5 Temmuz 2011 Salı

Demokrasi var, (Taş) Atış Serbest (mi)

Siyasi partiler çözüm üretir, projeler ortaya koyar ve halka projelerini anlatır, halkın hislerine tercüman olur. Siyasi partinin görevi halkı örgütlemektir, örgütlenen taraftarlarını eylemleri ile söylemleri ile şiddete teşvik edemez.
Devletin kurumlarına ve Devletin güvenlik güçlerine saldırmak hiçbir siyasi oluşumun ne görevidir ne de haddidir. Tek vazifesi halkın can güvenliğini ve kamunun huzurunu sağlamak olan güvenlik güçlerine taşlarla, sopalarla ve Molotoflarla saldırmak, ne yapılan protestonun haklılığı ile, ne de demokrasi ile bağdaştırılamaz.
Önceden miting alınmak üzere yer tespiti yapılmış ve izin alınmış bir siyasi partinin propaganda yapacağı alana, başka gurup ve guruplarca protesto adı altında “tahrik” yapılıyorsa bunun adı protesto değil düpedüz çatışma ortamı sağlamaya yönelik provokasyondur. Yapılan protestonun ne kadar haklı gerekçesi olursa olsun bu tür davranışlarla gölgeleneceği ve halkın nazarı dikkate alındığında da tepki göreceği kesindir.
Yüzleri maskeli 15-17 yaş arası gençler neyin protestosunu yapar anlamak imkânsız. Öğrenci yurduna Molotof atmanın haklı gerekçesi olabilir mi? Panzeri taşlamanın, sivil bir memura çocukları yaşındaki çocukların linç girişimini hangi haklı nedenlerle açıklayacaksınız.
Bir siyasi parti halkın seçme hakkını elinden alıyor, halkın iradesini gasp ediyor, bunun adı demokrasi olabilir mi?
Kürt Halkının sözcüsü olduğunu söyleyen malum parti en çok zararı yine Kürt Halkına yapıyor, Kürt esnafına yapıyor.İster Türk isterse Kürt olsun,oradaki esnaf iş üretiyor, hizmet veriyor, kamu hizmeti yapıyor. O bölgenin insanı bir çoğu, hizmet alan da hizmet verende yöre insanı…
Esnaf evine ekmek götürebilme derdinde, kapıdan içeriye bir müşteri gelmesini beklerken on üç, on beş yaşlarında çocuklar yarın kepenkleri kapayacaksın diyorsa ve ya diyebiliyorsa bunun adı nedir o halde.
Esnaf çaresiz, kime gitsin, kime güvensin, elinden ekmeğini alıyorsunuz, korku salıyorsunuz, iradesini elinden alıyorsunuz sonra bunlar benim taraftarım, hadi yaa!
Bakın esnaf ne diyor:
Miting meydanına gidemiyorsun,
İstediğin saatte dükkânını açamıyorsun,
Dilediğin siyasi partiye üye olamıyorsun,
Dükkânın duvarına yazılan yazıyı silemiyor, asılan bildiriyi kaldıramıyorsun,
Cadde ve sokakların çöp kokusundan geçilmiyor, dükkânlarının önünü sana süpürttürüyorlar?!
Buyurun işte, bunlar sessiz çığlığın feryadı…
Örnekleri çoğaltmak mümkün, bunu hangi akılla izah edeceksiniz, kim buradaki esnafın yerinde olmak ister söyler misiniz?
Bir partinin adının Demokrasi ve ya Barış olması onun gerçekten Demokratik bir parti olduğu anlamına gelmiyor ne yazık ki. Hem barış diyeceksin, hem barışa dinamit atacaksın, hem demokrasi diyeceksin hem halkın demokratik tercihini gasp edeceksin. Sandığa ipotek koyacaksın, dilediğin zaman sandığı boykot edeceksin, dilediğin zaman sandık kaçıracaksın, yol keseceksin…
Neye güvenerek bunu yapıyor malum parti? Dağdaki silahlı milislerine güvenerek, elbette. Elinde Silah olan la fikir mücadelesi nasıl yapılabilir?
Kürt Halkının sözcüsü olacaksan önce safını seçeceksin, eşkıya ile arana mesafe koyacaksın, eşkıyanın dili ile söylemeyeceksin. PKK sözcülüğü yapacaksan illegal yollardan bunun da yolu(!) açık?
Yok, biz Demokratik yollardan bu Halkın sesi ve gücü olacağız iddiasında iseniz o zamanda söylemlerinizle eylemlerinizle buna uygun davranmalısınız.
Çıkın açıklayın taleplerinizi, haklı taleplerinize Kürt olmayan seçmenlerinde kayıtsız kalmayacağını göreceksiniz. Demokrasiler çözüm üretir, sizler sorun üretmeye devam ediyorsunuz…
Kürt Aydın ve düşünürler yazarlar sindirilmiş, geçmişte birçoğu susturulmuş, kalanları az sesini yükseltse hedef tahtasına konuyor. Var olan sorunlar konuşarak, tartışarak aşılacak, sizler konuşanlardan bile rahatsızsınız.
Bir acayip kumpasın içine çekilmek isteniyoruz, kimin eli kimin cebinde belli değil. Bildik bir tekerleme vardır, yumurta mı tavuktan, tavuk mu yumurtadan çıkar diye. Bunu, izlenimlerimizden yola çıkarak şöyle de sorarsak yanlış olmayacaktır sanırım. PKK’nın içinde “Devletin uzantısı” var mı, var ise “Devletin içinde de PKK uzantısı” vardır mı anlamalıyız. ETÖ denen örgüt gerçek mi, gerçekse bizim verdiğimiz vergilerle bize silah doğrultmasını neyle açıklayacağız.
JİTEM denen kurumun olmadığı söyleniyordu, bu gün kayıtlarda JİTEM eliyle çeşitli suçlara bulaşmış insanların ifşaatları ve mahkeme tutanakları bunu yalanlıyor. Bir dizi eylem yaptıkları gün yüzüne çıkmaya başladı. Adı her ne olursa olsun, ister “derin devlet” isterse “Kontr Gerilla”, bunların PKK ile işbirliği yaptığı ve geçmişte de bir dizi operasyonlara imza attıkları söylenmekte. Bunun haklı bir açıklaması olabilir mi?
Geçmiş yazılarımda devlet kendisiyle yüzleşmeli, başta faili meçhuller olmak üzere saklı kalmış ne var ise gün yüzüne çıkarılmalıdır demiştim. İç barışın sağlanması için geçmişte yaşanan “katliamlar” ve ayaklanmaların irdelenmesi ve arşivlerin açılarak araştırmacıların istifadesine sunulmalı demiştim.
Bu günde aynı şeyleri tekrar ediyoruz, devletimiz halkıyla barışmalı, güven tazelemelidir. Hukuk herkes için ve kayıtsız şartsız tesis edilmelidir. Devlet içinde oligarşik yapı tez elden gözden geçirilmeli ve kuvvetler ayrılığı ilkesi işletilmelidir.
Başta yargının bağımsızlığı, Genelkurmayın Milli Savunma Bakanlığına dolayısıyla da Başbakana bağlı hale getirilmeli. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı esas alınmalı ve her kim olursa olsun kanunların üzerinde gücü olmamalı, ayrım olmamalıdır. Yasa Kürt’e ayrı, Türk’e ayrı işletilmemelidir, Ermeni de ,Kürt’ te ,Türk’ te kendini bu ülkenin öz be öz birer ferdi olarak görmeye devam etmeli. Yurttaşlık bağı ile tek Bayrak, Tek Devlet olunabilir. Aksi takdirde aşırı Milliyetçiliğin bizi götüreceği nokta kaçınılmaz olarak “ayrılmak” olacaktır ki bunun düşünülmesi bile çok korkunçtur.
Bin yıllardır iç içe olmuş bu Halklar biri birinden nasıl koparılır, İstanbul’a nasıl elimizi kolumuzu sallayarak gidebiliyorsak Şırnağa da gidebilmeli, Hakkâri’ye de gidebilmeliyiz.
Dağlarımızda yeniden mor sümbüller laleler açmalı, keklik avına sülün avına gitmeliyiz. İzmir’den kalkıp Cudi’ye ,Gabar’a pikniğe gitmeliyiz, kır gezilerimizi dağlarda gerçekleştirmeliyiz…
Doğunun okullarında okuyan gençlerimize İzmir’de, Antalya’da deniz keyfi yaşatmalıyız. Suriye ye Kuzey Irak’a günü birlik gezi ve alıveriş turları düzenlemeliyiz. Erivan’a günlük turlar düzenlemeli Ermenistan sınırını da tez elden açmalıyız. Yunanistan’ı düşman değil kapı komşumuz görmeli, komşu ülkelerle barış ve iyi komşuluğun önünü açacak düzenlemeler gidilmeli. Şiddeti ve düşmanlığı körükleyecek söylemleri terk etmeliyiz…
Tüm bunları düşünebiliyor olmak yetmez, uygulamalıyız da. Bunları uygulamak için birimizin diğerimizi “öteki” görmeden olduğu gibi kabul etmesi lazım elbette. Diliyle diniyle farklılıklarımız zenginlik görmeliyiz. Anadolu Kültürünü el birliği ile yeniden tesis edip yaşatmalıyız.
Demokrasimizin önündeki engelleri seçimden sonra kaldırıp, bu ülkenin hak ettiği geleceği tesis etme yoluna girmeliyiz.
Ülkemize barış gelsin,
Ülkemize huzur gelsin,
Silahlar sussun,
Gözyaşı ve kan olmasın, analar ağlamasın…
El ele, gönül gönüle, hep birlikte insanca yaşayacağımız aydınlık yarınlarda bir ve beraber olarak Türküler söylemek üzere esen kalın…
ilisulukhaber,yazarport,ilisulukfm'de yayınlanmıştır

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder