5 Temmuz 2011 Salı

Söz Sizde, Sayın Vekilim

Günlerce seçim yazdık, seçim okuduk. Ne tarafa kafamızı çevirsek “seçim geyiği”…
Gazete okumuyoruz şükür, internet hayatımıza gireli “İstanbul’da hapşırana, Malatya’dan çok yaşa” demeye başladık.
Seçim sonrası galipler mağluplar bir yana, gündemi yine bildik eller şekillendiriyor. Eskiden olduğu gibi yine bildik yöntemlerle “demokrasinin çanına ot tıkama” yarışındalar. Aktörleri değişse de yönetmenleri değişmiyor. Birden fazla yönetmen olunca da kimin eli, kimin cebinde belli olmuyor.
Ülkemde “kara bulutlar dolanıyor” yine, ortalık sis, pus hatta fluu, umarız yanılırız. Bu bizim doğru kararı vermemize neden olur belki de kim bilir…
Yeryüzünde en korkunç katliamlar, en haysiyetsiz işkenceler hep “kanunlar” eliyle işlenir. Önce yasa çıkarılır, sonra o yasaya karşı gelenler birer ikişer toparlanıp bir araya getirilir. Sonra da “sen misin yasalara karşı koyan” al sana, al sana…
Diyelim ki her şeye rağmen ele geçmedi, yeniden bir yasa çıkarırsın “vatan haini” ilan edersin, çıkarırsın vatandaşlıktan, vatan hasretiyle süründürürsün “ecnebi” diyarında…
Dikta rejimler her zaman arkasına kanunları alır; savunmalarının en tanıdık olanı:
Yasa dışı kardeşim, ne yapalım kanunlara riayet etselerdi. Biz mi söyledik yasarlı ihlal edin diye?
Asayiş berkemal değil mi, çıkar bir kanun, olmadı mı çık birde yaldızlı demeç ver “asacaksın kardeşim bunları, sallandıracaksın bir kaçını Sıhhiye meydanında, bak o zaman bir daha…” türünden.
Ülkemizde maalesef yasa ile hukuk ayrımı yeterince anlaşılmıyor, yasaya karşı gelmek başka hukuksuzluk başkadır.
Bir düzenleme yapıyorsun, yaptığın düzenleme “insan onurunu” hiçe sayıyor, hukuka aykırı, kimin umurunda…
**
Yeter artık, kanun devleti olmak istemiyoruz.
Bırakın şu “kutsal devlet” kavramını,
Hem devlet neden kutsal olur anlamış değilim, kutsal olan yaşamdır, tüm canlıların hakkı olan yaşam hakkıdır kutsal olan. Devlet halkı için olmalıdır, halk devlet için neden olur sahi!?
Aklımız erer ermez asker oluruz, daha kışlaya adım attığımız ilk gün bir çavuş eşliğinde koğuşlarımıza gelene kadar “vatan sana canım feda” narası attırılarak motife(!) ediliriz. Oysa aslolan “olmaya devlet cihanda, bir nefes sıhhat gibi” olmalı değil midir, can olmadıktan sonra devleti ne yapayım Allah aşkına! İnsan gibi bir yaşam sürmedikten sonra neyine canımı feda edeceğim söyler misiniz?
Sadece bu değil elbette sloganlarımız örnekleri pek çok, ilkokuldan başlar “imamın kayığına” bininceye kadar devam eder. Mesela “ her şey vatan için”, “her Türk asker doğar”; vatan için her yol mubah, canımız, kanımız, ırzımız…
Her Türk asker doğar ama her başka bir ırk “tutsak” mı doğar, bu mu anlatılmak istenir ve ya bilinçaltımıza işlenmek istenen bu mudur?
Oysa bu topraklarda yaşayan her bir fert pek ala iyi bilir ki, ordumuz gözbebeğimizdir, kutsallardan sonra en çok kutsadığımız bir kurumdur. Kutsallığına atfen “peygamber ocağı” yakıştırması boşuna değildir.
Peygamber ocağı ordumuz bin yıllardır bu ülkenin ve insanının namusu kanı canı olagelmiştir. İçinde yaşayan halkların güvenliğini ve emniyetini sağlamaya devam edecektir kuşkusuz.
Yapılması gerekenler ordumuza yeni “misyon” yükleyerek kirli emellerimize alet etmek olmamalıdır, siyaset üstü bir kurum olarak varlığını sürdürmeli, gönüllerimizde hep “peygamber ocağı” olarak “kalabilmeyi” başarmalıdır. Bunun yolu da siyasete bulaşmadan “asli görevini” ifa etmesidir, bir başka deyişle bir partinin ve ya düşüncenin “arka bahçesi” olmaktan çıkarılmalıdır…
**
Gelelim siyasete,
Madem kanun devleti olmayalım diyoruz, o halde; “hukuk’un üstünlüğüne dayalı, demokratik ve laik(seküler)” bir “sosyal devleti “ el birliği ile inşa etmeliyiz.
Bunun yolu da belli, seçimlerden ve nihayetinde meclisten geçiyor.
Yeni meclis ivedilikle “özgürlükleri” kısıtlayan, birçoğumuzun hemfikir olarak beğenmediğimiz bu “Ana Yasa”yı rafa kaldırıp, yerine ilk “sivil” Ana Yasamızı hayata geçirebilmeyi başarmalıdır.
Bu ülkenin geleceğinin teminatı olacak olan yeni ana yasa, yarınlara bırakabileceğimiz en büyük miras olmalı. Ülkemizi “Ayıplı bir ülke” konumundan kurtarabilmemiz buna bağlıdır. Hepimiz müştereken bu konularda sorumluluk taşıdığımızın farkına varalım. Bir birimizle “dalaşmak” yerine bir araya gelerek ortak çözüm yolları geliştirmeliyiz.
**
Seçim bitti, biz bunları düşlüyoruz, lakin ne MHP, ne de BDP ve ya CHP elle tutulur, bir çözüm önerisi sunmaktan ziyade , “uzlaşmanın önünü tıkayan” bir tavır içindeler.
BDP “yemin etmemek” blöfünü ilk baştan beri dile getiriyordu, meclise gitmeyeceklerini deklare ettiler. Oysa kendilerine güvenen ve oy vermiş geniş halk yığınlarının istediği bu değildir. Halkın temsilcisi gibi davranıp ülkenin demokratik oluşumuna “adlarına” yakışır bir katkı sunmaları hem kendi lehlerine olacağı gibi hem de Kürt olmayan seçmen nezdinde de sempati toplayacaktır…
MHP seçim sonrası bırakın balkonu, çıkıp bir yazılı açıklama ile olsa bile seçmenlerine bir teşekkürü çok gördü. DB’den de başka ne beklenebilirdi ki? Elindeki olanı da bu seçimde kaybetmiş olmak ona hiçbir şey ifade etmiyor. Koltuğuna “Japon yapıştırıcısı” ile bağlanmış, sanki partide hiç “adam” yokmuş, hepsi “geri zekâlı” sadece Bahçeli liyakatli, yuh artık!
Ömrü hayatında olumlu hiçbir icraatı olmayan Bahçelinin, bu mecliste bulunmasını kendi bir lütuf kabul etmelidir. Kendisini aklayabilecek bir fırsat sunulmuştur, ana yasaya vereceği katkı ile sarsılan” imajını” belki bir nebze de olsa kurtarabilir. Ülkücü camia DB’nin atacağı olumlu adımı bekliyor, bu yapılmazsa DB bu sefer seçim öncesindekinden daha çok “rüsva” olacaktır…
CHP hiç değilse kendi içinde bir özeleştiri yapıyor, hatta kongre ve lider değişimi konuşuluyor. Bunlar bir yana CHP’nin de ana yasa hakkında hiçbir çalışması olmadığı gibi bir izlenim ediniyoruz. Varsa ellerinde bir çalışma bunu paylaşmalı, tartışmaya açmalıdır.
Ne diyor KK: “Halkın iradesine o kadar vurgu yaptınız. Bunları kim seçti? Yurt dışından gelenler mi seçti? Fransızlar, İngilizler mi seçti? Bu ülkenin insanları seçti. Bu ülkenin insanlarının seçtiği insanların iradesine darbe koyuyorsunuz” .
İyi ya madem sizde beğenmiyorsunuz bunun çözüm yeri de meclistir, çıkın düzenlenmesine katkı sunun.
Şu sözlerde KK’na ait “Sorunları olan bir meclis açılıyor. Dönüp bakmamız lazım. Bu sorunları yaratan kim. Ana muhalefet partisi mi yoksa iktidar mı? Peki, bu sorunlar bilinmiyor muydu, biliniyordu. Peki, bu sorunların çözülmesi için neden çaba sarf edilmedi. Demokrasi açığımız büyüyor arkadaşlar.”
Ya hu be adam, yıllardır sen bu mecliste değimliydin, sen neden çıkıp önerge vermedin, kanun teklifi sunmadın. Yapılan her yasayı ana yasa mahkemesine götüren siz değil misiniz? İktidar partisi mi yaptı ana yasayı, o da sizin gibi beğenmediğiniz yasalarla seçilmedi mi? O da aynı yasalardan muzdarip değil mi? Kaldı ki ana yasayı değiştireceğim diyen parti iktidar partisi…
**
Başbakan “Tüm muhalefet partilerine çağrı yapıyorum. Tüm önyargı ve ön şartları bir kenara bırakalım. Özgürce konuşalım, tartışalım, teklifleri ortaya koyalım. Birbirimizin önünü kesmek değil birbirimizi tamamlamak için çalışalım, hep birlikte yeni bir anayasa metni hazırlayalım”.
Buyurun işte, sağduyulu bir yaklaşım, bu çağrı hepinize, halk sizi seçip görevini yaptı, şimdi görev size düşüyor. Beğenmediğiniz bu yasayı tarihin tozlu raflarına kaldırın, siz de ülkemizde bir nefes alsın.
Başbakan Erdoğan “Biz diyoruz ki, kaportası yamulmuş, motoru sürekli tekleyen, elektrik aksamı güven vermeyen bu arabayı bırakalım ve sıfır kilometre yepyeni bir araçla yolumuza devam edelim”.
Evet, işte bu! Hepimiz böyle düşünmüyor muyuz? Öyle ise hadi buyurun başlayın efenim…
**
Yazımızı Sayın Cumhurbaşkanımızın sözüyle noktalayalım “Karşılaştığımız hukuk sorunlarını fırsata çevirebiliriz. Ülkemizin demokratik gelişmişlik ve olgunluk seviyesini ortaya koyduğu için, bütün dünyada da takdirle karşılanan bu başarıya gölge düşürülmemesi çok büyük bir önem taşımaktadır”.
**
Hepimiz doğru “teşhis” koyabilmişiz, ne kaldı geriye “tedavi”, şimdi hastanın dinlenmesi lazım. Siz de bu arada düşünün, vicdan terazinizde tartın ve kararınızı verin.
Hukuk Devleti mi, Kanun Devleti mi? Karar sizin, sağlıkla kalınız efendim…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder