27 Haziran 2013 Perşembe

Mesele ''Şah çekmek'' değil, oyunu bitirmek

Ülkemizin son on yıllık siyasi tarihinde yirmi günlük Gezi Olayları çok önemli bir yer tutacak. Belki ileride bu olaylar yeniden değerlendirilip yapılan araştırma sonuçları bir tez haline getirilerek kitaplaştırılacak.

Yaklaşık üç haftadır devam eden olaylar aklıselimin devreye girmesi ve “Çıbanbaşlarının” deşifre edilmesiyle önlenmiş oldu.

Kendilerine “Apolitik” diyen gençlik ve bazı çevreci guruplar da “büyük resmi” ancak görebildi. Bu işi masum bir demokratik tavır ve özü itibarıyla “onurlu bir direniş” olarak addedenlerin bile ancak farkına vardıkları bir ayağı dışarıda ve önceden hazırlanmış bir senaryonun hayata geçirilmek istenmesi olduğunun anlaşılması demokrasi kültürümüz ve siyasi tarihimiz adına bir kazançtır.

Taksim’de başlayan ve ülkemiz geneline sıçrayarak devam eden Gezi olayları bizlere epey bir kazanım sundu. Sonucu itibarıyla epey bir külfetli ve ağır bir bedel ödemiş olsak ta gördüklerimiz, şahit olduklarımız birçoğumuzun aklını başına getirmeye yetti. İlk başlarda masum bir eylem olarak algılanan oyunun çok geçmeden de sanıldığı gibi “masum” olmadığı ve sahaya çıkanların birçoğunun “piyon” ve diğer birçoğunun da “apolitik” tepki gençliği olduklarına aldanmayıp basit bir eylemden ibaret olmadığını “meselenin sadece ağaç” olmadığını çok geçmeden anladık.

Avrupa’nın “Dost ve müttefik” olmadığını da anlamış olduk. Uluslararası güçlerin bizimle olan münasebetlerinin temelini “Çıkar” noktasında ele aldıklarını da gördük ve anladık.

Çıkarları bozulunca nasıl ağızbirliği etmişçesine her bir koldan üstümüze saldırdıklarını ve Gezi Üzerinden “çullanmaya” çabaladıklarına da şahit olduk.

Allah Bakara Suresi (216) aracılığıyla bizlere “Sizin hayır zannettiklerinizde şer, şer zannettiklerinizde ise hayır vardır…” diyor. Gezi olayları her ne kadar “Şer” ise de – öyle olduğu aşikâr- bu şerrin bizlere yansıması da yani akıbetimiz de inşallah hayırlara tevdi olunmuştur. Bilcümle dost bildiklerimizin aslında koyun postu giymiş olduklarını, yanımızda görünenlerin aslında en zayıf anımızı beklediklerine şahit olduk. Kısaca dostumuzu ve düşmanımızı bir kere daha test etmiş olduk. Bu da azımsanacak bir kazanç değildir.

Avrupa basınında yazılan çizilenleri buradan özetlemeye kalksam ne benim zamanım ve sayfam ne de sizlerin sabrı buna yetebilir. İlk günden beri meseleyi tarafsız bir şekilde gözlemleyip irdelemeye çalıştım. İlk günkü yazımda meselenin spontane geliştiğini varsayarak gayet masumane bir şekilde geliştiği ve örgütsüz olarak sadece sosyal ağlardan geliştirdikleri kampanyalar neticesinde ses getiren bu eylemi hayata geçirdikleri noktasındaydı. O zaman olaylar bu kadar “dallanıp budaklanmamıştı” ve ayrıca henüz gezi olayları provoke edilmemişti. Ne polisin “orantısız gücü” ne eylemcilerin “Molotoflu saldırıları” işin rengini değiştirmemişti. Apolitik gençliğin sokaklara çıktığı “ilk eylem” ve dolayısıyla ilk sınavlarıydı. Demokrasimiz kazançlı çıkar demiştim ve “Ne Dersiniz, Topçu Kışlasından Yeni Bir Parti Çıkar mı?” diye sormuştum. Çocuklar “ Gezi’den aldıkları gaz’la” yeni bir örgütlenme içine girebilir ve ülkemizin “Muhalefet eksikliğini” kapatabilir diye düşünmüştüm…

Tahminlerimizde yanılmadık ancak bir şeyi hesaba katmadık. Bu sisli havayı kendi lehine çevirmek için pusuda bekleyen “şer ittifakının” çoktan “tetiği çektiklerini” ıskaladık. Oysa resim gayet açıktı…

Sosyal Ağları en iyi kullanabilen gurupların başında illegal yapılanmalar ve marjinal gurupların olması şaşırtıcı. Ulusalcı çizgide yayın yapan medya ve taraftarları, Atatürk gençliği olduklarını ifade eden ve tek Atatürkçülerin kendileri olduğunu iddia eden malum Atatürkçü çevreler ile taraftar gurupları dilediği bir konu üzerinden yoğunlaşarak Twitter üzerinden başlattıkları kampanyalar ile sanki ülke gündemini kendileri belirliyorlarmış gibi sansasyonel Has Tag’larla gündemin ilk sırasını işgal edebiliyorlar. Bunlara bazı medya çevreleri bilerek destek olurken bazı masum medyada ne yazık ki “sazan” olarak destek vermiş oluyor.

Tewitter üzerinden açılan “sahte hesaplar” ile paylaşılan, resim, haber ve videolar dezenformasyon amaçlı olarak servis edilirken bu amaca hizmet eden bazı “sözde siyasetçiler” sırf rakibini köşeye sıkıştırma adına kaos ve kargaşadan medet umacak raddeye gelmesi çok düşündürücüdür.

Her fırsatta demokratik, laik ve hukuk’un üstünlüğüne inanan sosyal devlet söylemine vurgu yapan bu siyasetçilerin ikiyüzlü tavırları karşısında söylenebilecek her ifadenin yetersiz kalacağını biliyorum.

Gördüklerimiz nelerdi derseniz kısaca bazılarını hatırlatayım;

İsrail’i ve İsrail’in tutumunu gördük,

Fransa’yı ve Fransızların nasıl davrandıklarına şahit olduk,

İngilizlerin hangi hesaplarla neler çevirdiklerini hatırladık,

Almanların “dost ve müttefik ülke” sözlerinin kocaman bir yalandan ibaret olduğunu gözlemledik,

Dünya Medya devinin taraflı haberleriyle gündemi nasıl çarpıttığına şahit olduk,

Yalan yanlış haberleri gerçekmiş gibi “kakalamaya” çalışan siyasetçi “müsveddelerini” tanıdık,

İMF’ye borcunu ödeyen Türkiye ve Brezilya gibi ülkelere Finans devlerinin “aba altından sopa göstermesine” şahit olduk,

Ülkemizdeki “rantçıların” 28 Şubat ve öncesinde hangi yollardan ve nasıl para kazandıklarını nasıl “kirli ilişkiler” içinde olduklarını öğrenmiş olduk,

Asker’e “selam çakmanın” aslında ne demek olduğunu öğrendik,

Laiklik tehlikede diyerek her fırsatta “hükümeti hizaya sokan” askerin “Cumhuriyeti kurtardıklarını” sanarak aslında kimlere hizmet etmiş olduklarını şimdilerde kendilerinin de anlamış bulunduklarını müşahede ettik,

“Kaypak” siyasetçilerin her dönemde var olduğuna bir kez daha şahit olduk… Az şey mi?

Dahası var,

Koynumuzda beslediğimiz “çıyanların” bizleri sokmaya kalkışmalarını,

Her gün ekranlardan bizlere “sırıtan” bu sayede semiren “şaklabanların “ “ibneliklerine” bakıp düne kadar bunları “adam” saydığımıza hayıflandık,

Kendilerine “sanatçı” denen bazı zevatın kimlerin “kuklası ve maşası” ve kimlerle nereden ve nasıl bir dirsek temasında bulunduklarını gördük,

Ana muhalefetin “durumdan vazife çıkarma çabası” ve Gezi Park’ını “sahiplenme” girişimiyle deyim yerindeyse “çullanma” girişimine şapka çıkardık,

Emperyalizm’in boyunduruğu olduğunu söyledikleri bir iktidarı emperyalistlerle bir olup “bağımsızlık” türküleri eşliğinde Emperyal devletlerden medet uman akıl fukaraları Sosyalist Solcuları gördük,

Ulusalcılık safsatası arkasında mevzilenen bir kesimin “Askeri dikta” özlemine şahit olduk,

Kendilerine Atatürk’ü maske edinen ve “Atatürkçü” geçinenlerin Atatürk’ün kurduğu bir ülkeyi ateşe atmaktan çekinmeyip “iç savaş” çığırtkanlığı ve histerisi içinde kaosa sürükleme çabalarına şahit olduk,

Olduğu yerde Duran’a şahit olduğumuz gibi her oluşumun içinden gerçek anlamda “dik durana da” şahit olduk…

Günlerdir gözlerimizin önünde olup bitenlere bakınca,

Bilcümle “leş kargaları” ve şer ittifaklarının etrafımızda ördüğü şeytan üçgenine bakınca neden “ille de Erdoğan’ın gitmesi gerektiği” noktasında ağız birliği edildiğini görünce ister istemez çıkar çevrelerinin “çanına ot tıkayan” iktidardan kurtulma hesabı olduğunu biliyor ve anlıyoruz.

Mademki onların böyle bir hesabı ve böyle bir planı var,

Mademki piyonları sahaya salıp “şah çekme” planları içerisindeler,

E o zaman kimse kusura bakmasın “Şah’ımızı yedirmeyiz”

16 Haziran 2013 Pazar

Bu Bir Kalkışma Hareketidir

Türkiye’de seçilmiş iktidarı önce Eset’le bir tuttular, hızlarını alamayıp Avrupa’ya şikâyet ettiler bir sonuç alamadılar. 
Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet Tehlikede dediler, Şeriat geliyor safsatası ile günlerce gündemi meşgul ettiler, söylediklerine kendileri de inanmadılar ve çark ettiler.
Avrupa ekonomik krizle boğuşurken büyüyen ülkemize sermaye akışı kesilmeden her geçen gün arttı. Biri biri ardına devasa projelerin açılışları gerçekleşti.
Güçlenen bir ülke ve güçlenen bir ekonomi bazılarının uykusunu kaçırmaya yetti.
Avrupa ve Orta Doğu’nun parlayan yıldızı Türkiye iç barışı tesis etmek üzere inisiyatif alıp PKK ile masaya oturmaktan gocunmadı.
Yüz yıllardır ihmal edilen ülkemizin bir bölümüne ekonomik kalkınma seferberliği başlatıldı.
Biryanda yollar fabrikalar bir yandan köylerine geri dönenlere çeşitli imkânlar sunulmaya başlanıldı.
Mevcut Üniversitelerimiz üç katına çıkarıldı. Kalkınma öncelikli yörelere SODES ve Avrupa Birliği Hibe Fonlarından kaynak sağlandı.
Eğitimde, Sağlıkta ülkemiz çağ atladı. Cumhuriyet tarihinde ilk defa eğitim ve sağlık bütçeden en büyük payı aldı.
Akdeniz Olimpiyatları hazırlıkları tamamlanarak Akdeniz bölgemiz devasa tesislere kavuştu. Diğer yanda İstanbul Olimpiyat hazırlıkları hız kesmeden devam etti.
İstanbul’un çehresini değiştirecek devasa projelerin startı verildi. Üçüncü köprü açılışı, Üçüncü hava Alanı ve Kanal İstanbul Projesi çalışmaları hızlandırıldı.
Yarım Yüz yıldan beri şehirlerin aldığı göçe bağlı olarak çarpık kentleşme ve gecekonduların yerini modern toplu konutlar aldı. İnsanlar ilk defa ev sahibi olmanın sevincini yaşarken TOKİ ülke ekonomisine hissedilir bir kaynak ve katkı sağladı.
Merkez Bankası döviz rezervleri bazılarının iştahını kabarttı. Hortumcuların içini boşalttığı kurumlar BDK sayesinde yeni bir yönetim ve yapılanma ile para kazanmaya başladı.
Ülke çetelerden temizlendi. Çek senet mafyası, beyaz kadın ticareti ve tefecilik gibi haberler duyulmaz oldu. İşyerlerini kapayan, intihar eden müflis tüccar haberlerini duymuyoruz.
Başından beri söylediğimiz bir şey vardı, bu yalnızca bir ağaç meselesi değil. Bu ülkemizin iç barışını ve huzuruna yönelik bir provokasyon ve kalkışma hareketidir.
Bu gün birlik ve beraberlik günüdür. 21. Yüzyıl Türk Asrı olacaktır. Bu millet buna hazır ve bu ülke dünyada hak ettiği saygın yere gelecektir.
Ne Alman siyasetçilerin provokasyonları ne İngilizlerin meşhur ayak oyunları buna mani olamayacaktır. 
Avrupa Parlamentosu Türkiye için toplanıyor ve karar alıyor. Yarım yüz yıldır kapısında beklettikleri ülkede senin kararın geçerli olur mu sanıyorsun. Siz hala Türkiye Cumhuriyetini “Muz Cumhuriyeti” mi sanıyorsunuz. 
Avrupa ve Orta Doğu kendilerine bir kez daha bakmalı. Yarın öpecekleri eli şimdiden sıkmaya başlamalı. Türkiye üzerine hayal kurmayı bırakın. Türkiye eski Türkiye değil. Türkiye sahipsiz değil, Türkiye lidersiz değil…
Gezi üzerinden kalkışma yapanlar şunu iyi bilmeli, yıkmaya çalıştığınız bu çatının çökmesi sizlerin kurtuluşu değildir ancak sonu olabilir. Beğenseniz de beğenmesiniz de Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devletidir, seçilmiş bir hükümet işinin başındadır. Onu oraya getiren güç ancak götürebilir. Sandık önüne geldiği zaman karını verir.
Erdoğan’ı oradan indirmek istiyorsan Erdoğan’ın hayallerini zorlayan projeler sunmalısın. Nasıl ki Erdoğan’ın hayata geçirdiği projeyi sizler hayal bile edemiyorken o hayata geçirmeye çalıştıysa siz de kendi projelerinizle gelin.
Postal yalayarak, kalkışma başlatarak, iç savaş provası yaparak bu hükümet ve bu halkla baş edemezsiniz. Bu halk sizin sandığınız gibi “koyun” değildir. Öyle olmadığını da her fırsatta gösteriyor…
Başbakan geriyor yalanlarını bırakın, daha dün hepsini guruplar halinde kabul etti, onları dinledi. Toplantı sonunda hepsi demeçler verdi. Hiç birisi çıkıp ta “Gezi için yaptığımız protesto amacına ulaşmıştır. Bugünden itibaren Başbakanın sözlerinin takipçisi olacağız, evlerimize dönebiliriz…” diyemediler.
Siyasetçilerin her zamankinden daha bir dikkatli ve sağduyulu davranmasını beklerken olayları provoke etme yolunu seçtiler. Ortamı yatıştırmak yerine ortamı iyice gerdiler.
Eskiden bir yerlerden düğmeye basılınca ortalık kan gölüne dönerdi. Şimdi sosyal Medyayı bu amaçla kullanıyorlar. 
Gün sağduyu günüdür,
Gün birlik ve beraberlik günüdür.
Bu işin sadece ağaç olmadığını gördük ve anladık, bir şeyi daha anladık ki sizlerden bir “halt” olmaz. Sanatçı olsanız da, siyasetçi olsanız da bu halkın sanatçısı ve bu halkın özlediği siyasetçiler olamazsınız.
Bu resme iyi bakın, 
Kazlı Çeşmede halk vardı,
Ellerinde bayraklarıyla, 
Ellerinde Molotofları, tencere tava çalanlar iyi baksın. Bu halk size bırakın oy vermeyi sizlere “bağlı eşeği” teslim etmeyecek.

14 Haziran 2013 Cuma

Halk bu oyunu bozar, Erdoğan'ı yedirmeyecek

Başbakan Erdoğan’ın Gezi Parkı olaylarına alenen destek verdiği gerekçesiyle köprüleri attığı doğuş gurubuna ait Garanti Bankasından vatandaşların 40 milyon liralık mevduatı çektikleri ve bugüne kadar bin 500 kart iptalinin yaşanması üzerine Garanti Ödeme Sistemleri Genel Müdür Yardımcısı Elvan Akın’ın istifa ettiği duyuruldu.

Mayıs ayı sonlarında Silivri’de görülen davada işlerin karışacağı sinyali belli olmuştu.  Fitil ateşlendi ve Gezi parkı üzerinden Başbakana karşı bir kampanya başlatıldı. Taksimde olayların başladığı saatlerde NTV de üzerine düşeni yaptı. Hitler belgesi yayınlayarak Diktatörün önlenemez karizması ile meydanlara mesaj iletildi.

Bizler toplum olarak daha neyin ne olduğunu sorgulamaya henüz başlamışken kozmik şifrelerin kırıldığı ve Genelkurmay Başkanlığının varlığını kabul etmediği Türkiye Ulusal Stratejiler ve Harekât Dairesi TUSHAD’a ait dokümanlar, görev ve teşkilat şemaları, fişleme kayıtları ortaya saçıldı. Seferberlik Tetkik Kurulu’nun Kozmik odasında başlayan aramalarda ele geçirilen dokümanlar arasında 12 Eylül, 12 Mart, 28 Şubat ve yakın tarihe kadar karanlık kalan süreçlere dair bilgi ve belgeler ele geçirildi. Yaklaşık 60 yıllık bir arşivin deşifresi sayesinde ele geçen Belge ve dokümanlarla Özel Harp Dairesi’yle ile iş birliği yapan sivil uzantı da deşifre oldu. Neler yoktu ki bu belgelerin içinde. Medya ayağından isimler, siyasi uzantılar, işadamları, sivil toplum örgütleri yöneticileri ve azınlıklarla ilgili cemaatler ve cemiyet bilgileri…
Kozmik odada ele geçirilen hard disk dökümlerinin deşifresi ile sıranın kendilerine geldiğini bilen malum baronlar yolun sonunu görmüşlerdi.

Baronlar gardını alarak Gezi’ye dâhil oldular.  Susayanlara su, yağmurda kalanlara kapüşonlu yağmurluk ve iki yüz liralık harçlıklar dağıtıldığı sosyal medyada günün konusu oldu. Paranın kaynağı yapılan çalışmalar neticesinde tespit edildi…

Akabinde ele geçirilen bilgi ve belgelerin mahkemeye intikali süreci ve mahkemenin 28 Şubat Davasını kabul etmesi olayı yaşandı.

Reyhanlı’da patlatılan bombalarla sonuç alamayan çevreler arakasına aldıkları yerli işbirlikçiler ve İsrail, İngiliz, Alman vs. diğer şer ittifakı ile Erdoğan’ın istifasını ve “tek adam”lığını sorgulamaya başladılar.

Taksim Gezi parkında başlayan Ağaç protestosunun orta yerine “Tayyip istifa”, Üçüncü köprü yapılmasın, Havaalanından vazgeç, Kanal Projesini unut gibi uçuk kaçık ve ne akla hizmet edildiği anlaşılamayan talepleri sıraladılar.

İşte bu noktada bazıları için aydınlanma dönemi başlıyordu.  İşin rengi değişmişti, biz bu filmi bilmem kaçıncı kez seyretmiştik.

Meselenin bir ağaç olmadığını ayan beyan görmüştük.  Bir gecede milyon dolarların el değiştirdiği, devlet bankalarının içlerinin boşaltıldığını daha dün gibi hatırlıyorduk.

Tamam, Tayyip Erdoğan’ı sevmek zorunda değilsiniz ama Allah aşkına Erdoğan’ı istemeyenler kimler durup bir bakalım.

Avrupa’da hemen her yerde aniden başlayan protesto eylemleri, bırakın Avrupa’yı Afrika’da sorsan haritada Türkiye’nin yerini bilmeyen guruplar meydandaydı.

Avrupa ve Alman basını karalama kampanyalar başlatıyor. Avrupa Parlamentosu bize “ayar” vermeye kalkışıyor.

Suriye üzerinden üniformalı özel birlikler sınırdan girmeye uğraşıyor.

Çeteler, ETÖ ve bilumum derin yapılar avuçlarını ovuşturuyor.

İsrailli parlamenter radyoda açıktan dua ederek Tayyip’ten kurtulma histerisi içinde sevincini gizlemiyor.

Almanlar istemiyor,

İngilizler istemiyor,

Fransızlar istemiyor,

Belçika, Danimarka istemiyor,

İspanya, Rusya, Japonya ve hatta Çin istemiyor,

İsrail, Suriye istemiyor,

Yunanistan ve Rumlar istemiyor,

Amerikan medyası Irak savaşında bile bu kadar muhabirini göndermemişken taksime üs kuruyor.  

Amerikan medyasını ve dünya medyasını elinde bulunduran güç istemiyor.

Macar Yahudi kökenli ABD’li  Finans spekülatörü George Soros istemiyor.

 Soros’un Türkiye’deki medya ve dernekler ayağıyla kimlere hangi guruplara para akıttığını biliyorsunuz.
 Hangi derneklere parasal destek sağladığı malumunuz. Ne kadar marjinal gurup varsa hepsi Açık Toplum Vakfı tarafından finanse ediliyor.  Mesela, LGBT dernekleri, KADER kadın dernekleri, TESEV, Sabacı ve Koç Üniversitesi gibi daha onlarca Medya ve derneğin finansörlüğünü sağlıyor. Tüm bunlara para akıtması ne kadar çok hayırsever olduğunu mu gösteriyor, neyin karşılığı olarak veriliyor bu paralar veya ne karşılığı…

Silah tüccarları,  Tefeciler, Ekonominin dizginlerini elinde bulunduran baronlar ve faizden para kazanmaktan başka derdi olmayan faiz lobisi de istemiyor.

Dahası var, MHP’ye sorsan istemiyor,

CHP keza tüm siyasi söylemini Tayyip düşmanlığı üzerine kurguluyor,

Ulusalcılar ve “çapulcular” deseniz öyle…

Şimdi tekrar soralım kendimize.

Düşmanlarımız bizi niye alkışlar; yanlış yolda olduğumuzu bilince.

Düşmanlarımız Erdoğan’ı neden istemez, çıkarları bozulunca.

Para babaları baronlar neden sevmez, hortumları kesildiği için.

Çeteler, gizli yapılar, illegal örgütler, marjinaller vs.vb. mademki istemiyor buradan çıkaracağımız bir tek ve en doğru sonuç: TAYYİP ERDOĞAN DOĞRU YOLDA!

Vatanını seven gerçek milliyetçiler ve devletine bağlı her vatanseverin Recep Tayyip Erdoğan’ın safında yer alarak bu oyunu bozmaları gerekir.

Halk bu oyunu bozar, saflarımızı sıklaştıralım beyler…


O halde ne duruyoruz, hep birlikte yüksek sesle haykıralım;

RECEP TAYYİP ERDOĞAN’I YEDİRMEYİZ, YEDİRMEYECEĞİZ


Haberin Tamamını Okuyun http://www.malatyasonhavadis.com/halk-bu-oyunu-bozar-erdogani-yedirmeyecek-makale,176.html#ixzz2WBZq1EyU
Follow us: @medya_ilisuluk on Twitter | 177724068916332 on Facebook

12 Haziran 2013 Çarşamba

Yerel Basına “Gazetecilik” Dersi (Son)

Yerel basınımızın Duayenleri(!) bu yazıyı önce bir okusun, sonra yazıda anlattıklarımız ışığında aynaya bir baksınlar diyerek önce şehrimizin sorunlarına kısa bir girizgâh açacağım müsaadenizle.
Malatya’da Soykan Parkı diye bir yerimiz vardı. Asırlık çınarı ve cevizi ile çarşının tam orta yerinde gelip geçerken uğrayıp gölgesinde çayımızı yudumladığımız mini çay bahçemiz şehrimize ayrı bir hava katardı. Ağaçları kesildi, betona çevrildi kimsenin kılı kıpırdamadı…
Tarihi Belediye binamız bir gecede baktık ki buhar olmuş. Kimsenin aklına o binayı korumak ve şehrin merkezine güzel sanatlar müzesi veya sergi salonu gibi düzenlemek gelmemişti. Gerekçe bulundu, yeni binamıza taşınıyoruz, burasını alan yapacağız… Yapıldı da. Ne sokağa çıktınız, ne sesinizi çıkardınız. Konuşan bir iki cılız ses dışında diğerleri “iyi yapıldı, alan açıldı trafik rahatladı…” demekten öteye kimselerin içi acımadı.
Çilesiz yoluna gidin bakın. Sağlı sollu ağaçlarında gölgesinden yürüyerek çarşıya gelirdik de o yol bize hiç uzak gelmezdi. Etrafta kuş cıvıltılarının kesik olmadığı o güzelim mahallelerin avlusunda envai çeşit ağaçlar vardı. Kayısısı şeftalisi, dutu ve kirazıyla kendinizi Anadolu’da başka bir kasabadaymış gibi hissederdiniz. Bibilerimizin evlerinin bahçesinde pişirdiği yufka ekmeğin kokusu cadde boyu sizi takip ederdi…
Ağaçları kesildi, caddeler “cıscıbıldak” kaldı. O güzelim Malatya evlerinin yerini devasa beton evler, sıra sıra kutu gibi dizilmiş bloklar aldı. Sahi kimsenin sesi çıktı mı, duydunuz kimseden bir ses, bir tepki…
Malatya’ya gelen yabancı birisinin çarşıya kadar yeşillikler içinde gördüğü güzelim İstasyon Caddemizin, İnönü Caddemizin ağaçları şimdi nerdedir. Bizim ağaçlarımız Taksim’dekinden daha mı değersizdi, o zaman siz nerelerdeydiniz muhteremler…
Vilayet Parkımız vardı, şehrin tam orta yerinde Türkülere konu olmuş, çocukluğumuzun ve çocuklarımızın hatıralarını süsleyen. Akıbeti hakkında bir fikriniz var mı? 
Malatya’mızın yetiştirdiği merhum sanatçılarımızın Bedo’nun Türküsü ile ünü ülkemiz sınırlarını aşan ve düğün ve derneklerimizin vazgeçilmez ezgisi “Anam anam Kernekli misin…” Türküsünün yerine ne koyacaksınız. Ortada Kernek adına ne bırakıldı? Şelalesi ve gölü, göl gazinosu olmayan bir beton alana kavuştuğunuz için şimdi mutlusunuzdur umarım…
Eskiden İstanbul’da yağış olduğunda ilk akla gelen yer Aya Mama Deresi olurdu. Şükür son birkaç senedir bu tür haberleri duymuyoruz, yerini şimdi Malatya’nın çarşısı ve yer altı geçitleri almış durumda. Her yağmurda mağdur olan esnaflara söyleyecek bir sözünüz kaldı mı? Var mı inandırıcı bir mazeretiniz, Beydağı’ndan gelen sel sadece bu seneye mahsus istisnamıydı…
Derelerin ıslahı, yer altı şebekelerinin yenilenmesi için onca para dökmeye ne gerek vardı. O zaman da taşkın vardı şimdi de, değişen nedir?
Sayın Başkan’ın yaptıkları güzel şeyleri için alkışlayalım fakat buna da bir çözüm bulması için kırıp dökmeden eleştiri getirip hiç değilse bir şerh koyalım. 
Malatya Türkiye’nin Doğu’ya açılan kapısı. Bu kapının dört yıldır bitmeyen çevre yolu düzenlemesi insanların yapılan diğer güzel şeyleri görmesini de engellediğini belirtmeliyiz. Başka hangi şehirde çevre yolu bir baştan bir başa şehri ikiye bölerek tam orta yerden geçer. Şehrin trafiği deseniz keza evlere şenlik durumda, kaçınızın bu noktada getirdiği bir önerisi ve eleştirisi oldu.
Mevcut iktidarı ezici bir çoğunlukla destekleyen bir şehrin hükümetten aldıkları nelerdir. Siz yerel basının yüz akları, sizler hangi haberlerinizle yerel siyasetçilerimize halkın duygularını aktardınız.
Yeni bir OSB ihtiyacını söyleyip günlerce üzerine gittiniz mi?
Şehrin trafiğine bir çözüm getirelim, şehir planlamacıları, odalar, sivil toplum örgütleri buyurun sizlerin bu hususta görüş ve önerileriniz nelerdir diye sorup haberleştirdiniz mi?
Televizyonlarınızda kaç oturum düzenleyip konuyu gündeminize aldınız, dergilerinizde, gazetelerinizde hangi manşetle bu ve yukarıdaki diğer konularla alakalı haber yaptınız. 
Sizler yerel basın olarak Malatya ve Malatyalının duygularına ne kadar tercüman olabildiniz.
Başkanın yemek davetinde bile “bir yakınıza iş talebi ve reklam isteme” dışında ne tür bir öneri dosyasını önüne koydunuz. 
Siyasilerle resim çektirme dışında yaptığınız hayırlı bir iş gösterin dişimi kırayım. Sizler elin memleketinde binlerce tirajlı ofset baskılar varken bu millete kese kâğıdından gazete sundunuz. Gazete lafın gelişi, ne kadar gazete denilebilirse... Yarısı BİK reklamı, diğer yarısı vefat ve başsağlığı ilanı, bir iki oradan buradan size iletilen bülten dışında bu millete ne verdiniz?
Yarım asırlık gazetelerimiz var sözde, çıkın sokağa halka sorun kaçının adını biliyorlar ve kaç eve gazeteleriniz giriyor. Siz hiç büfeden “filanca yerel gazeteyi verir misiniz” diyen vatandaşa şahit oldunuz mu?
Bastığınız “kıytırık” dergi ve gazeteleri manavlara, ekmek büfelerine ve kamu kurumlarının masalarına bırakarak mı yerel basını temsil ediyorsunuz. 
İnternet haberciliği ile bu şehrin basınına bir kalite geldi. Yerel medya bu konuda sınıfta kaldı, itiraf edin bu işi sizler beceremediniz. Yoksa kimsenin sizin aldığınız paralarda reklamlarda gözü yok. Gösterin bana bir internet sitesi ki “sizlerin nemalandığı “ bir kurumun ilanını almış olsun. 
Malatya’da yerel medya bile bırakın Tekeli Kartel olmuş bozacı şıracı misali hiç takipçisi okuyucusu olmayan sitelerin etrafı reklamlardan geçilmiyor. Diğer yandan ünü Türkiye’yi aşmış internet haber sitelerine bir Allahın kulunun reklamı nasip olmuyor. 
Kalkıp gammazlık yapacağınıza işinize baksanız belki sizlerinde okuyucusu takipçisi olacak. Ama nerede sizde o “çap” o kapasite. İnternet haberciliği yapmak kese kâğıdına gazete basmaya benzemez. Çaba ister, emek ister. Vakit harcamak, para harcamak ister. Sizler alışıksınız sipariş haberler yapmaya…
İşinizi yapın, başkasının yaptıklarını karalamakla bir yere varamazsınız. Yapılanın suç olduğunu biliyorsanız veya öyle düşünüyorsanız gider verirsiniz mahkemeye. Kimden bahsettiğinizi, kimi gammazladığınızı bilelim hiç olmazsa. Önüne geleni karalayıp töhmet altında bırakmanın adı gazetecilik olamaz, olsa olsa müfteri olur. Birini müfteri ilan ediyorsanız attığınız iftirayı ispat etmeniz gerekir.
Yasalarda olmayan bir suçlamayla kendinizi kandırmayın. Birine bir suç isnat ediyorsanız o suçun önce tanımını yapın. Verdiğiniz 657 sayılı kanun örneği dünde vardı bugün de, kaldı ki orada yazılan “memurun amirinin izni olmadan basına kurumun işi ve işleyişi ile alakalı demeç vermesini” düzenler. Hâlihazırda kurumlarımız basın açıklamasını zaten Valilik kanalıyla basına servis ediyor. 
Huysuz çocuklar oyunda yenilince mızmızlanırdı, sizlerde oyunu kuralına göre oynayamayınca gammazlığa soyunuyorsunuz. Vazgeçin kendini daha fazla küçültmeyin, ne de olsa yerel basınımızın “yüz akı ve Duayenisiniz” size hiç yakışmıyor…

8 Haziran 2013 Cumartesi

Topçu Kışlasından yeni bir parti çıkar mı?

Bir önceki yazımda “Olmadı ki gözüm, yanlış yaptık” demiştim. Yazımın sonunda da  “Biz bu noktaya nasıl geldik hırsızın hiç mi kabahati yok onu da sonraki yazımda anlatacağım...” diye bitirmiştim. 
Bu noktaya nasıl geldiğimiz aslında ayan beyan ortada ve konuyla alakalı yığınla yazıldı – çizildi fazlası lafügüzaf olacağı hasebiyle kısa tutup geçeceğim. 
Öncelikli olarak Ak Parti iktidarının gücünün doruklarında olduğu bir zamana denk geldi. Bilinçli bir tercih olmamakla beraber gücünün zirvesindeki bir iktidarı yerle yeksan etmeye yetti. Hani hep denir ya “en güçlü olduğunuz zaman aslında en zayıf anınızdır” buda öyle bir şey… 
İktidar “Gezi Parkı” olayları üzerinden geçen on yılın muhasebesini yapmalıdır.  Bu olay iktidarın demokrasi sınavıydı. Benzer başka sınavları şu veya bu şekilde geçmeyi başardı. Bu sınavın sonucunu sürecin seyri belirleyecek. 
Tam bağımsız bir Türkiye, demokratik, laik ve hukukun üstünlüğüne inanmış sosyal bir devlet anlayışıyla bağdaşmayacak hareketler zincirinin belki son halkası.  
Kendisini hep mazlum olarak niteleyen ve bu uğurda dışlandığını, baskıya uğradığını ve çeşitli badireler atlattığını bildiğimiz Ak Partinin bugün kendi iktidarı döneminde baskının ve dışlanmanın yönünü ve seyrini değiştirmesi. Yani “dinci” olarak dışlanırken şimdi kendisi de “laik” olarak dışlıyor” diye düşünülmeye başlaması. 
Başörtüsü yasağını kaldırması tamam, İmam Hatiplerin önünün açılması eyvallah… Fakat bu seferde sadece kendi dünya görüşü ile şekillendirdiği bir eğitim modeli dayatıyor. Dün yapılan yanlıştı, bugün yapılan da yanlış…” denmeye başlanması. 
İnsan çocuğuna nasıl bir eğitim vermek istiyorsa bırakınız kendisi kararını versin…” Devletin görevi “fırsat eşitliği” sağlamaktır. Sen okulunu açarsın dileyen dilediği yere oranın müfredatına göre çocuğunu gönderir. Seçim hakkı kişinin kendi elinde olmalı. Devletin görevi kişinin nasıl bir ahlak ve hangi dini inançla yetişeceğine karışmak olmamalı. Devlet dinlerin kutsiyetine saygılı olmalı fakat bunu sadece belirli bir din ve dünya görüşü şeklinde zorla dayatmamalıdır…”  diye yüksek perdeden konuşulması. 
Nasıl ki dün askerin siyaset ve devlet üstünde bir yerde ve bazen devleti “hizaya sokan” anlayışından rahatsız oluyorduysak bugün de devletin “intikamcı” bir duyguyla hareket ederek “askeri hizaya sokma” eğiliminden rahatsız oluyoruz…” diyorlar. 
Dün devletin en “uç” noktalarında belli bir düşüncenin “yuvalanmasından” rahatsızdık. Asker, medya, siyaset, yargı sivil toplum örgütleri ve iş dünyası belli gurupların etkisi ve kontrolü altındaydı. 
Bugünde yapılan belli gurupların yer değiştiği ve rollerin değiştiği şeklinde tezahür ediyor. Dün yapılanlar yanlıştı şimdi de yapılanlar aynı minvalde yanlıştır…” söylemlerini hep duyar olduk. 
Statükodan rahatsızdık, bunun yerine daha yenilikçi, daha özgür bir toplum ve devlet anlayışı istiyorduk. Statükoyu sonlandırmak için atılan adımları elbette alkışladık. Mevcut alıştığımız düzenin bozulması bazılarımızın üstünde “olumsuz” etkilere yol açtı, yeni durumu kabullenmek epey bir zaman aldı.  Statükoyu kırıp yerine otoriter bir rejim ikame etmek yanlışın en büyüğü. 
Onca vekil, bakan müşavir, akademisyen sadece liderin söylediklerini tasdik etmekten ibaret bir görünüm çiziyor. Kars’a yapılacak heykelin kararını da lider veriyor, belediyenin atacağı adıma da, park ve bahçelerin çalışma şekline de lider kararı ve onayıyla ancak karar veriliyor. Bunlar doğru bir yaklaşım olmamakla beraber yapılan güzel işlerin hatırına toplumun kahir ekseriyeti tarafından kabul ediliyor veya tolere ediliyor...” diye düşünülüyor.  
Bir şehrin kentin doğal dokusunu muhafaza etmek seçilmiş yerel yönetimlerin vazifesidir.  Bunların görev alanı ve yetki sınırları yasayla güvence altına alınmıştır. Yerel yönetimlerin yaptığı usulsüzlükleri mülki amirin denetlemesi ve yargının müdahale etmesi demokrasinin icabıdır.  
Kendini hem seçilmiş belediye başkanı, hem yüksek yargı gibi görmeye başladığında demokrasi demokrasi olmaktan çıkar ki onunda adına literatürde demokrasi denmez… 
Bizler her fırsatta vekillerin “çapsızlığından”  dem vurup “parmak kaldırma” dışında bir etkileri olmadıklarını söylüyoruz. Çok fazla uzağa gitmeden kendi ilinizde vekillere ve vekillerin karnelerine bir bakınız. Hangisinin meclise faydalı bir yasa önerisi verip vermediği ne tür bir proje ile kamuoyu karşısına çıkıp destek talep ettiklerini gördünüz mü? Eğitimde, sağlıkta, ekonomide ve toplumu ilgilendiren belli bir konuda atılması gerekli adımları lider söylemeden “bunlarda benim fikirlerim, bunların hayata geçirilmesi için sizlerin desteklerine ihtiyacım var “ dediklerini duydunuz mu? 
Yani kısaca demokratik bir ülke ve demokratik bir toplum olmayı arzuluyor ve bekliyorken lider sultasına omuz verip emin adımlarla “diktatörlüğe” evrilmeye başladık. Özlenen Türkiye bu olmamalıydı… 
Yeni Anayasa dedik, ne siyasi partiler ne toplumun bu konuda attıkları somut bir adıma şahit olmadık. Seçim sathı mailine girmeye ramak kala beklentilerimiz boşa mı çıkıyor endişesi taşımaya başladık.  
Toplumsal barışın sağlanması adına uzlaşı ve herkesi ve her kesimi kuşatan, kimseyi ötekileştirmeyen, dışlamayan demokratik bir Anayasa için çalışmaların hızlandırılması elzemdir… 
Yani iktidar kanadı bu olaylar üzerine kafa yormalı. Bunları sadece “gezi parkı” özeline hapsetmemeli, sebep sonuç ilişkisi içerisinde değerlendirip alınması gerekli mesajı doğru okumalıdır. 
Dedikleri, denilmek istenilen ve benim aldığım “dersler” şunlar: 
 Çapulcular; 
Bunlar “bir avuç çapulcu” diyoruz ya, bana göre bu kadar dar bir kalıba hapsetmek ve salt çapulcu olduklarını varsayarak büyük resmi görmezden gelmek yanlıştı. Tamam, çapulcular içlerine girmişti, yakıp, yıkıp, yağmalamaktan, devlete zarar vermekten, kaos ve kargaşa çıkarmaktan başka hesapları yoktu. Onlar için hedefe gitmek için her yol mubahtı. Kendi şahsi ikballeri için her şeyi yapabilirlerdi. Gözlerini kan bürümüş olanlar o gurupların içerisindeydi ve seçiliyorlardı. 
Apolitikler; 
Bunların büyük çoğunluğu “yeni yetme” ve henüz bıyığı yeni terlemiş ve kendilerini partiler üstü gören, İPAD gençliği. Bu gençlerin ailelerinde muhafazakâr da var, liberal de, sağcı da, solcuda. Yani senin, benim kısaca bizim çocuklarımız.   
Geçler çok pısırık, dünyadan bihaberler. İşleri güçleri sosyal ağlarda “trollük” yapmak, Twitter ve diğer sosyal ağlarda cakalı laflar etmek sandığımız teknolojinin çocukları da bu kalıba girer. 
Çocuklarımızı çok fazla dışladık, kendi tarihini bilmiyor, değerlerinden bihaber. Siyasetle ilgilenmiyor diyoruz ve şekvada bulunuyoruz.  
Çocuklarımız Atatürk’ü biliyorlar. Onu yeterince okumuşlar ama İnönü hakkında fikir sahibi değiller. 
İhtilalı görmemişler, Menderes’in, Özal’ın adlarını büyüklerinden duymuşlar. Evren’i ve yaptıklarını sorgulamamışlar. Sen darbe dersin o alık alık bakar, neden söz ettiğini anlamaz. Darbenin kötü bir şey olduğunu bilir o kadar. 
Kısaca bu gençlik yaşları itibarıyla senin yaşadığın dönemi bilemez, kavrayamaz, sorgulayamaz. Ona hep uzak durduğu alandan örnekler gösteriyorsun ya “bunu yaptılar, şunu yaptılar, şunu yasakladılar…” onların gözü senden başkasını görmedi ki, sen onların yanlışını tekrar tekrar hatırlatacağına kendi doğrularına onlara örnek ol, rol model ol, idol ol. Bu boşluğu doldur işte sana fırsat… 
Yani bu gençlik “Ak Gençlik”, 
Gözlerini açtıklarında, seni yani Ak parti yönetimini gördü. İlk kez sahaya indiler, senden aldıkları cesaretle ve kendi özgüvenleriyle… 
Otoriteye karşılar; 
Bu çocuklar her ne kadar apolitik ise de, 
Her ne kadar teknoloji çocuğu, İPAD – İPHONE tutkunu, twitter kaçkını (!) iselerse de, 
Senin gibi giyinmese, 
Senin gibi düşünmese, 
Senin gibi yaşamasa da, 
Bu gençler memleket meselesinden ve ulvi değerlerden bihaber değiller.   
Onların da beklentileri, hayalleri, gelecek kurguları var. Bugün siz onların istikbalini şekillendirmek, onları işlemek, kendi düşünceleriniz doğrultusunda yetiştirmek istiyorsunuz; onlar buna karşı çıkıyor. 
Çalamazsınız geleceğimizi diyorlar. Biz kendi karalarımızı kendimiz alırız diyorlar. Bana ne giyeceğime, 
Ne diyeceğime, 
Nasıl düşüneceğime, 
Nasıl giyineceğime, 
Neye inanacağıma, nasıl inanacağıma karışma diyorlar.  
Hükümet ol fakat bana hükmetme, 
Devleti yönetiyor olman beni de yönetmen gerektiği anlamına gelmez, beni bana bırak ben kendimi yönetirim… 
Bize kulak tıkama, isteklerimize gözünü kapama. Beni dikkate al, beni duy istiyorlar. Fark edilmek, hissedilmek istiyorlar… 
Femenler, çevreciler, aykırılar… 
Bu gençler hassaslar, duygu dünyaları başka. Kendilerini önemsedikleri kadar başkalarını da önemsiyorlar. 
Kendilerinin yaşama hakkının kutsallığı yanında başkalarında kendi dünya görüşü ve düşünce dünyasında yaşama haklarının kutsallığına inanıyorlar. 
Kendilerinin canları kadar her türlü doğal dokunun da yaşama hakkını savunuyorlar. Hayvanların ve bitkilerin de bu dünyaya bir kez geldiğini ve doğal ömürlerini doğal yollardan tüketmesini istiyorlar. Börtü böceğin de, sineğin kelebeğinde duygularına tercüman oluyorlar. 
Dinsiz değiller; 
Sandığınız gibi de değiller. Dinden imandan bihaber de değillerdi. Gördünüz, Miraç Kandilini kutladılar, Cuma Namazı kıldılar. En az senin kadar inini diyanetini biliyorlar. Yani vazgeç artık senin inandığın gibi inandırma gayretine. Tek doğru senin bildiğin doğru değildir. Benim kendi doğrularımı da dikkate al önemse diyorlar. 
Siyasi partilerin arka bahçeleri değiller; 
Bakmayın siz BDP milletvekilinin kişisel bir duruşla onlara arka çıktığına, 
CHP’nin olayı sahiplenmeye çalışmasına, 
Ülkü sloganların atılmasına, 
Bölücü sloganların duyulmasına, 
Marjinal oluşumların bir arada bulunmasına aldanmayın. Bunların hiç ama hiç biri sadece şu veya bu partinin temsilcileri değillerdi. Ama hepsiydi, yekvücuttu. Yani; 
Ne kadar yan yana bile görmeyeceğimiz kesim varsa aynı saftaydı, 
“Bölücülerin” az berisinde “Milliyetçiler”, 
“Ulusalcıların” az ötesinde “Muhafazakârlar 
Çevreciler, CHP’liler, MHP’liler, BDP’liler, Ak Partililer yan yana gelmişti, gelebilmişti… 
Siyasi partiler ve sivil toplum örgütleri tabelalarıyla değil ama seçmenleri ve taraftarıyla oradaydı. CHP seçmeni olduğu kadar Ak Parti seçmeni de mevcuttu… 
Dış güçlerin oyunu, şer ittifakı 
Hayır, bunu söylemek o kadar kolay değil.  
Tamam her marjinal kesim vardı, durumdan vazife çıkaran “şer ittifakı” ve bazı dış güçlerin uzantıları vardı belki ama bu onların senaryosunu yazıp yönettiği ve sahnelediği bir oyun değildi. Kaldı ki onlar bile bu duruma inanamadılar. Bu kadarını kimse ama hiç kimse beklemiyordu. 
Hani Türkler demokratik tepki vermeyi bilmezler, liderleri etrafında kenetlenirler. “Sürü psikolojisi” hâkimdir ve liderleri ne derse o yapılır, o yana yönelirler denirdi.  Takım tutar gibi bir partiye göbek bağıyla bağlanırlar ve başka yöne çekemezsiniz diye Türk halkını analiz ederlerdi. 
Yanılttık, yanıldılar. İşte onların asıl korktukları resim tamda buydu. Ne zaman ve nerede nasıl tepki vereceğini kestiremeyecekleri bir durumla karşı karşıya kaldılar.  
Her biri farklı bir kesimden ve ömürlerinde bırakın yan yana gelmeyi aynı masayı bile paylaşamazlar sanılan oluşumların hepsi aynı meydanda ve aynı mücadele içindeydiler. Bir twitte okumuştum sanırım şimdi anladınız mı diyordu. Türkler bir araya gelince böyle oluyor şimdiye kadar bizi Kürt, Türk diye ayırmaya bölmeye çalışmalarının nedenini şimdi anlayabildiniz mi diyordu.  
** 
Yeni bir gençlik hareketine (Parti) hazır olun, bu iş burada bitmez 
Biliyorum yine sözü fazla uzattım, yukarıda anlattıklarım ışığında sözümü toparlıyorum. 
Meseleyi sadece “birkaç ağaç” olarak görmemeliyiz, 
Mesele sadece “dış mihrakların işi, şer ittifakı” değildir, 
Mesele salt “Tayyip düşmanlığına” indirgenemez, 
Mesele iktidar mücadelesi hiç değil, 
Ak Partiye komplo ile özetlenemez,  
Muhalefetin elini ovuşturacak buradan oy devşirecek bir durum söz konusu bile olamaz.  
Vazgeçin buradan yola çıkarak “Askere selam çakmaktan” size buradan ekmek çıkmaz. 
Ak Parti oy kaybetmez, durumu lehine kullanabilecek argümanlar fazlasıyla mevcut buradan gerekli dersleri ve mesajları fazlasıyla almıştır. Elbette muhalefet gereken dersi çıkarmıştır, kendi eksikliğini toplumun nasıl giderdiğini ayan beyan gördü diye düşünüyorum. 
Son bir şey, bu olay gösterdi ki toplumda muhalefete duyulan gereksinim ve muhalefetin bir ihtiyaç olduğu. Ciddi bir muhalefetle nelerin başarılabileceğinin resmiydi. İleride belki bu gençlik yeni bir oluşumla karşımıza çıkacak. 
Türkiye’yi yönetmede söz sahibi olduğunu ve olmaya aday olduğunu ortaya koydu. Yeni bir parti olarak siyaset sahnesinde çıkarlarsa sürpriz olmamalı. Gezi parkı, ağaç mağaç derken yeni bir parti yelkenlerine fazlasıyla rüzgâr aldı… 
Ne dersiniz: Topçu Kışlasından yeni bir parti çıkar mı? 
Selam ve dua ile…