5 Temmuz 2011 Salı

HAYDER, Malatya’da Gönül Köprüsünün Temellerini Attı

Malatya, bu topraklarda doğup, dünyanın dört bir yanına savrulan ve yıllarca “vatan özlemi, sıla özlemi” çeken, gurbetteki Ermenilerin hüzünlü, dramatik ve bir o kadar da sevindirici bir buluşmasına ev sahipliği yaptı.
Geçtiğimiz yıllarda, kurdukları Malatya HAYDER’i (Malatyalı Hayırsever Ermeniler Derneği) ve kuruluş amacını yerel basınla birlikte ulusal basına açıkladılar. Kum taneleri gibi her biri bir tarafa savrulan hemşerilerini bir dernek çatısı altında birleştirerek, ortak kültürü yaşatmak ve atalarının mezarlarının bakımı ve restorasyonu gibi bir dizi hayırlı faaliyete imza atmak istiyorlardı.
Malatya valisi Sayın Doc.Dr. Ulvi Saran ve Belediye Başkanı Ahmet Çakır’dan randevu talep ettiler. Talepleri kabul edildiğinde sevinç, korku ve endişe karışımı bir duygu ile geçtiğimiz yıllarda dört beş kişilik bir gurupla ilk defa doğdukları topraklara geldiler. Malatya havalimanına indiklerinde “heyecandan bayılacak” kadar sevinç içindelerdi.
Geçtiğimiz yıl, Malatya Valimiz Sayın Doç.Dr Ulvi Saral, Belediye Başkanı Ahmet çakır ve diğer ilgililer tarafından çok sıcak karşılanmışlardı. Daha sonra çalışmalara başlandı, Valilik, Kültür Müdürlüğünün denetimi ve Malatya İl Özel İdaresi Genel Sekreterliği İmar ve Kentsel İyileştirme Müdürlüğü bünyesinde KUDEB (Koruma Uygulama ve Denetim Bürosu)’i kurdular. KUDEB’in başına geçen Levent İskenderoğlu, genç, enerjik ve işini çok seven, önemseyen bir kardeşimiz. Yaptıkları çalışmaları ve yeni projelerini anlatırken “gözleri” parlıyordu.
Levent İskenderoğlu, adı ile müsemma “Levent Vadisi” gözlem ve seyir kulesi hakkında bilgiler verdi. Doğal dokuyu koruyarak yaptıkları yürüyüş parkuru ve seyir kulesini anlattı. Seyir Kulesinin bu günlerde açılacağını ve basına tanıtılacağını söyledi. Yaklaşık 28 Km uzunluğunda çok özel bir vadi olan Levent vadisi yakınlarında yeni ören yerleri bazı mezarlıkların da koruma ve kayıt altına alınacağını belirtti.
O bölgeyi kısmen bildiğimden , “hazine avcılarının” elinden kurtarılacak olmasından ayrıca bir sevinç duydum. Bu güne kadar kazılmadık ne ören yeri, ne mezarlık ve ne de bir Türbe bıraktılar. Bulunduğumuz coğrafya çok özel ve enteresan bir bölge. Kökleri tarihin derinliklerine ve nerede ise insanlık tarihi kadar eski ilk yerleşkeler bizim topraklarımızda. Tarih öncesi Paleolitik devrinden günümüze pek çok medeniyete ev sahipliği yapmış çeşitli medeniyetlerin izlerini bugün bile üzerinde taşıyor. Gün yüzüne çıkan yeni kazılarla bölgenin tarihi zenginlikleri koruma altına alınarak “açık hava müzesi” görünümüne kavuşuyor.
Geçtiğimiz günlerde hayata geçirilen Aslantepe Açık hava Müzesi ve tarihi Sevserek Han da bunlardan bazıları. Battalgazi ilçemizde bulunan bir çok tarihi yapı konak, han, camii ve “kırklar mezarlığı” gibi gün yüzüne çıkan ve çıkarılmayı bekleyen daha bir çok projenin Darende, Akçadağ ve Hekimhan’da da sürdürüleceğini bilmek içimizi ferahlatıyordu…
Malatya kültür ve Turizm müdürümüzle daha öncesinde bir konuşmamız olmamıştı. Müdürümüz Bahaettin Kabahasaoğlu’nu bir “edip” olduğundan ayrıca ve gıyaben severdim. Yakından görüp konuştuktan sonra da sevgimin boşuna olmadığını anladım. Malatya’mız bu anlamda çok şanslı, işin ehli olanlar işbaşındalar. Kültür müdürümüzün derin tarihi bilgi ve coşkusu hepimizin malumu. Kendisini Türkiye bir yazar olarak ismen biliyor. Hayalinde yaşattığı hayal kahramanı “Fujiwara” yı, orta Asyadan alıp,Çinden, japaonya’dan keyifli maceralar eşliğinde, fantastik bir kurgu romanla tarih bilgilerimizi ve ezberlerimizi bozacak ilginç hikayeleriyle günümüze kadar taşıyor.
Fujiwara aslında Roman değil, romanlar serisi. Her roman ayrı bir uygarlıkta apayrı bir coğrafyada geçiyor…
Kültür Müdürümüz Bahaettin Kabahasaoğlu, önümüzdeki günlerde kırk kadar özürlü ve ailesini yurtiçi tarihi yerleri gezdirme projelerinin olduğundan bahsetti. Bu bağlamda beni de gezide görmek istediğini söyledi. Ne yalan söyleyeyim çok sevindim, heyecanlandım. Kendi adıma değil sevincim. Doğduğu günden beri sadece sokağını ve bazen de parkalarını ancak görebildiği, şehir dışına çıkmamış yüzlerce kardeşimiz var. Televizyonlardan gördükleri ve beklide özlemini duydukları yerleri görecekler. Kırk özürlü kardeşimize iki otobüs tahsis edileceğini anlattı, yanlarına refakatçileri eşliğinde on günlük bir tarih yolculuğu yapacaklar. Bu güzel düşüncesi için Sayın İl Kültür Müdürüm Bahaettin Kabahasaoğlu ‘na sonsuz şükranlar, bütün “özürlü” ve özürlü ailesi gençlerimiz adına.
***
Biz sohbetimizi sürdürüyorken protokol konuşmalarının başlaması sohbetimizi böldü. İlk olarak HAYDER adına yönetim kurulu üyesi Sayın Hosrof Köletavitoğlu bir hoş geldiniz konuşması yaptı.
Malatyalı olmaktan ve Malatya’da bulunmaktan gurur duyduğunu, yurtdışında yaşayan yüzlerce hemşerisinin de aynı hasret ve özlemlerinin olduğunu anlattı. Bir kısmını memleketlerine getirerek bu özlemi bir nebze giderdiklerini ve dernekleri aracılığı ile bir köprü kurduklarını belirtti. Ermeni mezarlığında sürdürülen çalışmalardan bahsetti. Bekçi evi kulübesi ile gasil hane çalışmalarının sürdürüldüğünü ve Çavuşoğlu Mahallesindeki Surp Yerrortyun (Taşhoran) Kilisesinin restorasyonunun başlamış olmasından duyduğu memnuniyetini ifade etti.
Hosrof Köletavitoğlu’nun konuşmasının ardından Belediye Başkanımız Sayın Ahmet Çakır söz aldı. Çakır: tarih boyunca birçok medeniyete ev sahipliği yapan Malatya’mızın tarihi ve Kültürel sorumluluğuna sahip çıktıklarını bu çerçevede modern şehircilik anlayışı içerisinde yürüttükleri çalışmalarının meyvesini verdiğini belirtti. Çeşitli medeniyetlere ev sahipliği yapan şehrimizin kültürel çeşitliliğinin zenginliğimiz olduğuna vurgu yaptı. Çakır,Belediyemizin tarihi dokuları korumada önemli başarılara imza attığını belirttiği konuşmasında, ziyaretten duyduğu memnuniyetini ve sivil toplum örgütlerinin önerilerine önem verdiklerinin altını çizdi.
Belediye Başkanın konuşmasın ardından Malatya Valimiz Sayın Doç.Dr. Ulvi Saran “sıla-ı rahim”e vurgu yaparak, yüce dinimiz İslam’ın en değerli farzlarından birisi ve en önemlisinin akraba ziyaretleri olduğunun altını çizdi. Sizlerin doğup büyüdüğü topraklardaki tanıdık eş ve dostların buluşması ve sılaı rahim ziyareti yapmanız gurur vericidir dedi. Bu sizlerin burayı kabullendiğinizin bir göstergesidir, sizlerin birlik ve beraberlik içindeki bu tutumunun ve memleketimizin kaynaşması ve farklı kültürlerin bir arada bir birilerini anlamaları yolunda atılmış olumlu bir örnektir şeklinde konuştu.
***
Yapılan konuşmaların ardından yemeğe geçildi. Hosrof Köletavitoğlu sayın Valimize Garabet Orunöz’ü tanıttı. Garabet beyle bir hayli sohbet eden Valimiz bize dönerek “çok bitirim birisi” diyerek “espiri “ yaptı.
Garabet bey iyi bir sarraf, güzel bir kuyumcu ustası; kaybolmaya yüz tutmuş kuyumculuk sanatının kendisi ile birlikte kaybolacağı endişesi taşıyordu. Almanya ve daha sonra çalıştığı İstanbul kapalı çarşı macerasına kısaca değindi. Çıraklıktan yetişme olduğundan elinde “zanaatkar diploması” yoktu. Diploması olmayana da ülkemizde “ağzı ile kuş tutsa bile” iş yoktu. Kala kala birkaç ince işçilik yapabilen ustalar kaldık dedi. Çeşitli örneklemeler yaptı “koyun altın külçesini yanıma, daha sonra ne istediğinizi söyleyin. Gerdanlık mı, yüzük mü, bilezik mi? Söyleyin hangi tarihi yansıtsın, Hitit, Asur, Babil hemen yapayım. O dönemin motiflerini işleyeyim, ister altına ister gümüşe” dedi. Vali bey dikkatle dinliyordu, kültür Müdürümüze hemen bu işi yapabiliriz, diploma kolay diyerek çalışmalarının ipuçlarını verdiler. Önümüzdeki günlerde Kültür müdürlüğümüz ve Halkeğitim Merkezi öncülüğünde ve Garabet ustanın yetiştireceği çocuklarımızın yarının birer el işi zanaatkârları olacağını görür gibi oldum. İnşallah bu güzel proje hayata geçirilir.
Bölgemizde eskiden Ermeni sanatkârları pek çokmuş. Bunlardan günümüze ulaşan ahşap harman makinesi Müzemizde sergileniyor. Ayrıca “taş baskısı” yapılırmış bu yörelerde. Taş baskı sanatının hayatta kalan tek ustasının yanlış hatırlamıyorsam Amarikada yaşayan birermeni olduğu söylendi. Onunda tek arzusunun bu işi ölmeden birilerine öğretmek olduğu söylendi. Malatyalı taş baskı ustasının elinde tarihi kalıpların olduğunu duyunca heyecanlandım. Kültür müdürümüze neden devreye girmediniz diye sorunca aslında onlarında tek düşüncelerinin Amerika’daki torunlarına ulaşmak ve taş baskı kalıplarının hem müzemize kazandırılması ve hem de işin inceliğinin öğretilmesi düşüncelerinin odluğunu öğrendim. Malatya’daki eski evlerinde muhafaza ettikleri taş baskı kalıplarının müjdesini de HAYDER aracılığı ile Valiliğimize bildirmişler. İşte dedim, memleketimin insanı, nerede yaşarsa yaşasın kalbinin bir parçası memleketinde…
Garabet beyle bende bu yemek vesilesi ile tanışma fırsatı buldum. Kendisi hakkında sitemizde yayınladığımız yazı dizisi sebebiyle duygusal bir yakınlığımız olmuştu.
Garabet beyin hayatını anlattığı yazı dizimiz sitemizde “Malatya’dan çıkıp yollara düşen Ermeniler” adıyla yayınlandı. Garabet Orunöz, hayat hikâyesini yazdıktan sonra Malatyalı Gülengül Altıntaş’ın yönetmenliğinde “Kaybolmayın Çocuklar”  filime çekildi. Bu akşam Filmin galası olmasa da gala gibi bir özel gösterim düzenlenmişti.
Filmi görmeyi ve orada bulunmayı çok istememe rağmen maalesef gösterime katılamadım. Filmin bir kopyasının cd’si şeklinde daha sonra bana verilebilirse keyifle, hüzünle izleyeceğim. İlk defa sonucunu bildiğim bir hikâyenin film halini izleyecek olmam da ayrı bir heyecan olacak benim için.
***
Burada doğmuşlardı, bizim gibi sizin gibiydiler, buralıydılar. Bir gün bir bilinmeze doğru yola çıktılar, yıllarca kendilerini gizlediler. Adlarını değiştiler, gittikleri şehirlerden başka şehirlere gittiler. Ev bark – iş ocak sahibi oldular. Çoluk çocuğa karıştılar, evlendiler ayrıldılar. Bazen dinledikleri memleket havasında içlendiler, ağladılar. Yanık bir Arguvan türküsünde kendilerini buldular, kaval sesi, saz sesi ile içlerine işleyen gurbet acılarını hafifletmek istediler.
Kolay değildi öyle Avrupa gibi elini kolunu sallayarak kalkıp, burası benim de ülkem, benim de vatanım demek. Anlayamazlardı, anlamazlardı, korkuları çekinceleri vardı. Sustular, sabrettiler, beklediler…
Zaman dolmuştu işte, gün bu gündü, vakit geçirmek olmazdı. Zaman her şeyin ilacı dedikleri bu olmalı, olmaz denilen oluyor, konuşulamayanlar konuşulabiliyordu. Dün “Ermeni’yim” diyemiyorlardı, bugün kendi adları ile derneklerini kurabiliyorlar ve kendi dillerini konuşabiliyorlardı. Ana dillerinde Türkü söylemek dua etmek istiyorlardı, olunmaz denilen oldu, başardılar, başardık…
Ülkemiz kazandı, kültürümüz kazandı, biz kazandık. Hemşerilerimizi kazandık. Demokrasimiz gelişti ve bizler demokratik olgunluğa adım attık. Bu güzel bir başlangıçtı…
**
Geçişte yaşanan “ayıplı yılları” unutup, yeni dostluklara yelken açmanın tam da zamanı. Bir gönül köprüsü kurmalıyız, ortak kültürümüz yaşatmalıyız, sahip çıkmalıyız.
Geçmişte dedelerimiz iyi komşular olmuşlar, bir birilerinin düğünlerinde cenazelerinde bulunmuşlar. Karşılıklı oyunlar oynamışlar, Türküler söylemişler. Ta ki içimize birileri girip “nifak” tohumları atıncaya kadar.
Kinle nefretle bir toplum yaşayamaz, hayatiyetini devam ettirebilmenin yolu barıştan geçer. Barış içinde bir arada yaşayabilmenin olmazsa olmaz kuralı da karşılıklı bir birimizi anlamamız ve değer yargılarımıza saygıdan geçer. Bizim dedemizin mezarının yanı başına kendi mezarımızı yaptırabiliyorsak, onlarında hakkı değil mi baba yurdunda, dedelerinin yanında hiç değilse kendi mezarlarında kendi dini inançları eşliğindeki dualarla uğurlanmak…
Gelecek kuşaklara taşıyacağımız en büyük mirasımızın “Barış” olması dileğiyle, ülkemizin birlik ve beraberlik içinde daha nice bin yıllar beraberce Türküler söyleyeceğimiz günlerde görüşmek üzere…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder