6 Haziran 2013 Perşembe

Olmadı iki gözüm, yanlış yaptık

Kendinizle ne kadar övünseniz azdır, bu olanlar sizin eseriniz.
Gururlanın, mutlu olun,
Şişinin pişkin, pişkin,
“Ben yaptım” deyin, anlatın çocuklarınıza torunlarınıza…
Tam da Avrupa’da söz sahibiyiz diyorken,
Tam da Dünyanın gözü üzerimizdeyken…
Arap Baharı rüzgârları kendine yeni bir yol ve yeni bir yön bulmuşken. “İşte” diyorlardı bize rol model bir ülke. Tıpkı bizim gibi, onlar da bir Allah’a inanıyorlar. Bize olsa olsa “hami”, ağabey Türkiye olabilir. Demokrasi istiyorlardı ülkeleri için tıpkı Türkiye gibi…
Tam da diyorduk ki “Barış bu sefer tamam, bu sefer ıskalamayacağız”  geri dönmemecesine silahların susmasından, barıştan, kardeşlikten konuşmaya başlamıştık.
Hakkâri’den, Şırnak’tan guruplar halinde öğrencileri Anadolu turuna çıkarıyor, çeşitli illerden akranları olan öğrencileri Diyarbakır’a, Bitlis’e götürüyorduk. Bir birinizi tanıyın, kaynaşın “aslında siz kardeşsiniz” diyorduk…
Yarım yüzyıl sonra ilk defa bu ülkenin insanlarının kendilerine güvenleri geldi.
İmkânsızı başardık,
Olmaz denilen oldu ve İMF boyunduruğundan kurtulduk.
İMF’ye vereceğimiz milyon dolarların (haracın) nerelerde kullanılması gerektiği noktasında zihin jimnastiği yapıyorduk.
Doğuya yatırımın önü açılmış, özel sektör kolları sıvamıştı.
Olmadı iki gözüm, bu bize yakışmadı, yanlış yaptık.
Demokrasi istiyoruz;  eyvallah.
İnsan hak ve hürriyetleri; tamam…
Dostluk, kardeşlik, barış; kim istemez.
Ya nedir bizi apansız yakalayan, yüreklerimizi ağzımıza getiren, yeniden karamsarlığa sürükleyen. Neydi yanlış olan, sahi biz bir şeyleri hesaba katmadık di mi?
Uyuyan düşmanın uyanacağını,
Sevincimizin kısa süreceğini.
Oysa biliyorduk bir şeyler olacak. Buna hazırlıklıydık, bekliyorduk, bekleniyordu.
Diyorduk ki belki “çekilme sürecinde ‘ufak-tefek’ aksaklıklar yaşarız, küçük çaplı çatışmalar olabilir, birileri halkı ve bazı gurupları provoke edebilir vs. vb…”
Önce Suriye üzerinden denediler, birkaç mermi “sehven” yolladılar. Sabrımızı sınadılar, test ettiler. Dolduruşa gelmedik. Ne halk olarak ne devlet olarak…  Sağduyumuzu yitirmeden üstesinden geldik.
Dörtyol’da yaşanan elim hadise üzerine meselenin ne yaman bir mesele olduğu ve daha yapacak çok işimiz olduğunu anladık.
Bu olanların ayak sesleri o zaman duyulmuştu. Orada yaşananlar üzerinden birileri boş durmadı. Canlarını, kanlarını, namuslarını bize emanet eden, tek güvenebileceği, sığınabileceği ülke olan kardeş ülkelerine, akrabalarında, yarım yüzyıl önceki kendi yurtlarına sırf canlarını, namuslarını korumak için gelmişlerdi.
Başka gidebilecek yerleri yoktu. Bir ekmeğe, bir aspirine, bir parkeye, bir bardak çaya, süte, çocuk bezine muhtaçtı.
Yatacak yerleri yoktu. Yağmurda, çamurda senin, benim, bizim paralarımızla Kızılay’ımızın üstün gayreti ve hükümetimizin çabalarıyla sıcak bir tas çorba ve battaniyelerle onları bir nebze rahatlatmıştık.
Birileri onlara saldırarak, “Ensar ve muhacir” kardeşliğini baltalamak ve güven ortamını bozmak üzere harekete geçmişti. İstenmeyen bir sürü olaylar yaşandı.
Sustuk, sineye çektik. Sağduyumuzu yitirmeden “kol kırılır yen içinde kalır” dedik.
Bizi bizden daha iyi bilen “şer ittifakı” zaaflarımızı, en hassas noktamızı bulup oradan yükleniyorlardı.
Biliyorlardı ki bu ülkenin Türk’ü, Kürt’ü, Arap’ı, Acem’i, Laz’ı, Çerkez’i ve bilumum etnik kökeni hepsi kardeşti. Ayrılmaz bir bütündü, kanıyla, canıyla bir ve beraberdi.
Zaman oldu, etnik farklılıklarla, zaman oldu din ve mezhep farklılıklarından yüklendiler, başaramadılar. Biz birlik ve beraberliğimizden ödün vermezsek başaramayacaklar, başaramazlar.
Yeşili savunacağız, ülkemizi çöl etmeyeceğiz. Doğayı koruyacağız, otantik alanlarımızı tahrip ettirmeyeceğiz.
Doğruya doğru, yanlışa karşı çıkacağız.
Demokratik yollardan, legal yollardan protestolarımızı da yapacağız.
Ancak;
 Kırmayacağız,
Dökmeyeceğiz,
Yakıp yıktıklarımızı bizim malımız. Ateşe verdiğimiz araçlar kamu malı.
Senin benim cebimizden çıkan, el emeklerimiz, çocuklarımızın geleceği,  vergilerimizle alınan araçlar…
Ne yaptınız biliyor musunuz? Yeşili koruma adına yeşili katlettiniz.
Gaz ve tazyikli sularla sadece kendinizi zehirlemediniz, oralarda yuvalanmış kuşları yuvasından ettiniz. Kedileri, köpekleri, börtü böcekleri öldürdünüz.
Hiç içiniz yanmadı mı? Vicdanınız sızlamadı mı?
Sahi Allah aşkına “dur bir dakika, biz yanlış yapıyoruz” demediniz mi?
Olmadı iki gözüm yanlış yaptınız.
Başardığınız bir şey vardı, o da şu:
Dünyayı kendinize güldürdünüz.
Düne kadar, sövüp saydığınız Avrupa ve emperyalist diye karşı çıktığınız ABD’den bile alkış aldınız.
Düşmanlarınız sizi alkışladı,
Onlar şimdi ellerini ovuşturuyor ve eserleriyle övünüyorlar,
Sizlerde kendinizle övünün.  Haydi durmayın, yakın, yıkın, tahrip edin…
Ama yakıp yakarken de etrafına iyi bakın, yaktıkların kimin malı!
Not: Bu yaşanılan olayların ardından verdiği olumlu mesajlarla yüreklere su serpen Sayın Devlet Bahçeli’ye ve yine verdiği olumlu mesajlarıyla BDP yönetimine teşekkürler…
Not 2: Biz bu noktaya nasıl geldik “hırsızın hiç mi kabahati yok” onu da sonraki yazımda anlatacağım…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder