gibi” buralar imara açılmıştır. Bugün bizlerin çektiği sıkıntıları ki her sokağı senede üç-beş defa eşip kapamak şeklinde gelecek kuşaklara da mı bu ayıbı taşıyacağız.
Sahi ilimizde sivil insiyatif dediğimiz kurumlar nerede? Dernekler, Odalar ve sair oluşumlar bu konuda neden sessiz. Üniversitemiz bu konuda bir şey neden söylemiyor. Şehir plancıları, imarlar, mimarlar neredeler…
Bu konuda tek ses duydunuz mu? Ben duymadım, lütfen duyanlar duymayanlara haber versin o halde.
Memleketin dertlerini bilmeyen, sorunlarına çare olmayan idarecilerimiz kadar bizlerde bu konuda mesul durumdayız. İçinde bulunduğumuz yılların canlı tanıklarıyız. Gelecek yıllarda vicdanlarımız bizi sanık durumuna koyacaktır.  Denilecek ki siz neden ses çıkarmadınız, doğru bildiklerinizi niye haykırmadınız, idarecileri veya sorumluluk sahibi olanları neden bilgilendirip uyarmadınız denmeyecek mi?
**
İlimizde şu günlerde bir seçim heyecanı yaşanıyor. TSO seçimleri için adaylar kendileri ifade etmek üzere çeşitli ziyarette bulunuyorlar vaatlerini sıralıyor ve destek bekliyorlar. Buraya kadar olanı anlaşılabilir, lafımız yok. Elbette çeşitli adaylar olacak ve elbette destek taleplerinde bulunacaklar, olması gereken de bu.
Benim anlamadığım konu şu;
Bir bakıyorsun bir sivil toplum kuruluşu, bir başka oda benim adayım şu minvalinde açıklamalarda bulunuyor.  Bu yanlış bir tutum bana göre,  ben adayın “çapına” kapasitesine, bakarım. Bu işin üstesinden gele bilir mi, gerçekten güzel hizmetleri olabilir mi, budur. Bana ne adamın siyasi düşüncesinden, bana ne hangi ırktan kökenden. Liyakatini esas alırım.
Bu bir hizmet yarışı, kim gelirse gelsin Malatya için, Malatya Sanayicisi için güzel bir şeyler yapabilmek peşinde.  Kim bu işi layıkıyla yapabilecekse o seçilmeli. Bu bir siyasi parti değil, milletvekilliği, belediye başkanlığı değil.  Ya ne, sanayicilerin ortak sesi, devletle arasındaki münasebetleri geliştiren köprü…
Yeni teşviklerin çıkarılmasına öncülük etmek, Malatya’ya yeni sanayi ve işgücü kazandırmak... Katma değer üretmekte lokomotiflik yapmak. Kısaca ilimize yeni sanayi bölgeleri ve sanayi kuruluşları kazandırmak ve var olanları da başka yerlere kaymasını önleyerek burada tutmak tutabilmek.
Sözün özü demem o ki, kim seçilirse seçilsin Malatya ve Malatyalı sanayicilerimiz için hayırlı hizmetler yapabilecek kimse o seçilsin…
**
Son On Yıl, Malatya için en talihsiz yıllar olarak anılacak
Malatya’mız şimdiye kadar hiç olmadığı bir biçimde son on yıldır büyük bir talisizlik yaşıyor.  Ben bu yılları en verimsiz, en kısır yıllar olarak hatırlayacağım.
Düşünün bir kere ilimizde köylerimizde dâhil kahir ekseriyetle, büyük bir çoğunlukla ve büyük bir ümitle mevcut siyasi iktidarı destekledik.  Desteklediğimiz hükümetten birçok yarar görmemiz beklenirken gözle görülür daha doğrusu “dişe dokunur” bir hizmete şahit ol(a)madık.
Seçip meclise gönderdiklerimizin birisi bırakın Bakan olmayı partide hatırı sayılır bir mevkie bile gelemediler. Her yeni kabine değişikliğinde kulaklar kabartıp acaba aralarında bir Malatyalı var mı diye boşuna bekler olduk.  Yine öyle oldu Sayın Başbakan 4 önemli bakanlıkta değişime gitti, yakında bunun devamı da olacaktır kuşkusuz ama bir Malatyalı bakan görme ümidimiz ne yazık ki olmayacak.
Bizim vekillerimizin tek yapabildiği köy ve kahve toplantıları. Bunun dışında Malatya ve Malatyalıya verebilecekleri yeni bir hizmet ve müjde yoktur.
Müjde demişken geçenler de bir vekilimiz böyle bir müjdeyi (!) verdi:
“Adalet Bakanlığı, Adalet Bakanlığı yöneticileri ve Başsavcımız ile yaptığımız görüşmeler neticesinde 4 adet cezaevinin yapımı  yatırım programına alındı. Bunlardan ikisi orta güvenlikli L tipi; biri yüksek güvenlikli ve biri de açık cezaevi olacak. 4’ünün kurulacağı alan olarak Akçadağ mıntıkası belirlenmişti. Bu mıntıkada bulunan taşınmazların Hazine adına geçirilmesi için Bakanlığımız; Valiliğimizden İl Tarım Müdürlüğü nezdinde girişimde bulunmasını talep etti. Bu işlem tamamlandıktan sonra, Bakanlık kendi üzerien tahsis gerçekleştirecek ve sonrasında da cezaevlerimiz hızlı ve gayretli bir çalışmayla inşallah planlanan sürede tamamlanacak. Yeni cezaevlerimiz, mevcuttaki yığılmaları hafifletmekle kalmayacak; 2 bin infaz memuruna da iş kapısı açılacak.” Müjdesini (!) sizlerde okumuşsunuzdur.
Malatya insanı yeni bir üniversite müjdesi bekliyorken, Malatyalı yeni organize sanayi bölgeleri bekliyorken, okul, hastane bekliyorken Malatya’ya cezaevi müjdesi(!)
Bunun övünülecek yerini biriniz bana söyleyin lütfen. Bir ülkede okuldan çok cezaevi varsa orada adalet yoktur.  Orada demokrasi yoktur, orada insan hakları hak getire-dir...
Komşu illerimizde hemen her gün bir açılış yapılıyor.  Var olan sanayilerine bir yenisini ekliyorlar. Organize sanayi bölgeleri olarak üçü-beşi geçmişler altıncı yedincilerini yapıyorlar. Üniversitelerini dörde beşe çıkarmışlar…
5084 sayılı teşvik yasası kapsamından çıkmışız yarın öbür gün sanayiciler başka illere gitme telaşına düşecek, bir yığın insanımız işlerini kaybedecek bunlar hakkında bir plan proje geliştirmek yerine cezaevi müjdesi veriyorsunuz.
Sayın Milletvekilleri;
Bizler cezaevi istemiyoruz, işyeri, okul, sosyal yaşam merkezleri istiyoruz,
Bizler var olan sorunlarımızın başında şehrin trafiği ve keşmekeşinin çözümünü istiyoruz,
Bizler toplu taşıma araçlarının her noktaya erişim sorunu olmadan ulaşmasını istiyoruz,
Bizler her ilçemize bir kampus ve Malatya’ya ikinci ve hatta üçüncü bir üniversite istiyoruz,
Bizler Adıyaman, Malatya ve Elazığ arasında çalışacak hızlı tren değilse bile mavi trenle ulaşım olsun istiyoruz,
Bizler çoluk çocuğumuzu kapıp gidebileceğimiz yaşam alanlarımız çoğalsın istiyoruz…
Bugün şehrimizin orta yerinde kalmış olan İkinci Ordu Komutanlığı Kışlasını şehir dışına alıp orayı layıkıyla değerlendirmenizi bekliyoruz.
Başka iller sağlık turizminden söz ederken var olan iki hastane kapatılıp tek hastaneye düşürülmesini istemiyoruz.
Kısaca sizleri seçip oralara gönderen bizler, sizlerden Malatya için yeni övünç kaynağı olacak olabilecek müjdeler bekliyoruz…
Lütfen öyle bir müjdeler verin ki Malatya’nın ve Malatyalının şanına yaraşır olsun.
Çok sıklıkla yazamadığım için yazımı bugünde uzun tuttum, buraya kadar okuyabildinizse okuyan gözlerinize sağlık hakkınızı helal edin.
Yeni bir gün ve gündemle karşınızda oluncaya kadar şen ve esen kalın, sevgi ve muhabbetle efenim…
Not: Hakkında birkaç kelam daha etme zarureti olmasına mukabil duayenimizle(!) alakalı yazı yazmayı yeni polemiklere girmeme adına tehir ettim, kalemimi sakladım efenim.(Ha bu arada baltamı sakladımsa henüz yerini unutmadım, hatırlatmış olayım)

21 Ocak 2013 Pazartesi

Engellilere Sınav Ayıbı, Bir Kış Vurdu Birde Siz!

Açık Öğretim Lisesi sınavları 19-20 Ocak Tarihlerinde her ilde olduğu gibi Malatya’da da geniş bir katılımla gerçekleşti. Sınava giren insanların ortak noktaları hepsinin öğrenci olmaları ve hepsinin de dışarıdan sınavlara girmek suretiyle yaygın eğitim yerine Açık Öğretimi tercih etmiş olmalarıdır.
Aralarında ev hanımından tutun, çalışmak zorunda kaldığı için okulunu bırakmak zorunda kalmış olan mı dersiniz, bir kurumda hâlihazırda çalışan mı, yaklaşan KPSS’ye girmek için ne yapıp edip lise mezunu olmayı hayal eden mi ne ararsan vardı. Her yaştan, her meslekten insanlar sınav heyecanını bazıları ilk kez bazıları da yeniden yaşadılar.
Ama içlerinde öyle bir kesim vardı ki bunlar “şanssız azınlık” denilebilecek ve üstelik birilerinin yardımı olmadan hayatlarını idame ettiremeyecek olan engelli dostlarımızdı.  Hani bazılarınızın yüksünerek baktığı, bazılarınızın görünce kafasını çevirdiği, bazılarınızın her gördüğünde sadaka vermeye çalıştığı ve dilenci gözüyle gördüğü,  çok sık olmasa bile bazılarınızın da hayatlarında ilk kez ve adeta “hilkat garibesi” görmüşçesine alık alık baktığı, ısrarla inatla yok saydığınız, sanki bu toplumun bir parçası değilmiş gibi, sanki bu toplumun engellisi olamazmış gibi ve sanki o engellerin de birilerinin kardeşi veya amcası, dayısı, babası, annesi olduğunu yok farz ederek başka bir atmosferden gelmiş “UFO” muamelesi yaptığınız engelliler diyorum…İşte bu dostlarımız için sınav bir kabustu, bilmem fark ettiniz mi? Fark ettiğinizi sanmıyorum!?
Açık Öğretim Sınavları hepinizin malumu olduğu üzere çoktan seçmeli ve merkezi olarak sınav yerinin tespiti şeklinde gerçekleşiyor. Açık Öğretim kayıtları alınırken öğrenci durumunu sisteme kayıt ediyorlar. Kimlik numarasından tutunda kaç kilosun, boyun posun nedir hepsi sistemde kayıtlı. Kayıtlı olan başka bir şey daha var, “özür gurubu”. Bu ibarenin yanında da ne tür bir engeli olduğu örneğin ortopedik engelli, akülü sandalye kullanıyor gibi ibareler mevcut. Yani Milli Eğitim Bakanlığı öğrencinin mevcut durumunu yakinen biliyor.
Bakanlığın bildiği bir şey daha var, sınav yapılacak okulun durumu. Yani erişimi var mı, engellilere yönelik rampası veya asansörü mevcut mu bunlarda sistemde kayıtlı. Bu durumda yapılması gereken sistematik bir şekilde engelli bireylerin erişimine uygun yerlere sınav yerinin belirlenmesi gerekir öyle değil mi? Ama hayır, bu böyle yapılmıyor, nasıl yapıldığını anlatayım:
İlimizde Engelli Erişimine uygun okul sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor. Uygun durumda (Nispeten uygun) olan okullarında büyük çoğunluğu merkezi yerlerde... Buna mukabil engelli öğrenciler için düşünülmüş olan sınav yeri şehrin merkezine oldukça uzak ve erişimi olmayan okullardan seçilmiş.
Birinci okul Uçbağlar Mahallesinde bulunan Fatih Lisesi, diğeri ondan birkaç km. daha uzakta olan Elazığ yolu üzerindeki (Eski Yimpaş karşısı) Malatya Anadolu Lisesi. Her iki okulumuzun da ne rampası ne asansörü mevcut değil. Kaldı ki şehir merkezinde erişimi olan ve nispeten ulaşım sorunu olmayan başka okullarımız varken engelliler için bu iki lisemizin seçilmesinin adına talihsizlik mi diyelim, işgüzarlık mı, bilinçsizlik mi, adını siz koyun isterseniz…
Gelin isterseniz sizlerin empati yapmasına yardımcı olayım, biraz örneklendireyim:
Sağlıklı bir birey aynı okulda sınava girmesi demek gidiş-dönüş iki abonman veya 3(Üç) Lira. Hafta sonu yani dün ve evvelki gün henüz sokak ve kaldırımlardaki buzlar çözülmemiş. Engelli dostlarımızın akülü aracıyla gitmesi imkânsız...  Peki, ne yapar?
Çağırır taksici Ömer amcayı ki Hasan amca daha uzuca götürse bile gidemez mutlaka doblo, kangoo türü bir araç olmalı.
Yanına iki refakatçi alır, taksiye binerken iki-üç, güçlü-kuvvetli komşu arar, karga tulumba arabaya bindirilir, arabanın bagajına da tekerlekli, akülü sandalyesi eğer biraz ufak tefekse tıkıştırılır.
Eh çoğu gitti azı kaldı dediniz değil mi? Hayır hiç öyle bir şey yok, asıl iş şimdi başlıyor.
Okula geldiniz, güvenlik, hizmetli, öğrenci velisi artık kimleri bulabilirseniz rica eder aynı şekil indirilirsiniz.  Taksi ücreti 25 Lira tutmuştur verirsiniz elbette, yapacak bir şey yok. Taksiciyi uğurlar siz yeni bir arayışa başlarsınız ki bu boşuna bir çabadır.  Çünkü “aradığınız engelli rampasına şu an ulaşılamıyor, engelli rampası ya yok, ya henüz yapılmamış, lütfen daha sonra deneyiniz”  denmeyecektir de.
Yine, güvenlik, hizmetli, öğrenci velisi üçlüsü ile önce engelliyi boş bir sandalyeye, sonra engellinin aracını beş –on merdiven taşır dönüşte de engelliyi karga tulumba kucaklar bir çırpıda okula sokarsınız. Bitti mi? Hayır.
Salon üç, sıra bilmem kaçtır. Yani iki kat yukarısı. Etraftan konuşmalara kulak vermek istemezsin, kimisi acır, kimisi “yav kardeşim başka okul mu yoktu, niye burada giriyorsun” der. Sanki kendi özel mülkiyeti ve sanki engellinin özel tercihi imiş gibi… Bu küçük bir örnekti, halkımızın en bariz özelliğinden birisi de bu değil midir “vah,vah, tüh, tüh, aman yazıııkkk” gibi nahoş ifadelerle güya vicdan sahibi, acıma duygusu var havası verir kenara çekilir. O an sınav heyecanının yerini çoktan stres almıştır bile. İçinden söver, sayarsın ki başkaca elinden bir şey gelmez…
İdareci gelir yanına, söyleyecek sözü tükenmiştir. Ne dese bilir ki kar etmez. Bu kusurun müsebbiplerinden birisinin de kendisi olduğunu bilir. Bazısı biraz üzülür, belki yüzü de kızarır, bazısı da alabildiğine pişkindir. Bu işlerde kendisinin hiçbir dâhili yok gibi, çünkü bu okulun idarecisi engelli öğrenci, kendisi ise öğrencidir.
Hep deriz ya işte: “nerede bu devlet,nerede…” nerede olacak, işte tamda karşımızda.  Pişkin bir edayla “üzülmeyin, ben bir çözüm bulacağım der” gider diğer salonlardan engellilere ait sınav kâğıtlarını toplar zemin katta soğuk ve uygun bir odayı üstünkörü düzenler. Tutanakla da “sınava girmesi gereken engelli öğrencilerin erişimi için sınav bilmem hangi salona alınmıştır…”  diye basar altına imzayı.
Burada bir parantez açalım, Devlet diyorduk. Öyle hepimizin hemen her fırsatta çaktığı, “devletin malı domuz” zihniyeti,  devletten çeşitli kumpaslarla aşırdığı vermediği vergiler, ödemediği sorumlulukların hepsinin faili olan devlet.
Sahi kim bu devlet?  Öyle anlı-şanlı pehlivan gibi “godu mu oturtan, tuttuğunu öpen(!)” mi?  Vatandaşın her başı sıkıştığında yanı başında biten mi. Her ihtiyacını karşılayan, herkesi baba şefkatiyle saran mı? Kim, kim… ?
Sevgili dostlar,
Devlet biziz, sen, ben, o, öbürü yani hepimiz. İşleyiş olarak ta tüm kurumlarımız.  Devlet bir ağaçsa kurumlar da onun dalıdır. Ama ne hazindir ki “it koparan” da ki bir okulun idarecisinin yaptığı yanlışlığın da, işgüzar, sorumsuz bir idarecinin yaptığı hataların da bilcümle tüm sorumluluğunu devlete yıkarız. İşini yapmayan idareci Mehmet beydir, tariz ve tenkit ve de ceza devlete kesilir. Bu ayıp hepimizin, bu sorumsuzluğu gündeme almayan gazetecinin, gördüğünde eleştirmeyen vatandaşın, sorumsuz idarecinin vs. vb…  Uzar gider. Ya da belki bunun sorumlusu da biz engellilerizdir, kim bilir…
Yukarıdaki örneği okudunuzsa bunu aynı şekilde tersten bir daha okuyun Şöyle ki;
Okula gittin, sabah sınavına girdin öyle mi. Öğle arası oldu, çıkmak istesen çıkamazsın, çıksan geri dönüşün bin bir çile. Sen içeride refakatçin dışarıda soğukta yaklaşık 3,5- 4’de kadar bekledin. Akşam geri dönüşte herkes hemen kaçışmıştır. Güç bela yardım edebilecek birilerini bulursun.  Yine 25-30 Lira taksi parası verir eve dönersin. İşin kötüsü ve bunu size “ar” ederek utanarak söyleyeceğim ve söylemeliyim mutlaka. Okulların engelli erişimi olmadığı gibi engelli erişimine uygun ne tuvalet ne lavabosu da pek tabi ki yoktur.  İhtiyacın gelmişse ya ıkınmaktan “fıtık” olacaksın ya da af buyurun altınıza kaçıracaksınız.  (Okurken Yüzünüz kızarmadıysa lütfen bir daha okuyun, okuyun ki ne tür eziyet çektiklerini anlayın)
Sevgili dostlar, bu yazdıklarımı lütfen abarttığımı düşünmeyin. Hiç gittiniz mi bilmem, gitmedinizse Araştırma istikametine giderken (eski yimpaş)  civarındaki kavşaktan sol tarafa Malatya Anadolu Lisesine şöyle uzaktan bir bakın. Ne demek istediğimi o zaman anlarsınız. 
Burada da izninizle bir parantez açmalıyım.
Yaklaşık yirmi basamaklı merdivende beş-altı kişinin akülü sandalyenin birer ucundan engelli öğrenciyi aşağı kaldırıma indirirken gördükleri karşısındaki şaşkınlığını gizleyemeyen Malatya Anadolu Lisesi Müdürü Ali Karahan beyefendinin o ezilmiş ve mahcup halini size anlatamam.  Çok üzgündü ve bir o kadar da mahcup. Israrla “daha önce böyle bir sıkıntı yaşamadıklarını ve bu durumun bu kadar sorun teşkil ettiğini kavrayamadıklarını ve fark edemediklerini” ifade ettiler.
Ali Karahan Bey birde söz verdi, sözünün de buradan takipçisi olacağımızı belirtmek istiyorum. Ali Beyin söylediği şu “hemen yarın bu işi nasıl yapabileceğimizi araştırıp sıcağı, sıcağına bu konuya bir çözüm bulacağım, size söz veriyorum…” diyerek yolcu etti…
Buraya kadar olan ilimiz Milli Eğitimi ve Okul İdarecilerinin ayıbı idi. Şimdi başka bir ayıp daha var onu da yazayım izninizle.
Malatya Belediyesi Kent Konseyi ve Engelliler Merkezinin Ayıbı
Malatya Belediyesinin çalışmalarını diğer kurumlara nispeten beğeniyor ve takdir ediyorduk. Başka illerden engelli kardeşlerimize ilimiz hakkında övünerek anlattığımız uygulamalara imza atıyordu.
(Kaldırım olayına girmeyeyim, girersek çıkılacak gibi değil) Bunların başında da toplu taşıma araçlarının önceki yıllara oranla yaklaşık araçların %80’nini engellilerinde kolaylıkla kullanabileceği şekilde yaygınlaştıra bilmesi.
İkincisi ve belki de biz engelliler için en önemlisi ise Belediyemiz Kent Konseyi Bünyesinde oluşturulan Engelliler Merkezine engelli asansörü bulunan iki adet fort transit minibüs tahsis ederek engellilere büyük kolaylıklar sağlamasıydı.
Engellileri mesai saatleri içerisinde evinden alarak, başta hastane ve diş hastanesi olmak üzere ve çeşitli yerlere götürüyordu. Bunu yaparken de engellilerden hiçbir ücret tahsis etmiyordu. İki adet şoförün maaşı ve araçların yakıt ve bakım giderleri belediyenin çeşitli kurumlarının bütçesinden karşılanıyordu. Buda az bir hizmet değildi ve övgüye değerdi ki bizlerde hemen her fırsatta teşekkürlerimizi hem fiilen hem de kalben (Dua ederek) yerine getiriyorduk.
Malumunuz kış mevsimi, yolların ve kaldırımların durumu ortada. Kar, buz, çamur yani engellilere hayatın çekilmez olduğu bir dönem. Hafta içi mesai mevhumunu belki istisna tutabilirler diyerek geçtiğimiz günlerde Engelliler Merkezini aradım.
Birkaç defa sekreter hanıma ve Vahap beye durumu ilettim. Başkanım hafta sonu Açık Lise Sınavları var. Bu hafta sonu için şoför arkadaşlardan rica etseniz de sınava girecek öğrencileri sabah okuluna bırakıp, akşamüzeri gerisin geri alsa dedik. Vahap bey araçların durumunun uygun mu değil mi bilmiyorum bir araştıralım konuşalım dedi.
Ertesi gün tekrar aradım (Bu arada defalarca Soner beyin özel cep telefonunu mutat defalar aradım, telefonuma ne yazık ki çıkmadı) Vahap bey, “Soner bey şuan müsait değil beş-on dakika sonra tekrar arayın kendiniz görüşün” dedi. Çok yoğun olan S.Soner Yılmaz beye ulaşmak mümkün olmadı.
Belediyemiz Kent Konseyi Genel Sekreteri Av. Ali Yıldırım beye ulaştım. Ricamızı bir kez de ona ilettik. Ali bey “biz arkadaşlarla bir konuşup istişare edelim, uygun ya da değil size döneriz” dedi.
Aradan henüz 3-5 dakika geçti, geçmedi Soner bey aradı. Hafta sonu müsait değiliz dedi. Israr edince de “gençlerin başka programı var” diye ekledi. Bu programın ne olduğunu sorduğumda ısrarlarıma rağmen söylemekten kaçındı.  Ben Sayın Başkanım, bu keyfi bir istek değil, kaldı ki sizlerin hafta sonu da çeşitli arkadaşların hizmetlerine gittiğinizi biliyorum. Yolların durumu malumunuz, hem bu eğitim işi yardımcı olun lütfen dedim ancak netice alamadım.
Soner beyle aramızdaki konuşma tam olarak böyle olmasa da yaklaşık buna benzer şeylerdi. Ben tariz yaparak sesine ciddiyet vererek “hesap mı vereceğiz, bir program işte” türü konuşmalarına hiç girmek istemedim…
Bazen sevgili dostlar kelimeler ağzınıza gelir ama çıkmaz, çıkaramazsınız. Söylemek istersiniz söylemezsiniz, söyleyemezsiniz. Bir söz var bizde “bıçak sapını kesmez” derler.  Bunun anlamını sizlere anlatmak uzun sürer yaklaşık “kol kırılır yen içinde” misali gibi bir şeydir…
Umarız bu satırları asıl okuması gerekenler okur, yapılanları ve yapılmak istenilenleri bir kez daha gözden geçirirler…
**
Geçen hafta ilimizde yoğun kar ve buzlanma nedeniyle başta ilçeler olmak üzere merkezde de okullara bir gün ara verildi. Çoğu belde ve köy yollarına ulaşım günlerce sağlanamadı.
Okullara bir gün ara verildiğinin akşamı Sayın valimiz kamuoyu bilgilendirmek üzere yerel basına ilettiği bilgi notunda Meteoroloji’den yapılan “yoğun kar yağışı ve don olayına karşı vatandaşların dikkatli olması” minvalindeki bülteni sizlerde yerel basından okumuşunuzdur.
Şimdi bu durumda ilimizdeki çeşitli kurumlarda çalışan engelli personel ne yapabilir. Özellikle akülü sandalye kullanalar. Buzun üzerinde gidebilen bir engelli sandalyemiz yoksa palet de taktıramayacağımıza göre siz olsanız ne yaparsınız.
 Devlet memuru üç gün mazeretsiz işe gitmediği zaman hakkında kovuşturma başlatılır. İkinci gün şefinde rica ettin şifahen izin verdi. Üçüncü gün müdürün verdi diyelim. Evden dışarı çıkamıyorsun ne yapman lazım.
Tekrar, tekrar ve üst üste izin isteyen personelin izin istemeye yüzü kalmıyor. Veriyor çocuğunun eline kimliğini Aile Hekimine gönderiyor. Aile Hekimi adı üzerinde aileyle olan münasebeti dolayısıyla kim hasta, kim değil veya kim ne derecede ciddi hasta elinde veri var biliyor. Takibini kendisi yapıyor çünkü.
Engelli dostumuzun kızı aile hekimine “hocam dışarısı buz, sokaklar kar. Babamın evde dışarı çıkabilme şansı yok sizden iki günlük rapor rica ediyoruz” diyor ve babamı siz zaten tanıyorsunuz diyor. (tanımamasına imkân yok, bu engelli dostumuzla aile hekimi aynı kurumda çünkü)
Aile hekimi:
-         Kusura bakmayın hastayı görmeden rapor veremem. Deyip kestirip atıyor. Hanım kızımız telefonu açıp hocam babamla siz konuşur musunuz dediğinde konuşuyor elbette fakat söylediği aynı şeyler.
Engelli kardeşimiz “hocam işin o yönünü pek tabiî ki biliyoruz fakat ben zaten hasta değilim malum kar-kış iki gün rapor istiyorum” diyor.  Üstelik bu engelli kardeşiniz aşırı soğukta çekilmez derecede ağrı, sızı ve rahatsızlık veren ileri derecede ve sürekli rahatsızlığı olan, Ankilizon spondilitli bir hasta…
 Bakınız, yukarıda devlet dedik değil mi. İki örnek verdik, birisi idareci yasada var olduğu halde yasayı hiçe sayarak (Yaptırımı olmadığından) yapması gereken işini savsaklıyor. Bir diğeri yasa böyle diye yasaya bağlılıktan vatandaşa eziyet ediyor. İfrat ve tefrit bu işte… Her ikisinde de zararı gören engelli birey.
Bürokrasi diyoruz, devlet vatandaşına hizmet için var diyoruz, kolaylık sağlayın diyoruz. Kime diyoruz ki…
… Muhakkak ki Allah yaptıklarınızı işitendir bilendir…” En iyisini o bilir, ben rabbime havale ediyorum, gerisi lafügüzaf. Sağlıcakla kalınız…

10 Ocak 2013 Perşembe

Gazeteci Değiliz ki “10 Ocak” Bizim Neyimize!

Malumunuz olduğu üzere “10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü “ olarak ülkemizde kutlanmakta. 1961 yılında çıkan bir yasaya tepki olarak o zamanki bazı gazeteler yasayı protesto ederek üç gün gazete çıkarmazlar. Üç gün boyunca müşterek bir gazete yayınlayarak adını da BASIN olarak seçerler. Bu tarihler basın çalışanlarının haklarına ve basın özgürlüğüne sahip çıkmaları bir miat olarak kabul edilerek “10 Ocak Çalışan Gazeteciler Bayramı” olarak kabul edilir. 1971 Yılına kadar Bayram olarak kutlanan 10 Ocak Çalışan Gazeteciler Bayramı, 12 Mart Müdahalesinin ardından yaşanan basına getirilen sansür ve kısıtlamalara tepki olarak adındaki Bayram çıkarılarak “10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü” olarak bugüne kadar kutlana gelir…

Çalışan gazeteci kimdir? Çalışan gazeteci tanım olarak “Düzenli olarak günlük yahut sürekli bir yazılı, sesli, görüntülü, elektronik veya dijital basın yayın organında kadrolu veya sözleşmeli olarak telif karşılığı haber alma, işleme, iletme veya görüş fikir belirtme görevini üstlenen aynı zamanda asıl işi bu olan kişilerdir.” denilmektedir.

Yukarıdaki tanım işin teorik yanıdır, oysa pratik bunun tam tersidir. Geçmişte adına matbuat denilen basın ve şimdiki adıyla medya gelinen noktada birçok evrim geçirmiş, gelişmiş ve güçlenmiştir. Beşinci kuvvet olarak da adlandırılan basın geçmişten günümüze bir güç olarak varlığını sürdürmeye devam edeceğe benziyor.

Bugün ulusal ve yerel basında çalışan kaç gazeteci “Sarı Basın” kartına sahiptir. Sarı Basın kartı olmamakla beraber birçok önemli habere imza atmış onlarca “duayen” denilecek gazeteci mevcuttur. Yazdığı bir yazıyla gündemi değiştiren, bir röportajıyla ses getiren, bir manşetle hükümet kuran, hükümet değiştiren gazetecilerin kaçının sarı basın kartı vardır ve kaçı yukarıdaki tanıma uymaktadır. Her iletişim okuyan gerçekten gazetecimidir veya iyi gazetecimidir. Diğer yandan iletişim okumamakla birlikte,  “ilkeli, dürüst ve tarafsız” haber yaparak,  gerçek gazetecinin nasıl olması gerektiğini yazılarıyla, haberleriyle bize gösteren gazeteciye “iletişim okumadığı için” gazeteci veya iyi gazeteci diyemez miyiz, demeyecek miyiz?
Gelişen teknoloji ve iletişim araçları sayesinde yazılı basının yerini internet haberciliğinin tuttuğunu veya tutmaya aday olduğunu sanırım hepimiz kabul ediyoruz.  Geçmişte evine bir gazete belki alabilen bir okuyucu günümüzde onlarca internet haber sitesini tarayarak takip ediyor.  Aynı haberi çeşitli kaynaklardan okuyarak işin aslının gerçekte ne olduğunu görüyor ve anlıyor. Yani anlayacağınız yaptığınız haber sizi ele veriyor, okuyucu “kül yutmuyor”.
Efenim bu kadar girizgâh yeter, şimdi sadede gelelim,
Çalışan gazeteciler Günü için bendenizde naçizane söyleyecekleri vardı, bu hakkımı saklı tutmak kaydıyla şimdiye gelecek olursak mesele şu:
Yerel basında kendisine çok fazla önem addeden, kendisini bu işin “pir”i gören, başka gazeteci veya internet habercilerini küçümseyen, küçümsemekle kalmayıp onları “kopy-past” kopyala-yapıştır (kibarcasına yazdık, aslında hırsız demek istiyor) gazeteci olarak gören daha doğrusu gazeteci olarak görmeyen bir sözüm ona “duayen” den (!) bahsediyorum.
Bu zatı muhterem yazısında “Yani gazetecilik ile alakası olmayan insanlar asıl meslek sahiplerinin yerini işgal ederek meslekten para kazanmalarını engelliyorlar.Bırakın olayın maddi boyutunu aynı zamanda gazetecilik mesleğinin büyün saygınlığını da yerle bir ediyorlar.” Diyor. (İmla hatası duayen(!) gazetecimize aittir)
Muhterem devam ediyor “Bugün yerel gazetelerimiz ajans gazeteciliği yaparken yerel televizyonlarımızda haberciliğin dışında her işle meşgul oluyorlar.” Diyor. E biz ne diyoruz, bakın Allah şaşırtmaya görsün kendisini nasılda ele veriyor.
Biz bunu hep diyoruz sayın “duayen”(!), kendisine gazeteci süsü vermiş yerel ve ulusal bazı gazeteciler (- ki onlar kendilerini biliyor) her gün bir davette, bir programda arzı endam ediyor. Siyasilerle, yerel yönetimlerle gayet içli, dışlı…  Boy, boy resim çektirip objektiflere gülümsüyorlar. Muhalif desen muhalif değil, “yalaka” desen hiç değil. Ya ne yapar: Soru sormaz, kamu adına bilgi toplaması lazım gelirken muhteremin tek yaptığı resim çekilmek, pilav kaşıklamak, budur yaptığı.
Gazeteye veya internetinin başına geçer ajansın kendisine geçtiği haberi, ajansın fotoğrafıyla yayına alır, görev tamamlanmıştır. Yaptığı da yapacağı da, yazacağı da budur. Bunun adına bizim memlekette ne yazık ki gazetecilik deniyor.
Sabahtan akşama kurum ve kuruluşları gezerek reklam peşinde olacaksın, sonra o kurumlar hakkında yazı yazacaksın öyle mi?
Daha geçen gün çıkardığın dergiyi kurum ve kuruluşları gezerek bankolara, masalara parasız dağıtan benim öyleyse.  Dergi çıkarmadan önce anlı şanlı sözler ediyordun, özel haberlere ağırlık vereceğim. İlkeli, tarafsız ve dürüst olacağım…
Özel haber dediğiniz kurumların basın bülteni idi. O bültenleri biz internet siteleri günler öncesinden yayına almıştık. Niye zahmet edip bir ay sonra aynı haberi dergiye aldığınızı da doğrusu merak etmiyor değiliz.
Duayen(!) gazetecimiz klavyeyi almış eline verip veriştiriyor “Bazı internet sitelerinde ayda yılda bir yazı kaleme alarak veya kopyala yapıştır yaparak kendisini gazeteci sananlara prim vermemeliyiz. Her işin uzmanıymış gibi saatlerce televizyon ekranında konuşan çakma gazetecilere imkân tanımamalıyız.” Diyor.
Kime diyor bunları, elbette siz okuyuculara. Ya hu muhterem “emir-komuta” ile gazetecilik devri kapandı.  Kime neyi dayatıyorsunuz, bu işler arz-talep meselesidir.  Yani işin doğası gereği bir yerde bir boşluk varsa orası doldurulur. Sizler gerçek bir gazetecilik yapıyor olsaydınız “çakma” gazeteciler türemezdi.  Sizler asıl işiniz yapsaydınız biz internet habercileri gazetecileri bu işe bulaşmazdık. Biz ustalara saygıyı, emeğe saygıyı biliyoruz, bu işi yapmaktan imtina eder, hayâ ederdik. “Tereciye tere satmak” bizim haddimize mi?..
Zatı muhteremin her bir cümlesi ilkokul seviyesindeki bir öğrencinin bile yapmayacağı hatalarla dolu, dönüp yazdıklarına söylediklerine bakmaz gazetecilik dersi verir.
Muhterem Malatya medyasının fotoğrafını çekmiş ve naklen “tablo aynen şu; birisi çıkıyor kırk yılda bir internet sitesinde yazı yazıyor hemen araştırmacı gazeteci oluyor, başka biri belediyede çalışıyor akşam programda kendisini yazar-gazeteci olarak tanıtıyor. Hangi arada ne tür eğitimler aldı da saatler içerisinde gazetesi unvanını almayı hak etti anlamak mümkün değil” diyerek gözler önüne seriyor.(Yazım yanlışları “duayen”(!) gazeteciye aittir)
Şimdi bunu nasıl tevil etmeliyiz, bakalım;
Biz birkaç internet haber sitesi Malatya’da yayına başladığımızda sizler, internet sitesi nedir, nasıl olmalıdır, internet haberciliği yapılır mı kaygısı taşımıyordunuz. Sitelerinizde, birkaç hafta önceki “kıytırık” bir haber her gün siteye giren okuyucunun dikkatinden kaçmıyordu. Görsellik yok, özen-itina yok ve üstelik sitede günlük haberde yok (tu).
Bu işler basın ilan kurumundan reklam almakla, yerel yönetimleri arkanıza almakla olmuyor. Madem gazetecisiniz o zaman gazeteci gibi davranacaksınız. Gazeteci gibi davranamıyorsunuz o halde bu işi hakkıyla yapanlara “şapka çıkaracaksınız”. Onlar yerel medyada fark yarattılar, erinmeden, üşenmeden, tiraj kaygısı, reklam korkusu yaşamadan sadece habercilik yaptılar. Kurum ve kuruluşların haberlerini eğip bükmeden, çarpıtmadan olduğu gibi yansıttılar.  Hem kurum ve kuruluşların sesi hem de Malatya’nın yüz akı oldular.
İşlerinden, eşlerinden, sosyal yaşamlarından feragat ederek sabahlara kadar ekran başında emek harcadılar. Bu işi severek gönüllülük esası çerçevesinde yaptılar. Maaş, makam, şöhret, reklam, para kaygısı taşımadılar.
Gazetecilik kisvesi altında “tetikçilik” yapmadılar. Haberleri manipüle etmediler, kimsenin yaşamına, özeline, mahremine girmediler. Şantajla, siparişle başlık atmadılar. Kişi ve kurumlara saldırmadılar. Sadece kamu adına, kamu yararına habercilik yaptılar. Doğru, tarafsız, yansız ve yönsüz bir duruş sergilediler. Doğru bildiklerini dosdoğru bir şekilde ifade ettiler. Böyle olduğu içinde halktan teveccüh gördüler. Sizler dürüst haberciler olsaydınız bu okuyucular sizlerin siteleri, gazeteleri var iken biz internet haber sitelerine gelmezlerdi. Bize söylediklerinizin binde biri mesabesinde de kendinize bakın, yani aynaya bakın. Tabi aynada gördükleriniz sizi şaşırtmazsa…
Kısaca önünüze gelen yemeğin tarifiyle ilgileneceğinize yemeğin lezzetti ve sunumuyla ilgilenirseniz daha doğru bir iş yapmış olursunuz.
Zatı muhtereme göre bizler, yani internet haber siteleri yönetimi ve yazarları gazeteci değiliz, öyleyse 10 Ocak bizim neyimize(!), diyerek bir mim koyup devam edelim…
**
Gazeteci ve gazeteciliği salt tanımına hapsederek ve iletişim mezunu olmayı şart koşan “duayen”(!) gazeteciye bizde bir hatırlatma yapalım müsaadenizle.
Gazetecinin Temel Görevleri ve İlkeleri
·        Gazeteci bilgi, ses, görüntü elde etmek için yanıltıcı yöntemler kullanamaz.
·        Gazeteci, kamuya mal olmuş biri bile olsa halkın haber alma özgürlüğü ile doğrudan ilişkili olmadıkça özel hayatın gizliliği ilkesini ihlal edemez.
·        Gazeteci, yayınlanmış her yanlışı en kısa sürede düzeltmekle yükümlüdür.
·        Gazeteci aldığı bilgiyi kaynak izin vermedikçe açıklayamaz.
·        Gazeteci kanıtı olmayan dedikodu dayanaksız suçlamalardan uzak durur.
·        Gazeteci bir haberin veya bilginin yayınlanmasından maddi manevi beklentisi içerisinde olamaz.
·        Gazeteci, mesleğini reklamcılık, propaganda ve halkla ilişkiler ile karıştıramaz.
·        Gazeteci elindeki bilgileri yayın konusu dışında kendi menfaatleri için kullanamaz.
·        Gazeteci her ne amaçla olursa olsun tehdit ve şantaja başvuramaz. Bütün baskılara karşı koyar.
·        Gazeteci, her türlü baskıyı reddeder ve çalıştığı yer dışında kimseden talimat alamaz.
·        Gazeteci sıfatını taşıyan herkes meslek ilkelerini kabul etmiş sayılır.
·        Halkın bilgi edinme hakkın uyarınca, gazeteci kendi açısından sonuçları ne olursa olsun, gerçeklere ve doğrulara saygı duymak ve uymak zorundadır.
·        Gazeteci; bilgi ve haber alma, yorum yapma ve eleştiri haklarını her ne olursa olsun savunur.
·        Başta barış, demokrasi ve insan hakları olmak üzere, insanlığın evrensel değerlerini, çok sesliliği, farklılığa saygı duymayı savunur. Yani ayrımcılıktan uzak olur.
·        Gazeteci kaynağını bilmediği hiçbir haberi veya bilgiyi yayınlamaz.
·        Gazeteci temel bilgileri değiştiremez yok edemez.
 
 
Değerli dostlar, yeni yasama döneminde internet haberciliği bir tanıma kavuşacak. Yasayla hakları ve ödevleri ve sorumlulukları tayin edilecek.
İçimizde bu işi adamakıllı yapanlar olduğu gibi pek tabiî ki bu işin arkasına sığınarak istismar edenler vardı ve olmaya da belki devam edecektir. Bizlere düşen işin ehli ve işini yapan her kim olursa olsun takdir etmek, işin ehli olmayanları da tenkit etmek olmalı. Buyurgan bir tavırla, tepeden bakan bir anlayışla, küçümseyen bir yaklaşımla kendiniz büyütmez olsa, olsa rezil ve zelil edersiniz.  Bir kez “karizmanız çizilirse” tekrar itibar görmeniz mümkün olmaya bilir.
**
Mülki ve İdari Makamların Dikkatine!
Sayın Valim, Sayın Belediye Başkanım ve siz Sayın İl Özel İdare Başkanım,
Hepinizin malumu olduğu üzere ilimizde genel olarak erişim sorunu var. Bu erişim özellikle de engelliler için hayatı kaçınılmaz ölçüde zorlu ve çetin kılıyor.
İl Özel İdaresi Toplantı Salonu hemen her hafta bir veya birkaç etkinliğe ev sahipliği yapıyor. Bunlardan bazılarını özellikle görmek istememize rağmen ne yazık ki bu mümkün olmuyor. Örneğin BİLSAM tarafından organize edilen kültür kuşağı konferanslar serisinin hiç birisine iştirak etme şansımız olmadı.
Yine çok istememize rağmen ne yazık ki “Basının Sorunları” adlı panele de iştirak edemeyeceğiz…
Benim asıl anlamak istediğim, neden illa da burası? Neden  o salondan daha kullanışlı ve erişimi de uygun birkaç tane toplantı salonumuz varken yetkililerimiz bizleri ve bu durumu dikkate almazlar.Neden?..
Malatya belediyesi Konferans Salonumuz, Malatya kongre ve Kültür Merkezlerimiz varkenve onlarca erişime uygun başka kurumlarımızın toplantı salonları varken burasının tercih edilmesinin sebebi nedir. Var mı bunun bir hikmeti veya varsa biriniz lütfen bana söyleyin…
Geçtiğimiz günlerde Sayın Valimiz Vasip Şahin, İl Koordinasyon Kurulu Toplantısında “Bu iş için size Haziran ayına kadar süre veriyorum. Haziran ayına kadar binalarınızı engelli vatandaşlarımızın rahatlıkla hareket edebileceği, işlerini takip edebileceği duruma getirin.” Dedi. Şahin, konuşmasında: “Kamu yöneticileri olarak engelli vatandaşların gündelik hayatını kolaylaştırmak bizim temel görevimizdir.” Diyerek kamu kurum ve kuruluşlarının bu işi bir an çözmeleri gerektiğinin altını çizdi.
Sayın Valim,
Sizlerden hassaten rica ediyoruz, İl özel İdaresi Toplantı Salonuna ya erişim olanağı veya orada genel toplantı yapılmasına izin vermeyin, lütfen…
Yeniden görüşünceye kadar sağlıkla ve dostlukla kalınız efenim…
Basınımızın güzide temsilcileri ve basın emekçilerinin "10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü"nü kutluyorum. Her ne kadar gazeteci değilsek de...