27 Haziran 2013 Perşembe

Mesele ''Şah çekmek'' değil, oyunu bitirmek

Ülkemizin son on yıllık siyasi tarihinde yirmi günlük Gezi Olayları çok önemli bir yer tutacak. Belki ileride bu olaylar yeniden değerlendirilip yapılan araştırma sonuçları bir tez haline getirilerek kitaplaştırılacak.

Yaklaşık üç haftadır devam eden olaylar aklıselimin devreye girmesi ve “Çıbanbaşlarının” deşifre edilmesiyle önlenmiş oldu.

Kendilerine “Apolitik” diyen gençlik ve bazı çevreci guruplar da “büyük resmi” ancak görebildi. Bu işi masum bir demokratik tavır ve özü itibarıyla “onurlu bir direniş” olarak addedenlerin bile ancak farkına vardıkları bir ayağı dışarıda ve önceden hazırlanmış bir senaryonun hayata geçirilmek istenmesi olduğunun anlaşılması demokrasi kültürümüz ve siyasi tarihimiz adına bir kazançtır.

Taksim’de başlayan ve ülkemiz geneline sıçrayarak devam eden Gezi olayları bizlere epey bir kazanım sundu. Sonucu itibarıyla epey bir külfetli ve ağır bir bedel ödemiş olsak ta gördüklerimiz, şahit olduklarımız birçoğumuzun aklını başına getirmeye yetti. İlk başlarda masum bir eylem olarak algılanan oyunun çok geçmeden de sanıldığı gibi “masum” olmadığı ve sahaya çıkanların birçoğunun “piyon” ve diğer birçoğunun da “apolitik” tepki gençliği olduklarına aldanmayıp basit bir eylemden ibaret olmadığını “meselenin sadece ağaç” olmadığını çok geçmeden anladık.

Avrupa’nın “Dost ve müttefik” olmadığını da anlamış olduk. Uluslararası güçlerin bizimle olan münasebetlerinin temelini “Çıkar” noktasında ele aldıklarını da gördük ve anladık.

Çıkarları bozulunca nasıl ağızbirliği etmişçesine her bir koldan üstümüze saldırdıklarını ve Gezi Üzerinden “çullanmaya” çabaladıklarına da şahit olduk.

Allah Bakara Suresi (216) aracılığıyla bizlere “Sizin hayır zannettiklerinizde şer, şer zannettiklerinizde ise hayır vardır…” diyor. Gezi olayları her ne kadar “Şer” ise de – öyle olduğu aşikâr- bu şerrin bizlere yansıması da yani akıbetimiz de inşallah hayırlara tevdi olunmuştur. Bilcümle dost bildiklerimizin aslında koyun postu giymiş olduklarını, yanımızda görünenlerin aslında en zayıf anımızı beklediklerine şahit olduk. Kısaca dostumuzu ve düşmanımızı bir kere daha test etmiş olduk. Bu da azımsanacak bir kazanç değildir.

Avrupa basınında yazılan çizilenleri buradan özetlemeye kalksam ne benim zamanım ve sayfam ne de sizlerin sabrı buna yetebilir. İlk günden beri meseleyi tarafsız bir şekilde gözlemleyip irdelemeye çalıştım. İlk günkü yazımda meselenin spontane geliştiğini varsayarak gayet masumane bir şekilde geliştiği ve örgütsüz olarak sadece sosyal ağlardan geliştirdikleri kampanyalar neticesinde ses getiren bu eylemi hayata geçirdikleri noktasındaydı. O zaman olaylar bu kadar “dallanıp budaklanmamıştı” ve ayrıca henüz gezi olayları provoke edilmemişti. Ne polisin “orantısız gücü” ne eylemcilerin “Molotoflu saldırıları” işin rengini değiştirmemişti. Apolitik gençliğin sokaklara çıktığı “ilk eylem” ve dolayısıyla ilk sınavlarıydı. Demokrasimiz kazançlı çıkar demiştim ve “Ne Dersiniz, Topçu Kışlasından Yeni Bir Parti Çıkar mı?” diye sormuştum. Çocuklar “ Gezi’den aldıkları gaz’la” yeni bir örgütlenme içine girebilir ve ülkemizin “Muhalefet eksikliğini” kapatabilir diye düşünmüştüm…

Tahminlerimizde yanılmadık ancak bir şeyi hesaba katmadık. Bu sisli havayı kendi lehine çevirmek için pusuda bekleyen “şer ittifakının” çoktan “tetiği çektiklerini” ıskaladık. Oysa resim gayet açıktı…

Sosyal Ağları en iyi kullanabilen gurupların başında illegal yapılanmalar ve marjinal gurupların olması şaşırtıcı. Ulusalcı çizgide yayın yapan medya ve taraftarları, Atatürk gençliği olduklarını ifade eden ve tek Atatürkçülerin kendileri olduğunu iddia eden malum Atatürkçü çevreler ile taraftar gurupları dilediği bir konu üzerinden yoğunlaşarak Twitter üzerinden başlattıkları kampanyalar ile sanki ülke gündemini kendileri belirliyorlarmış gibi sansasyonel Has Tag’larla gündemin ilk sırasını işgal edebiliyorlar. Bunlara bazı medya çevreleri bilerek destek olurken bazı masum medyada ne yazık ki “sazan” olarak destek vermiş oluyor.

Tewitter üzerinden açılan “sahte hesaplar” ile paylaşılan, resim, haber ve videolar dezenformasyon amaçlı olarak servis edilirken bu amaca hizmet eden bazı “sözde siyasetçiler” sırf rakibini köşeye sıkıştırma adına kaos ve kargaşadan medet umacak raddeye gelmesi çok düşündürücüdür.

Her fırsatta demokratik, laik ve hukuk’un üstünlüğüne inanan sosyal devlet söylemine vurgu yapan bu siyasetçilerin ikiyüzlü tavırları karşısında söylenebilecek her ifadenin yetersiz kalacağını biliyorum.

Gördüklerimiz nelerdi derseniz kısaca bazılarını hatırlatayım;

İsrail’i ve İsrail’in tutumunu gördük,

Fransa’yı ve Fransızların nasıl davrandıklarına şahit olduk,

İngilizlerin hangi hesaplarla neler çevirdiklerini hatırladık,

Almanların “dost ve müttefik ülke” sözlerinin kocaman bir yalandan ibaret olduğunu gözlemledik,

Dünya Medya devinin taraflı haberleriyle gündemi nasıl çarpıttığına şahit olduk,

Yalan yanlış haberleri gerçekmiş gibi “kakalamaya” çalışan siyasetçi “müsveddelerini” tanıdık,

İMF’ye borcunu ödeyen Türkiye ve Brezilya gibi ülkelere Finans devlerinin “aba altından sopa göstermesine” şahit olduk,

Ülkemizdeki “rantçıların” 28 Şubat ve öncesinde hangi yollardan ve nasıl para kazandıklarını nasıl “kirli ilişkiler” içinde olduklarını öğrenmiş olduk,

Asker’e “selam çakmanın” aslında ne demek olduğunu öğrendik,

Laiklik tehlikede diyerek her fırsatta “hükümeti hizaya sokan” askerin “Cumhuriyeti kurtardıklarını” sanarak aslında kimlere hizmet etmiş olduklarını şimdilerde kendilerinin de anlamış bulunduklarını müşahede ettik,

“Kaypak” siyasetçilerin her dönemde var olduğuna bir kez daha şahit olduk… Az şey mi?

Dahası var,

Koynumuzda beslediğimiz “çıyanların” bizleri sokmaya kalkışmalarını,

Her gün ekranlardan bizlere “sırıtan” bu sayede semiren “şaklabanların “ “ibneliklerine” bakıp düne kadar bunları “adam” saydığımıza hayıflandık,

Kendilerine “sanatçı” denen bazı zevatın kimlerin “kuklası ve maşası” ve kimlerle nereden ve nasıl bir dirsek temasında bulunduklarını gördük,

Ana muhalefetin “durumdan vazife çıkarma çabası” ve Gezi Park’ını “sahiplenme” girişimiyle deyim yerindeyse “çullanma” girişimine şapka çıkardık,

Emperyalizm’in boyunduruğu olduğunu söyledikleri bir iktidarı emperyalistlerle bir olup “bağımsızlık” türküleri eşliğinde Emperyal devletlerden medet uman akıl fukaraları Sosyalist Solcuları gördük,

Ulusalcılık safsatası arkasında mevzilenen bir kesimin “Askeri dikta” özlemine şahit olduk,

Kendilerine Atatürk’ü maske edinen ve “Atatürkçü” geçinenlerin Atatürk’ün kurduğu bir ülkeyi ateşe atmaktan çekinmeyip “iç savaş” çığırtkanlığı ve histerisi içinde kaosa sürükleme çabalarına şahit olduk,

Olduğu yerde Duran’a şahit olduğumuz gibi her oluşumun içinden gerçek anlamda “dik durana da” şahit olduk…

Günlerdir gözlerimizin önünde olup bitenlere bakınca,

Bilcümle “leş kargaları” ve şer ittifaklarının etrafımızda ördüğü şeytan üçgenine bakınca neden “ille de Erdoğan’ın gitmesi gerektiği” noktasında ağız birliği edildiğini görünce ister istemez çıkar çevrelerinin “çanına ot tıkayan” iktidardan kurtulma hesabı olduğunu biliyor ve anlıyoruz.

Mademki onların böyle bir hesabı ve böyle bir planı var,

Mademki piyonları sahaya salıp “şah çekme” planları içerisindeler,

E o zaman kimse kusura bakmasın “Şah’ımızı yedirmeyiz”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder