25 Haziran 2012 Pazartesi

Yeşilyurt Kiraz Festivali’nin Ardından…

Malatya’nın merkez ilçelerinden Yeşilyurt’ta her yıl geleneksel olarak düzenlenen Kiraz, Kültür ve Spor Şenliklerinin bu yıl 18. gerçekleştirildi.

Yeşilyurt İlçemiz Güreş sahasında gerçekleştirilen açılış programı; Malatya Valisi Doç. Dr. Ulvi SARAN, Yeşilyurt Kaymakamı İlhan ABAY, Malatya Belediye Başkanı Ahmet ÇAKIR, AK Parti Malatya milletvekilleri Mücahit FINDIKLI, Ömer Faruk ÖZ, Cemal AKIN ve Mustafa ŞAHİN, CHP İstanbul Milletvekili F.Mevlüt ASLANOĞLU, CHP Malatya Milletvekili Veli AĞBABA, Yeşilyurt Belediye Başkanı Mehmet KAVUK, Yeşilyurtlular Derneği Başkanı Mehmet Zeki AKINCI, kamu kurum ve kurumlarının başkanları, siyasi partilerin temsilcileri, sivil toplum kuruluşları başkanları, bazı ilçe ve beldelerin belediye başkanları ile çok sayıda davetlinin katılımıyla gerçekleşti…

Yeşilyurt Kaymakamı İlhan ABAY yaptığı açılış konuşmasında, "Bizim Türk adetlerinde 'kervan yolda düzelir' anlayışı vardır. Ümit ederim festivalimizin sonu hayırlı ve bereketli olur" derken, Malatya Valisi Doç. Dr. M. Ulvi SARAN, "Yeşilyurt Kiraz, Kültür ve Spor Şenliği'ni 18'inci kez yaşamanın mutluluğu içindeyiz. Bir yeri anlamlı ve değerli kılan; değer ve birikimini, geleneklerini, örflerini geleceğe taşıma, canlı ve diri tutma kapasitesidir. Bu açıdan baktığımız zaman Yeşilyurt, fark edilir derecede mirasına sahip çıkma gayreti içerisindedir" diye konuştu.

Açılış programında halk oyunları ekibi de bir gösteri sundu…

KİRAZ YARIŞMASI YAPILDI

"En iyi kiraz" ve "En iyi kiraz bahçesi" yarışması düzenlendi.

En güzel kiraz ve en güzel kiraz bahçesi yarışmasına; Yeşilyurt Kaymakamı İlhan ABAY, Yeşilyurt Belediye Başkanı Mehmet KAVUK, İstanbul Yeşilyurtlular Derneği Başkanı Mehmet Zeki AKINCI, Yeşilyurt İlçe Ziraat Odası Başkanı Doğan SOLMAZ'ın yanı sıra iş adamları ve üreticiler katıldı.

Güreş Sahasında düzenlenen Dalbastı Kiraz Yarışması'na 25 üretici katıldı. Jüri üyeleri kirazlara puan vermekte zorlanırken, yarışmayı Yeşilyurt ilçesi Gündüzbey kasabasından katılan kiraz üreticisi Emin Gölgeli kazanarak birinci oldu. Dereceye giren üreticilere çeşitli hediyeler verildi.

EV YEMEKLERİ YARIŞMASI

Kiraz Festivali çerçevesinde geleneksel Yemek Yarışması düzenlendi. 

Yeşilyurtlu hanımların büyük ilgi gösterdiği yarışmaya Yeşilyurt Kaymakamı İlhan ABAY, Belediye Başkanımız Mehmet KAVUK, Yeşilyurtlular Derneği Başkanı Zeki AKINCI, daire amirleri ve çok sayıda vatandaş katıldı.

Bu yıl 18'incisi düzenlenen Kiraz, Kültür ve Spor Şenlikleri kapsamında gerçekleştirilen yemek yarışmasına 19 kişi katıldı. Birbirinden güzel yemeklerin tadına bakan jüri üyelerinin puanlamada zorlandıkları gözlendi. Yarışma sonunda Suna Sülün mantı yemeği ile birinci olurken ödülünü Yeşilyurt Kaymakamı İlhan ABAY’ın elinden aldı. Daha sonra bütün katılımcı bayanlara hediyeler verildi.

SÜNNET VE NİKAH TÖRENLERİ

Kiraz Festivalinde 51 Çocuk Sünnet oldu, 6 çift Resmi Nikah Kıydı.

18.Yeşilyurt Kiraz, Kültür ve Spor Şenlikleri çerçevesinde, Yeşilyurt ilçemiz Ahmet Atılgan Parkı’nda düzenlenen toplu sünnette 51 çocuk erkekliğe ilk adımı atarken, kirveliklerini ise tertip komitesinden çeyrek altın alan işadamları yaptı.

Yeşilyurt Kaymakamı İlhan ABAY ve Yeşilyurt Belediye Başkanı Mehmet KAVUK kirve olurken, sünnet olan çocukların genelde ihtiyaç sahibi aileler arasından seçilmelerine özen gösterildi.

Bu arada şenlikler kapsamında bir çiftin düğün ve nikâhı yapılırken, önceden dini nikâhla evlenen 5 çiftin de resmi nikâhları kıyıldı.

Yeşilyurt İlçe Nüfus Müdürü Türkan Altuntaş, ilk olarak Veysel ve Suna Doğan’ın nikâhlarını kıyarken, şahitlikleri Yeşilyurt Kaymakamı İlhan ABAY ve Belediye Başkanı Mehmet KAVUK yaptı.

Resmi nikâhları kıyılan diğer 5 çiftin şahitliklerini de Yeşilyurtlu işadamları yaptı. Yeni evlenen çiftin bütün ev eşyaları, sonradan nikâhı kıyılan 5 çifte de çeşitli hediyeler verildi.

GÜREŞ MÜSABAKASI

18. Kiraz, Kültür ve Spor Şenlikleri'nin en önemli ayaklarından biri olan güreş müsabakaları nefes kesti.

Çeşitli kategorilerde 284 sporcunun katılımı ile gerçekleştirilen güreş müsabakalarda Başpehlivanlık unvanını Kubilay AKBAŞ alırken ikinciliği Halil OPUR üçüncülüğü de Şakir BOZKURT aldı. Dereceye giren sporculara madalya ve ödüllerini Yeşilyurt Kaymakamı İlhan ABAY verdi.

Yeşilyurt İlçemiz Güreş sahasında gerçekleştirilen müsabakalara İlçe Kaymakamı İlhan ABAY, Belediye Başkanı Mehmet KAVUK, Yeşilyurtlular Derneği Başkanını Zeki AKINCI, Battalgazi Belediye Başkanı Selahattin GÜRKAN, iş adamları, daire amirleri, vatandaşlar katıldılar.

Bu yılki Fahri NALBANT güreş ağası, açık arttırma sonucu Milli Takım antrenörlerinden ve Yeşilyurt Güreş İhtisas Kulübü Başkanı Hanifi TANDOĞAN oldu.

KİRAZ KONSERLERİ

Kiraz Festivalindeki Konserler ile Halk Büyük Coşku Yaşadı.

Yeşilyurt 18. Kiraz Kültür ve Spor Şenlikleri kapsamında düzenlenen halk konseri ilgi gördü.

Yeşilyurt 18. Kiraz Kültür ve Spor Şenlikleri kapsamında ilçe merkezinde halk konseri düzenlendi. Konseri; Yeşilyurt Kaymakamı İlhan ABAY, Belediye Başkanı Mehmet KAVUK, Yeşilyurtlular Derneği Başkanı M. Zeki Akıncı ile kalabalık bir topluluk izledi.

Konserin ilk gününde İlhami Altuntaş sahne aldı, daha sonra sahneye çıkan Kâhtalı Mıçı, türküleriyle alanı dolduran binlerce katılımcıyı coşturdu. Gecede son olarak Sevcan Orhan sahne aldı. İlk gün Türküleriyle izleyenlere unutulmaz bir gece yaşatan Sevcan ORHAN’ a ve ikinci gün sahne alan Kutsi’ ye İlçe Kaymakamı İlhan ABAY ve Belediye Başkanı Mehmet KAVUK sepette Kiraz hediye ettiler. 

24 Haziran 2012 Pazar

Savaş “tamtamcıları” sahnede

Ülkemiz şu sıralar uluslararası camiada adından sıkça söz ettiriyor. Geçtiğimiz günlerde başlayan gelişmiş ülkeler toplantısında bütün gözler Başbakan Erdoğan’ın ve dolayısıyla da ülkemizin üzerindeydi. Adından da anlaşılacağı üzere G 20 yani gelişmiş 20 ekonomik güç olan devletlerin arasında Türkiye’nin bulunması ülkemiz adına gurur verici bir tablo.

G20 Toplantıları Meksika’nın Karnavallarıyla ünlü Rio şehrinde yapılan toplantıda bir konuşma yapan Başbakan Erdoğan, ekonomik ve mali alanda yaptığımız başarıları anlatarak Krizle boğuşan Avrupa’ya ders verir duruma gelmişti.
Geçmiş yıllarda hemen her hükümet döneminde kapısını aşındırdığımız uluslar arası Para fonu IMF’ye bugün mali destek verecek duruma gelinmiştir. Türkiye gelişmiş sürdürülebilir mali ekonomisini finanse ederken bir yandan da Ortadoğu’dan Afrika’ya bölge ülkelerine de yardım yaparak adından sıkça söz ettirmeye başlamıştır.
Dışarıdan bakınca bu durumlar açıkça fark edilip takdir toplarken iç siyasetimiz çok çetrefilli ve “alengirli” bir hal almaya başlamıştır.  Ekonomide başardığımız hamleyi iç barışla sürdürerek taçlandırmamız, memleketimizin demokrasi yolunda gözle görülür evre kat ettiğine şahit olmak istiyoruz ve bekliyoruz.
Türkçe olimpiyatları ile “Cemaat-Hükümet” çatışması bekleyen çevrelerin hayal kırıklığına uğradığına şahit olduk.
Tam da bu nokta artık bizde elimizi taşın altına koyuyoruz, iç barışın sağlanması noktasında ne yapılacaksa yapalım diyerek bir dizi öneri ile hükümetin kapısını çalan CHP hemen her kesimden beğeni aldı.
Başbakan Erdoğan da bu duruma kayıtsız kalmayarak diğer partilerinde bu durumda üzerine düşeni yapmasını bekleyerek “hiç biri katılmasa da biz CHP ile bu işi çözeriz” mesajı vererek toplumda bir beklenti oluşturdu.
Tam da bu aralarda Kandil’de bir röportaj gerçekleştiren Avni Özgürel, aslında Kandil’in de barışa hazır olduğunu ve silahla çözüm olmayacağını onların da kabul ettiğini PKK lideriyle yaptığı görüşmedeki izlenimlerinden aktarıyordu.
Radikal Kürt Siyasetçisi Leyla Zana’da benzer bir açıklama ile özetle “bu işi güçlü siyasi kişiliği ile Erdoğan çözer” noktasında bir açıklama yaptı. Zana’nın açıklaması yabana atılır bir açıklama değildi. Kendisi bu uğurda ödemesi gereken bedeli on yıllarca çoğuna annelik yapacağı bir dönemde hapiste yatarak geçirmişti. Dolayısıyla da ne PKK’ya ne de bir başka partiye diyet borcu yoktu, özgürce çıkıp düşüncelerini açıkladı. Ne var ki BDP kanadı bu açıklamaya sahip çıkmayarak “kendi kişisel görüşüdür” dedi. Hatta “herkes kendi işine baksın” diyerek de üstü kapalı bir “tehdit” ile Zana’nın açıklamasını boşa çıkarmayı denedi.
Başbakan Erdoğan’ın Kürt meselesini PKK’dan bağımsız şekilde çözmek üzere kararlılığını ortaya koyarak okullarda Kürtçenin seçmeli ders olarak okutulmasını hayata geçirdi.  Bu noktayı kamuoyu serinkanlı bir şekilde karşıladı ne var ki içimizden bir kesim de “bölündük, parçalandık” paranoyasını dillendirse de konunun asıl muhatabı olan Kürtler ve onun siyasi temsilcisi olduğunu her fırsatta açıklayan BDP bunu yeterli bir hamle olarak görmedi. Daha düne kadar “ana dilde eğitim” diyerek ortalığı velveleye veren BDP’nin bu tutumu anlaşılabilir bir şey değildir.
Kamuoyu bu atmosferde olumlu bir havaya girmişken yeniden barış ümidi yeşermişken PKK yeni bir saldırı ile barış ümidine dinamit koymakla kalmadı onlarca eve ateş düştü.
Memleketin her yerinde yine ağıtlar yükseldi. Al bayrağa sarılı tabutlarda gençliğinin baharında fidan gibi delikanlılarımızın cenazeleri ile içimiz bir kez daha yandı.
Her zaman söylediğimiz “kardeş kavgası” sözünün anlamını yitirmeye başladığı bir zamanda Kürt Siyasi hareketi içinde önemli bir yere sahip olan Sırrı Sakık’ın yeğeninin de Şehit olduğunu görünce Sakık’ın ifadesiyle “işte kardeş kavgası tam da bu” demesi hafızlarımıza kazındı.
Şimdiye kadar en ufak bir şekilde dahi olsun PKK’ya silah bırakın çağrısı yapmayan BDP tarihinde ilk defa “Allah’ını seven bu ateşe bir damla su döksün” diyerek barış yolunda adım atılması için artık ne yapılacaksa yapalım demeye başladı.
Suriye ile devam eden gerilim soyut olmaktan çıkarak somut bir hal almaya başladı. İçeride ve dışarıda savaş “tamtamları” çalan güruhun eli güçlendi. Suriye’nin uluslar arası sularda keşif rutin keşif uçuşunu icra eden silahsız bir savaş uçağını düşürmesi uluslar arası kamuoyunda büyük bir yankı oluşturdu.
Gerek Genelkurmay Başkanlığının açıklaması gerekse Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun açıklamalarından çıkarabildiğimiz hava sahası ihlalleri her zaman yaşanmakta.  Bu durumda ateş edilmeden başka önlemlerle bu durumun atlatıldığını biliyoruz.
Suriye’de konuşlu bulunan Rus bakım ikmal üssünün son zamanlarda modernize edilerek faaliyetini artırdığını biliyoruz. Bu durumda da aklımıza çeşitli sorular takılmadan edemiyoruz.  Acaba Rusya tarafı üste yaptıkları değişikliği görmek üzere üzerimizde bir “test” mi gerçekleştirdi.
Rusya’nın ve İran’ın Kürecikte konuşlanan NATO Radar Üssünden rahatsız olduğu hepimizin malumu… Başbakan Erdoğan’ın bu durumumda serinkanlı davranarak “yangına körükle gitmeden” bir devlet adamına yakışır bir şekilde olayı değerlendirmesi takdire şayan bir gelişmedir.
Vuku bulan hadisenin üzerinden hemen Kuvvet komutanlarıyla yaptığı istişare ve durum değerlendirmesinin üzerinden uluslar arası arenada da yapılması gereken NATO ve Bölge ülkelerinin dış işlerine bilgi vermesi ve akabinde bu durumun bir hükümet meselesi olmayıp,  Ulusal bir mesele olduğundan bütün parti liderleri ile görüşme talep etmesi meselenin çok ciddi ve titizlikle yürütülmekte olduğunun işaretidir…
Öteden beri Suriye ile ilişkilerini bildiğimiz İran’ın bu durumda sessiz kalmayarak her iki tarafa da “soğukkanlı olun” çağrısı yapması ve “bölgede istikrar ve huzurunun korunmasını için sorunun diyalog ve hoşgörü çerçevesinde ele alınması” mesajlarını iletmesi de önemli bir ayrıntı olarak kayda değer görülmektedir.
Olayın üzerinden birkaç gün geçmesine rağmen henüz Rusya’nın bu konuda bir açıklama yapmamış olması da bir başka soru işareti olarak karşımızda duruyor.
Geçtiğimiz günlerde Rusya Başbakanı Vladimir Putin, Güney Avrupa'ya doğalgaz taşıyacak Güney Akım boru hattının, Karadeniz'deki münhasır ekonomik bölgesinden geçmesine izin verdiği için Türkiye'ye teşekkür etti.
Rusya’nın Suriye politikasında söz sahibi olduğu ve bölgede üssü de bulunduğu için vereceği mesajların bölgenin geleceği adına önemi tartışılmaz bir gerçektir.
Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun Rusya ile yaptığı teması üzerine Rusya Dışişleri Bakanlığı’ndan yapılan açıklamada “Ahmet Davutoğlu’nun Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’la görüştüğü, Suriye açıklarında düşen Türk uçağı ve Suriye krizi ile ilgili müzakerelerde bulunduğu belirtildi.”
Rusya’nın devlet televizyonu Vesti ise Türk uçağının Suriye hava kuvvetleri tarafından düşürülmesi olayının sadece iki ülke arasında tansiyonun yükselmesine neden olmayacağını tüm bölgeyi etkileyebilecek sonuçları olabileceğini belirtti.
Suriye ise bu gelişmelerden oldukça rahatsız olduğunu açık açık söylemektedir. Öyle anlaşılıyor ki Suriye hükümeti planlı olarak bu olayı gerçekleştirmedi. Suriye’den yapılan açıklamada "Türk uçağı olduğunu bilmiyorduk, Türkiye düşman değil. Düşürülen uçak askeri keşif amaçlıydı. Suriye Türkiye'nin düşmanı değil, iki ülke arasında şiddetli görüş ayrılığı vardır. Suriye'nin düşmanları bellidir." İfadelerinde yer verildi.
Gelişen bu olaylar ışığında hem hükümetin hem de kamuoyunun olaylara serinkanlı bir tutumla yaklaşması ve şiddeti körükleyici mesajlar vermekten kaçınılmalıdır. Savaşın ne bize ne de Suriye’ye bir faydası olmayacaktır. Sadece olası bir savaşın kime yarayacağı herkesin malumudur.
Olası bir Savaşta kuşkusuz tek kazançlı olacak olan uluslar arası silah şirketleri ve elbette en başta da İsrail olacaktır. İsrail’in bölgenin “Şii Bloğu” olan İran, Suriye ve Lübnan ekseninde yaratacağı bir çatlakla bölgedeki hareket kabiliyetini artıracaktır.
İsrail’in bu emelini gerçekleştirmek için Türkiye’yi savaşa çekmek için her yolu düşünebileceği gerçeğini aklımızdan çıkarmamamız gerekir.
Son olarak şunu söylemek istiyorum. Twitter üzerinden başta “Medya maymunu” Erol Köse olmak üzere onun avenesi durumundaki bazı şaklabanlar savaş çığırtkanlığı yapmaya başladı. İki gündür bazı sözde sanatçıların da katıldığı savaş isteyen gurubun en başında da Nihat Doğan ve Atilla taş bulunmaktadır.
Bir vatandaş olarak Türk Silahlı Kuvvetlerine çağrıda bulunmak istiyorum. Olası bir savaşta yukarıda adını zikrettiğim zevatı öncelikle ve ivedilikle derhal silâhaltına alarak Suriye cephesine sürmenizi ve sonrasında isterseniz diğer gözü kara “Türk gençlerini”  silâhaltına almanızı diliyor ve bekliyorum(!)
 Bakalım bakalım klavye delikanlılığı ile “Vatan kurtaran Şaban” olunabiliyor mu?
Savaşsız, kansız, barış içerisinde bir ülkede kardeşçe yaşamak dileğiyle kalın sağlıcakla…

Not: Kayıp pilotların inşallah sağ salim bulunacağını Ümit ederek memleketlimiz Ertan ailesine ve Yozgatlı Aksoy ailelerine geçmiş olsun dileklerimizle Allahtan sabırlar diliyorum…

4 Haziran 2012 Pazartesi

İlisuluk Köyü’nün Gururu Hatice Ablamın Hikâyesi

Kuluncak ilisuluk Köyünden sekiz kardeşli bir ailenin ikinci çocuğu olarak dünyaya geldi. İlkokulu 3. Sınıftan bırakmak zorunda kaldı. Ailenin geri kalanları okula giderken o evdeki küçük kardeşine bakmak zorundaydı.
Bir gün evin küçük çocuğu (Bayram) Hüseyin henüz emekleme devresindeyken emekleyerek köydeki evlerinde bulunan şömineye benzer ev tandırına düştü. Hafif yanıkla atlattığı bu kaza Ablam Hatice’nin okumasının sonu oldu. Rahmetli babam her ne kadar hepimizi okuttu ise de o zaman sanırım biraz da fevri davranarak ve ya da konu komşunun dolduruşu ile “Kız kısmı okumasa da olur. Evinde kardeşine baksın” tarzı bir şeyler söyleyerek ablamın okul hayatını bitirmişti.
Ben kardeşimle beraber okuldan gelirken “gıpta ile” bize bakışlarını hiç unutamam. Zaman, zaman kitaplarımızı alır okurdu. Biz ilkokulu bitirip Darende’ye ortaokula gittiğimizde de yazları köye gelince ders kitaplarımızın dönem öncesi eskileri köyde kalırdı. Ablam köyde bıraktığımız birçok kitabın tamamını okumuş olurdu…
12 Eylül döneminde Kenan Evren’in başlattığı okuma yazma kampanyası sonucu olarak köyümüzün ilkokulunda da bir iki ay kadar kurs verilerek başarılı olanlara ilkokul diplomasına yerine geçen bir belge “okuryazarlık” belgesi veriliyordu. Ablam Hatice annemi de yanına alarak bu kursu bitirdi. Annem yeni alfabe hiç bilmezdi, o dönem ne öğrendiyse alfabe bilgisi odur. Şimdi annem seksen yaşlarında ve hala kuran derslerine gider, takvim yaprağı bulsa bile onu heceleyerek okur. Ablamda annemde bu sayede sertifika alarak ilkokul mezunu olmuş oldular…
İlkokul mezunu olduğu zaman yeni evlenmişti. Adapazarı’nda seyyar pazarcılık yapan eniştem önceleri mevsimlik olarak gider gelirdi. Daha sonra evini Adapazarı’na taşıdı. Ablam Adapazarı’nda iken önce dışarıdan imtihana girerek ortaokul diplomasını aldı. Ne yapsa okuma aşkı hiç bitmiyordu. O zamanlar çocukları da henüz ilkokuldalar. Bizim köyde iken nasıl kitaplarımızı okursa o zamanda çocuklarının kitaplarını okuyarak hem kendisi öğreniyor, hem de çocukların dersine yardım ediyordu.
O yıllarda Açık lise yeni, yeni hayata geçirilmiş ve uygulamaya başlanmıştı. Çocukları ortaokuldan mezun olunca ablamda açık liseye kayıt oldu. Açık lise öğretimine çocuklarıyla birlikte başlamış oldu fakat bir farkla: çocukları örgün eğitimde ve yüz yüze eğitimlerine giderken ablam yaygın eğitimde ve yıllık iki dönemlik sınavlar şeklinde açık liseyi de böylece tamamladı...
Çocukları üniversiteye başlamıştı. Ablam şimdide üniversitenin derslerini okuyordu. Lüzumlu, lüzumsuz demiyor hemen her kitabı eline alınca bitirmeden bırakmıyordu. Bu dönemde Halk Eğitimin verdiği çeşitli kurslara da katılıp sertifika alıyordu. Önce ehliyet aldı, arkasından trafik eğitimi ve eğitmenliği, İngilizce, nakış ve daha onlarcası…
Ablam ne yapsa okuma aşkını öldüremiyordu. Bu dönemde özellikle bana çok yüklenirdi “senin yerinde olsam profesör olurum. Dışarıdan da olsa okurum” diyerek benimde yarıda bıraktığım eğitimime yeniden başlamama sebep oldu. Daha başkalarına da rol model olarak örnek oldu. Diğer kız kardeşim ortaokul mezunu idi ve ona liseyi bitirmesini öğütledi. O da ablasını mahcup etmedi.
17 Ağustos depreminden sonra Malatya’ya gelmiştim. Annem ve babamlar köyde kalıyorlardı. Ben Sıtma pınarı mahallesinde ev tutmuştum. Annemlerin yanında sadece küçük kız kardeşim ve biraderlerim kalıyordu. Biraderlerimin de hepsi lise ve yüksek okul mezunu ve işsizlerdi. Önceleri müstakil bir evde kalabalık bir şekilde müşterek olarak yaşamaya başladık. Ben pazarcılık yapıyorum, diğer kardeşlerim boş zamanlarda bana yardım ediyordu. Yüksek okul mezunu olan kardeşimi Kale ilçemiz eski kaymakamı İmam Hatip’ten öğretmenim olan Cafer Küçük beyle görüşerek bir dönem yedek öğretmenlik yapmasını sağladık. Kardeşim yeni nişanlanmıştı ve bu sayede çeyizini bari alabildi. Aynı zamanda da KPSS imtihanına hazırlanarak atanıp Ankara’ya gitti.
Liseyi yeni bitiren kardeşimi dershaneye verdik Üniversiteye hazırlandı. Boş zamanlarda da bize yardım etti. Diğer lise mezunu olan erkek kardeşim sürekli hastanede idi. Tedavilerine devam ediyor bir yandan da sınavlara hazırlanıyordu. O da sonunda KPSS ile Kars’ta görevine başladı. Dershaneye giden kardeşimiz de gazi üniversitesini kazandı Ankara’da eğitimini tamamladı. Mezun olduktan sonra bir yere maalesef atanamadı. Libya’dan, Afganistan’a çeşitli ülkelerde şirket işçisi olarak hayatını kazanıyor. Şimdilerde de Rusya’da…
Liseyi bitiren kız kardeşimiz ilimizde bir tekstil fabrikasında işe başladı. Şuan Sosyoloji bölümünü dışarıdan okuyor. İşten ayrıldı, Halk Eğitim de usta öğretici olarak geçici olarak bu dönem çalıştı. İşsiz ve okumaya devam ediyor.
Laf lafı açtı anlatıyoruz madem devam edelim. Ablam köyümüzden bir akrabamızın okumaya hevesli ortaokul mezunu “ileri yaşına” rağmen ikna edip liseye kayıt ettirdi. O kızımızda liseyi ve sonrasında üniversiteyi bitirdi. Tarih öğretmenliği bölümünde yüksek lisans yaptı. KPSS’e hazırlanıyor.
Bende ablamdan aldığım “gaz”la sınava girmiştim. KPSS sınavının ilk çıktığı yıllardı. O zaman adı DMS idi. Memurluk sınavında derece yapmama rağmen yaşımın büyüklüğü ve İmam hatipli olmamdan defalarca atanmama rağmen bir işe başlayamadım.
Aynı yıllarda işçilik sınavını da merkezi olarak yapmışlardı. O sınavda da Türkiye beşinci oldum fakat ondan da sonuç çıkmadı. Sonraki yıllarda Sağlık Bakanlığının Açtığı sınavlarda girdiğim bölgede tam puan alarak sınav birincisi olmama rağmen maalesef mülakatta yedeğe kaldım. Hem de 62. Yedek. Çeşitli itirazların neticesi olarak ta sonuç olarak Elazığ’da göreve başladım ve hala ve çok şükür görevime devam etmekteyim.
Ablam Hatice maalesef bir işe giremedi. Çok istiyordu çalışmayı ama işsiz olsa bile okumasını sürdürdü. Bir dönem bilgisayar öğretmenli, bir dönem yedek öğretmenlik yaptı. Şu sıralarda yüksek lisans yapmaya hazırlanıyor.
Geçen yaz geldiğinde almış olduğu belgelerin ve sertifikaların birer örneğini aldım. Diplomalarının fotokopisini aldım. Sitede haber yapayım diyordum. Sonra düşündüm ne kadar yazsam da eksik olacaktı. Ablamı anlatmaya yetmeyecekti. Bir öykümde hikâye olarak yazmaya karar verdim ve haberleştirmedim…
Dernekçilikten sonra Milletvekili adayı oluyor
Adapazarı’nda bulunan gurbetçi Malatyalı hemşerilerimiz pek çoktu. Ablam bütün Malatyalıları bir çatı altında toplamak için epey mücadele etti. Bu uğurda çok ta sıkıntılar çekti. Çektiği sıkıntıları hafifletecek olan derneği faaliyete sokmuştu. Sakarya Malatyalılar Kültür ve Dayanışma Derneği.
Dernek şuan aktif olarak faaliyetlerine devam ediyor. Ablam yönetimi gençlere bırakmak için kenara çekilince, yerine gelen yeni yönetim “vefasızlık” yapmaya başlar. Ablamda haliyle kırgınlık olur ve bir daha dönüp bakmaz derneğe. Ne davete gider, ne de yönetimde yeniden görev alır…
Adapazarı’nda kalan Darende Ulupınarlı (Setrek) gurbetçilerimizden olan yeni yönetim ablamın dernekteki kurucu sıfatını kaldırarak sanki dernek kendi emekleriyle hayata geçirilmiş gibi bir vefasızlığı göstermişlerdir. Marifet iltifata tabidir, iltifatı geçtik yok saymaları ve emeğini inkâr etmelerini anlayabilmiş değiliz. (Dernek yönetiminin bu konuda varsa itirazı yazının altına yorum olarak ekleyebilir)
Seçimde aday olduğunu söylediğinde üzülmüştüm “neden seçilemeyeceğin bir partiden aday oluyorsun” dedim. Çok ısrar ettiler kıramadım, dedi ve canla başla seçim döneminde çalıştı…
 Ablam Sakarya Milletvekili adayı olarak siyaseti denedi. Nasip değilmiş parti seçimde barajı aşamadı. Bu durum ablamı şaşırtmadı, öyle olacağını kendisi de biliyordu. Biliyordu bilmesine ama seçimde partiyi meclise taşıyacakmış gibi canla başla çalışıyordu. Kaybetsem de kazanmış olacağım diyordu. Evet, kazanan yine kendisi idi, iş sahibi olamadı, Milletvekili olamadı ama o hiçbir zaman ümidini yitirmedi. Tek kazancı binlerce insanın gönlünü kazanmak oldu, buda az şey değildi onun için…
Dün ablam aradı. Zaman Gazetesine mülakat vermişti. Kısaca haber olacak dediğinde çok sevindim. Çünkü kendisine defalarca söylememe rağmen ikna edememiştim. Ve kendisinden habersizce de Zaman Gazetesine bir e-posta atmıştım. Ayrıca da Hüseyin Gülerce beye bir mail yollamıştım. Bu mülakatın benimle ilgisi var mı bilmem ama yayınlanmasına sevindim. İstemiyordu gazetede çıkmayı, sonunda kısaca haber olarak birilerine örnek olması için yazılmış hayat hikâyesinin çok kısa bir kesitini bugünkü Zaman Gazetesi sayfalarından duyurdu. Bende bu satırları yazarak onu yüreklendirmek istedim.
Seni çok seviyorum abla, iyi ki varsın ve seninle gurur duyuyoruz…
Link aktif değilse: http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1297820&title=9-yasinda-ilkokulu-terk-etti-40inda-universiteyi-bitirdi

2 Haziran 2012 Cumartesi

Korkumdan susuyor(d)um

Bir zamanlar bu ülkede “Laiklik” vardı. Laiklik, tüm hayatımızı kuşatmıştı. Birey olmanın, bu ülkenin ferdi olmanın yolu Laiklikten geçerdi.
Dini değerleri olanlara asılan bir yafta idi “Anti laik” . Laikliği korumak kollamak da her “Vatanseverin” ortak gayesi olmalıydı, olmak zorundaydı… TSK durumdan vazife çıkarırdı, “Laiklik tehlikede”, “Laiklik elden gidiyor” gibi söylemlerin arkasından yasaklar, fişlemeler başlardı. Öğrenciler okullarından, subaylar ordudan atılırdı.
Dini değerleri ön plana alan partilerin kapatılması kaçınılmazdı. “Laikliğin odağı” olmak gibi bir suçlama ile milyonlarca seçmeni olan bir partinin kapatılması bir mahkemeye bakardı. Seçilen vekilin vekilliği düşürülür, direnen hükümetse birkaç tank sokaklara salınır Laiklik korunurdu(!)…
Başörtülü okumak isteyenler, ya okula alınmaz, ya başlarını açtırmaya zorlanır veyahut ta “İkna odalarında” ikna(!) edilirdi. Laik olmanın temel kuralı “üryan” bir giyim tarzıydı. Geleneklerine bağlı giyim kuşam maazallah laikliği tehlikeye düşürürdü. “Laik olunacak, ol!” dendin mi, olunurdu.
Öyle elini kolunu sallayarak “orduevi”, kışla gibi yerlere girilmezdi, girilemezdi. Hele ki, “badem bıyıklı” isen, “kirli sakallı” ve ya “mutaassıp görünen ve ya öyle tanınan biriysen hiç şansın yoktu. Sakal, sarık, cübbe giymek her “babayiğidin” harcı değildi. Başında “takkesi” olanı geçtik, Atatürk’ün emriyle giyilmeye başlanan şapkayla bile kışlaya girilmezdi, girilemezdi. Atatürk’ü, “Atatürk’ün bekçileri” koruyabilir ve onlardan daha mı iyi bilinecekti.
Tek tipçi, dayatmacı bir zihniyetin hegomanyası, tasallutu altındaydık. Okula başlarken gür bir sesle Andımızı okur sınıfa öyle girerdik. Bayramlarda “uygun adım” yürür, asker gibi disiplinle tören alanına giderdik. Törenlerimizin vazgeçilmezi “uyduruk” gazilerimiz başlarında kalpağıyla arzı endam eder, askeri araçların peşi sıra tanklar, toplar ve bilumum kurum ve kuruluşların iş makineleri, belediyelerin araç ve gereçleri ve elbette itfaiye ve kanalizasyon kamyonu da geçit törenine yerini alırdı…
Askeri ve sivil erkânın protokol konuşması ve protokol özenle seçilir. Her önüne gelen protokol kısmının yanında dahi yaklaştırılmazdı. Vatandaş ancak yol kenarına diziler “şak, şak” demek zorunda kalırdı. Allah var sadece hep bir ağızdan “Padişahım çok yaşa!” demiyorduk…
Milli Bayramlarda erkek evlatlarımız dar taytları ile kule yaparken genç kızlarımız ellerinde ponponlarla “yarı üryan” adeta “revü” kızları durumdaydı. Aile reisi olarak buna sesimizi çıkaramaz ve “saçmalık” olduğunu düşünemezdik(!) bile. Çünkü biz vatandaştık, çünkü biz halktık, halk demek “sürü” demekti. Kendi kararımızı kendimiz veremezdik, cahil, cühelayız ya, “Böyyüklerimiz” ne de olsa daha iyisini bilirdi.
Seçkin bir zümre vardı ve o seçkin zümrenin neredeyse hepimiz “uşaklarıydık”. Devletin asli sahipleri onlardı. Biz vergimizi verir vazifemizi yapardık, seçimden seçime adam sayılırdık. Atatürk tekellerindeydi, Laiklik keza öyle. Eğitim öğretimde karar vericiler kendileri, hâkim kendiler, savcı kendiler ve hükümleri emirdi…
Evet, dün bunlar oluyordu. Hemen hepimiz bu durumlardan rahatsızdık. Bizlerin durumunu en iyi bize benzeyen anlar dedik. Kendi lideri bile zulme uğramış hapis yatmıştı. Okuduğu bir şiirle “kodesi” boylamıştı. Mademki ezilmişliği var ve ezileni en iyi o anlar, o zaman onu seçmeliydik ve seçtik de…
Dün “tek tipçi” diyorduk, “dayatmacı” diyorduk. Statükonun temsilcisi, “militarist-devletçi” diyorduk, bu günde benzer şeyleri düşünmeye ve söylemeye başladık.
Dün laiklik dayatması vardı; bugün “din” dayatması var. Dindar nesil yetiştirmek onların vazifesi ve vatandaşın çocuğuna nasıl bir eğitim verileceğini en iyi kendileri bilir. Bir babanın, annenin alması gereken sorumluluğu “devlet” adına, hükümet adına alıyor ve karar verip uyguluyor. Doğru olan bu mu?
Bırakınız efenim, siz önümüze seçenek koyun müsaadenizle kararı biz verelim. Din ve ya inanç mademki “Allah’la kul arasında”, siz neden araya giriyorsunuz.
Bir veli çocuğuna isterse din eğitimi, isterse şaman eğitimi aldırır. O onun kendi kararı. Çocuğunu nasıl isterse öyle eğitir. Devletin görevi dindarlaştıracağım diyerek bir din mi dayatmak olmalı. Hala mademki yasamızda laiklik hükmü mevcut ve halen laiklik din ile devleti biri birinden ayrıştırmak ise ve öyle olduğunu farz ediyorsak, bunu nasıl açıklayacağız. Nereye koyacağız.
Oysa genel anlamında ve hemen hepimizin anladığı şekilde Laiklik her dine eşit mesafedir. Hıristiyan’ın çocuğu da, Müslüman’ın çocuğu da laiklikle teminat altına alınmıştır. Kaldı ki günümüzde laiklik bile başlı başına yeterli görünmemekte ve devletin sekuler olması gerektiği tartışılıyorken tüm bunlar ne anlama geliyor.
Dayatmanın bir başka boyutu değilse nedir. Dün beğenmediğimiz ve tek tipçi diyerek aşağıladığımız bir olguyu meşrulaştırmış olmuyor muyuz?
Dünyada sadece ak ve kara mı var. Diğer renkleri nereye koyacağız. Dinimizde buna ifrat ve tefrit deniliyor. Oysa İslam dini barış dini ve dinde zorlama olmadığını da biliyoruz. Bu zorlamak değil mi?
Oysa ne güzel ümitlenmiştik. Ülkemiz huzura erecekti. Yazılarımızla söylemlerimizle “iyi şeyler olacak azizim” diyorduk Gelecek adına güven duyuyorduk. Yönümüzü demokrasiye çevirmiştik. İkinci sınıf muamelesi görmeyecek, devletin asli unsuru olacaktık. Devletin tebaası, kapı kulu olmayıp devlet vatandaşına “kul” olacak hizmet verecekti ne oldu?
Kutsal devletin yerini “vatandaşı adamdan sayan” devlet alacaktı. Her düşünce kutsaldı ve herkesin düşüncesini özgürce ifade etmesinin önü açılacaktı. Fikirler fikri platformlarda tartışılıp “düşünce suçu” ayıbına son verilecekti. Yaşam hakkının kutsallığı, özgür olmanın vazgeçilmezi özgür düşünmek ve düşüncesini özgürce ifade edebilmek değil midir?
Bir düşünceyi diğerine dayatmak mı demokrat olmak... Demokrasi sadece güçlü olanın her düşündüğünü söylemesi ve uygulaması mı demektir. 
Hani sosyal devlet olacaktık. Devletin eski “ayıplarını” sorgulayıp yeni ayıplar yapmayacaktık. Ekonomide, yakaladığımız başarıyı demokrasi ile taçlandıracak ve ülkeye huzur ve barışı mukim kılacaktık…
Fişlemeler, adam kayırmalar son bulacaktı. Hakça, eşitçe ve adilce üleşecektik. Devletin yaklaşımı herkese eşit olacaktı. Birinin diğerine üstünlüğü olmayacaktı. Devlet belli bir sınıf ve zümrenin olmayıp herkesin hepimizin eşit şekilde yararlanacağı bir yapı olacaktı. Herkes etnik kökenine bakılmaksızın bu ülkenin eşit vatandaşı sayılacaktı.
Kanun önünde olduğumuz kadar uygulamada da eşit yurttaşlık esas alınacaktı. Vatandaşlık bağı ile kendi dilimiz ve dinimizle var olacaktık.
Kısacası ve açıkçası ümitlerimi kaybetmek üzereyim. Hükümet arakasına aldığı yeli heba etmeye başladı. Azınlığın çoğunluk üzerine tahakkümünü düşünemiyorsa çoğunluğun da azınlık üzerine başka türlü bir tahakkümü düşünülemez.
Çok olmak, çok rey almak illa da haklılık anlamına da gelmez. Eğriye eğri, doğruya doğru… Tarihteki örneklerine bakınca “Hitlerin” de arkasında geniş halk yığını vardı. Halkın gücüyle güç birliği yapınca dünyaya meydan okumakla kalmadı, dünyanın başına bela oldu, bela açtı. Saddam Hüseyin ve Libya lideri Kaddafi’nin de arkasında geniş halk kitlesi vardı. Halktan aldığı gücü halkına karşı kullanması onların sonu oldu…
Bugün ülkemizde halen ve ne yazık ki bu hükümetin alternatifi yoktur. Yarının ne olacağı ne getireceği belli olmaz. Hani hep diyoruz ya “mağrurlanma padişahım, senden büyük Allah var” …
Umarız ve dileriz ki yaptıkları iyi ve doğru şeylerin hepsini, alkışladığımız başarılarını bir iki yanlışlığa heba ederek yerle yeksan etmesinler. Yeni Anayasa ve diğer tali icraatlarına hız verip, demokratik bir Türkiye’nin önünü açan yasalarla uygulamalarla demokrasiyi inşa ederler ve biz yanılırız. Doğrusunu isterseniz yanılmayı da çok isterim. Lakin yukarıda da dediğim gibi ümitlerimi kaybetmeye maalesef başlamış bulunuyorum…
Hadisi şerifte “Haksızlık karşısında susan, dilsiz şeytandır” buyruluyor. Biz bildiğimiz doğruları savunup, söylemeye devam edeceğiz. Hatalardan dönmenin erdemliliği de hepimizin malumu. İnşallah bu erdemi de gösterirlerde ben ve benim gibi düşünenleri yanıltırlar.
Yeni bir gün ve gündemde görüşmek üzere, sağlıcakla kalın.