8 Haziran 2013 Cumartesi

Topçu Kışlasından yeni bir parti çıkar mı?

Bir önceki yazımda “Olmadı ki gözüm, yanlış yaptık” demiştim. Yazımın sonunda da  “Biz bu noktaya nasıl geldik hırsızın hiç mi kabahati yok onu da sonraki yazımda anlatacağım...” diye bitirmiştim. 
Bu noktaya nasıl geldiğimiz aslında ayan beyan ortada ve konuyla alakalı yığınla yazıldı – çizildi fazlası lafügüzaf olacağı hasebiyle kısa tutup geçeceğim. 
Öncelikli olarak Ak Parti iktidarının gücünün doruklarında olduğu bir zamana denk geldi. Bilinçli bir tercih olmamakla beraber gücünün zirvesindeki bir iktidarı yerle yeksan etmeye yetti. Hani hep denir ya “en güçlü olduğunuz zaman aslında en zayıf anınızdır” buda öyle bir şey… 
İktidar “Gezi Parkı” olayları üzerinden geçen on yılın muhasebesini yapmalıdır.  Bu olay iktidarın demokrasi sınavıydı. Benzer başka sınavları şu veya bu şekilde geçmeyi başardı. Bu sınavın sonucunu sürecin seyri belirleyecek. 
Tam bağımsız bir Türkiye, demokratik, laik ve hukukun üstünlüğüne inanmış sosyal bir devlet anlayışıyla bağdaşmayacak hareketler zincirinin belki son halkası.  
Kendisini hep mazlum olarak niteleyen ve bu uğurda dışlandığını, baskıya uğradığını ve çeşitli badireler atlattığını bildiğimiz Ak Partinin bugün kendi iktidarı döneminde baskının ve dışlanmanın yönünü ve seyrini değiştirmesi. Yani “dinci” olarak dışlanırken şimdi kendisi de “laik” olarak dışlıyor” diye düşünülmeye başlaması. 
Başörtüsü yasağını kaldırması tamam, İmam Hatiplerin önünün açılması eyvallah… Fakat bu seferde sadece kendi dünya görüşü ile şekillendirdiği bir eğitim modeli dayatıyor. Dün yapılan yanlıştı, bugün yapılan da yanlış…” denmeye başlanması. 
İnsan çocuğuna nasıl bir eğitim vermek istiyorsa bırakınız kendisi kararını versin…” Devletin görevi “fırsat eşitliği” sağlamaktır. Sen okulunu açarsın dileyen dilediği yere oranın müfredatına göre çocuğunu gönderir. Seçim hakkı kişinin kendi elinde olmalı. Devletin görevi kişinin nasıl bir ahlak ve hangi dini inançla yetişeceğine karışmak olmamalı. Devlet dinlerin kutsiyetine saygılı olmalı fakat bunu sadece belirli bir din ve dünya görüşü şeklinde zorla dayatmamalıdır…”  diye yüksek perdeden konuşulması. 
Nasıl ki dün askerin siyaset ve devlet üstünde bir yerde ve bazen devleti “hizaya sokan” anlayışından rahatsız oluyorduysak bugün de devletin “intikamcı” bir duyguyla hareket ederek “askeri hizaya sokma” eğiliminden rahatsız oluyoruz…” diyorlar. 
Dün devletin en “uç” noktalarında belli bir düşüncenin “yuvalanmasından” rahatsızdık. Asker, medya, siyaset, yargı sivil toplum örgütleri ve iş dünyası belli gurupların etkisi ve kontrolü altındaydı. 
Bugünde yapılan belli gurupların yer değiştiği ve rollerin değiştiği şeklinde tezahür ediyor. Dün yapılanlar yanlıştı şimdi de yapılanlar aynı minvalde yanlıştır…” söylemlerini hep duyar olduk. 
Statükodan rahatsızdık, bunun yerine daha yenilikçi, daha özgür bir toplum ve devlet anlayışı istiyorduk. Statükoyu sonlandırmak için atılan adımları elbette alkışladık. Mevcut alıştığımız düzenin bozulması bazılarımızın üstünde “olumsuz” etkilere yol açtı, yeni durumu kabullenmek epey bir zaman aldı.  Statükoyu kırıp yerine otoriter bir rejim ikame etmek yanlışın en büyüğü. 
Onca vekil, bakan müşavir, akademisyen sadece liderin söylediklerini tasdik etmekten ibaret bir görünüm çiziyor. Kars’a yapılacak heykelin kararını da lider veriyor, belediyenin atacağı adıma da, park ve bahçelerin çalışma şekline de lider kararı ve onayıyla ancak karar veriliyor. Bunlar doğru bir yaklaşım olmamakla beraber yapılan güzel işlerin hatırına toplumun kahir ekseriyeti tarafından kabul ediliyor veya tolere ediliyor...” diye düşünülüyor.  
Bir şehrin kentin doğal dokusunu muhafaza etmek seçilmiş yerel yönetimlerin vazifesidir.  Bunların görev alanı ve yetki sınırları yasayla güvence altına alınmıştır. Yerel yönetimlerin yaptığı usulsüzlükleri mülki amirin denetlemesi ve yargının müdahale etmesi demokrasinin icabıdır.  
Kendini hem seçilmiş belediye başkanı, hem yüksek yargı gibi görmeye başladığında demokrasi demokrasi olmaktan çıkar ki onunda adına literatürde demokrasi denmez… 
Bizler her fırsatta vekillerin “çapsızlığından”  dem vurup “parmak kaldırma” dışında bir etkileri olmadıklarını söylüyoruz. Çok fazla uzağa gitmeden kendi ilinizde vekillere ve vekillerin karnelerine bir bakınız. Hangisinin meclise faydalı bir yasa önerisi verip vermediği ne tür bir proje ile kamuoyu karşısına çıkıp destek talep ettiklerini gördünüz mü? Eğitimde, sağlıkta, ekonomide ve toplumu ilgilendiren belli bir konuda atılması gerekli adımları lider söylemeden “bunlarda benim fikirlerim, bunların hayata geçirilmesi için sizlerin desteklerine ihtiyacım var “ dediklerini duydunuz mu? 
Yani kısaca demokratik bir ülke ve demokratik bir toplum olmayı arzuluyor ve bekliyorken lider sultasına omuz verip emin adımlarla “diktatörlüğe” evrilmeye başladık. Özlenen Türkiye bu olmamalıydı… 
Yeni Anayasa dedik, ne siyasi partiler ne toplumun bu konuda attıkları somut bir adıma şahit olmadık. Seçim sathı mailine girmeye ramak kala beklentilerimiz boşa mı çıkıyor endişesi taşımaya başladık.  
Toplumsal barışın sağlanması adına uzlaşı ve herkesi ve her kesimi kuşatan, kimseyi ötekileştirmeyen, dışlamayan demokratik bir Anayasa için çalışmaların hızlandırılması elzemdir… 
Yani iktidar kanadı bu olaylar üzerine kafa yormalı. Bunları sadece “gezi parkı” özeline hapsetmemeli, sebep sonuç ilişkisi içerisinde değerlendirip alınması gerekli mesajı doğru okumalıdır. 
Dedikleri, denilmek istenilen ve benim aldığım “dersler” şunlar: 
 Çapulcular; 
Bunlar “bir avuç çapulcu” diyoruz ya, bana göre bu kadar dar bir kalıba hapsetmek ve salt çapulcu olduklarını varsayarak büyük resmi görmezden gelmek yanlıştı. Tamam, çapulcular içlerine girmişti, yakıp, yıkıp, yağmalamaktan, devlete zarar vermekten, kaos ve kargaşa çıkarmaktan başka hesapları yoktu. Onlar için hedefe gitmek için her yol mubahtı. Kendi şahsi ikballeri için her şeyi yapabilirlerdi. Gözlerini kan bürümüş olanlar o gurupların içerisindeydi ve seçiliyorlardı. 
Apolitikler; 
Bunların büyük çoğunluğu “yeni yetme” ve henüz bıyığı yeni terlemiş ve kendilerini partiler üstü gören, İPAD gençliği. Bu gençlerin ailelerinde muhafazakâr da var, liberal de, sağcı da, solcuda. Yani senin, benim kısaca bizim çocuklarımız.   
Geçler çok pısırık, dünyadan bihaberler. İşleri güçleri sosyal ağlarda “trollük” yapmak, Twitter ve diğer sosyal ağlarda cakalı laflar etmek sandığımız teknolojinin çocukları da bu kalıba girer. 
Çocuklarımızı çok fazla dışladık, kendi tarihini bilmiyor, değerlerinden bihaber. Siyasetle ilgilenmiyor diyoruz ve şekvada bulunuyoruz.  
Çocuklarımız Atatürk’ü biliyorlar. Onu yeterince okumuşlar ama İnönü hakkında fikir sahibi değiller. 
İhtilalı görmemişler, Menderes’in, Özal’ın adlarını büyüklerinden duymuşlar. Evren’i ve yaptıklarını sorgulamamışlar. Sen darbe dersin o alık alık bakar, neden söz ettiğini anlamaz. Darbenin kötü bir şey olduğunu bilir o kadar. 
Kısaca bu gençlik yaşları itibarıyla senin yaşadığın dönemi bilemez, kavrayamaz, sorgulayamaz. Ona hep uzak durduğu alandan örnekler gösteriyorsun ya “bunu yaptılar, şunu yaptılar, şunu yasakladılar…” onların gözü senden başkasını görmedi ki, sen onların yanlışını tekrar tekrar hatırlatacağına kendi doğrularına onlara örnek ol, rol model ol, idol ol. Bu boşluğu doldur işte sana fırsat… 
Yani bu gençlik “Ak Gençlik”, 
Gözlerini açtıklarında, seni yani Ak parti yönetimini gördü. İlk kez sahaya indiler, senden aldıkları cesaretle ve kendi özgüvenleriyle… 
Otoriteye karşılar; 
Bu çocuklar her ne kadar apolitik ise de, 
Her ne kadar teknoloji çocuğu, İPAD – İPHONE tutkunu, twitter kaçkını (!) iselerse de, 
Senin gibi giyinmese, 
Senin gibi düşünmese, 
Senin gibi yaşamasa da, 
Bu gençler memleket meselesinden ve ulvi değerlerden bihaber değiller.   
Onların da beklentileri, hayalleri, gelecek kurguları var. Bugün siz onların istikbalini şekillendirmek, onları işlemek, kendi düşünceleriniz doğrultusunda yetiştirmek istiyorsunuz; onlar buna karşı çıkıyor. 
Çalamazsınız geleceğimizi diyorlar. Biz kendi karalarımızı kendimiz alırız diyorlar. Bana ne giyeceğime, 
Ne diyeceğime, 
Nasıl düşüneceğime, 
Nasıl giyineceğime, 
Neye inanacağıma, nasıl inanacağıma karışma diyorlar.  
Hükümet ol fakat bana hükmetme, 
Devleti yönetiyor olman beni de yönetmen gerektiği anlamına gelmez, beni bana bırak ben kendimi yönetirim… 
Bize kulak tıkama, isteklerimize gözünü kapama. Beni dikkate al, beni duy istiyorlar. Fark edilmek, hissedilmek istiyorlar… 
Femenler, çevreciler, aykırılar… 
Bu gençler hassaslar, duygu dünyaları başka. Kendilerini önemsedikleri kadar başkalarını da önemsiyorlar. 
Kendilerinin yaşama hakkının kutsallığı yanında başkalarında kendi dünya görüşü ve düşünce dünyasında yaşama haklarının kutsallığına inanıyorlar. 
Kendilerinin canları kadar her türlü doğal dokunun da yaşama hakkını savunuyorlar. Hayvanların ve bitkilerin de bu dünyaya bir kez geldiğini ve doğal ömürlerini doğal yollardan tüketmesini istiyorlar. Börtü böceğin de, sineğin kelebeğinde duygularına tercüman oluyorlar. 
Dinsiz değiller; 
Sandığınız gibi de değiller. Dinden imandan bihaber de değillerdi. Gördünüz, Miraç Kandilini kutladılar, Cuma Namazı kıldılar. En az senin kadar inini diyanetini biliyorlar. Yani vazgeç artık senin inandığın gibi inandırma gayretine. Tek doğru senin bildiğin doğru değildir. Benim kendi doğrularımı da dikkate al önemse diyorlar. 
Siyasi partilerin arka bahçeleri değiller; 
Bakmayın siz BDP milletvekilinin kişisel bir duruşla onlara arka çıktığına, 
CHP’nin olayı sahiplenmeye çalışmasına, 
Ülkü sloganların atılmasına, 
Bölücü sloganların duyulmasına, 
Marjinal oluşumların bir arada bulunmasına aldanmayın. Bunların hiç ama hiç biri sadece şu veya bu partinin temsilcileri değillerdi. Ama hepsiydi, yekvücuttu. Yani; 
Ne kadar yan yana bile görmeyeceğimiz kesim varsa aynı saftaydı, 
“Bölücülerin” az berisinde “Milliyetçiler”, 
“Ulusalcıların” az ötesinde “Muhafazakârlar 
Çevreciler, CHP’liler, MHP’liler, BDP’liler, Ak Partililer yan yana gelmişti, gelebilmişti… 
Siyasi partiler ve sivil toplum örgütleri tabelalarıyla değil ama seçmenleri ve taraftarıyla oradaydı. CHP seçmeni olduğu kadar Ak Parti seçmeni de mevcuttu… 
Dış güçlerin oyunu, şer ittifakı 
Hayır, bunu söylemek o kadar kolay değil.  
Tamam her marjinal kesim vardı, durumdan vazife çıkaran “şer ittifakı” ve bazı dış güçlerin uzantıları vardı belki ama bu onların senaryosunu yazıp yönettiği ve sahnelediği bir oyun değildi. Kaldı ki onlar bile bu duruma inanamadılar. Bu kadarını kimse ama hiç kimse beklemiyordu. 
Hani Türkler demokratik tepki vermeyi bilmezler, liderleri etrafında kenetlenirler. “Sürü psikolojisi” hâkimdir ve liderleri ne derse o yapılır, o yana yönelirler denirdi.  Takım tutar gibi bir partiye göbek bağıyla bağlanırlar ve başka yöne çekemezsiniz diye Türk halkını analiz ederlerdi. 
Yanılttık, yanıldılar. İşte onların asıl korktukları resim tamda buydu. Ne zaman ve nerede nasıl tepki vereceğini kestiremeyecekleri bir durumla karşı karşıya kaldılar.  
Her biri farklı bir kesimden ve ömürlerinde bırakın yan yana gelmeyi aynı masayı bile paylaşamazlar sanılan oluşumların hepsi aynı meydanda ve aynı mücadele içindeydiler. Bir twitte okumuştum sanırım şimdi anladınız mı diyordu. Türkler bir araya gelince böyle oluyor şimdiye kadar bizi Kürt, Türk diye ayırmaya bölmeye çalışmalarının nedenini şimdi anlayabildiniz mi diyordu.  
** 
Yeni bir gençlik hareketine (Parti) hazır olun, bu iş burada bitmez 
Biliyorum yine sözü fazla uzattım, yukarıda anlattıklarım ışığında sözümü toparlıyorum. 
Meseleyi sadece “birkaç ağaç” olarak görmemeliyiz, 
Mesele sadece “dış mihrakların işi, şer ittifakı” değildir, 
Mesele salt “Tayyip düşmanlığına” indirgenemez, 
Mesele iktidar mücadelesi hiç değil, 
Ak Partiye komplo ile özetlenemez,  
Muhalefetin elini ovuşturacak buradan oy devşirecek bir durum söz konusu bile olamaz.  
Vazgeçin buradan yola çıkarak “Askere selam çakmaktan” size buradan ekmek çıkmaz. 
Ak Parti oy kaybetmez, durumu lehine kullanabilecek argümanlar fazlasıyla mevcut buradan gerekli dersleri ve mesajları fazlasıyla almıştır. Elbette muhalefet gereken dersi çıkarmıştır, kendi eksikliğini toplumun nasıl giderdiğini ayan beyan gördü diye düşünüyorum. 
Son bir şey, bu olay gösterdi ki toplumda muhalefete duyulan gereksinim ve muhalefetin bir ihtiyaç olduğu. Ciddi bir muhalefetle nelerin başarılabileceğinin resmiydi. İleride belki bu gençlik yeni bir oluşumla karşımıza çıkacak. 
Türkiye’yi yönetmede söz sahibi olduğunu ve olmaya aday olduğunu ortaya koydu. Yeni bir parti olarak siyaset sahnesinde çıkarlarsa sürpriz olmamalı. Gezi parkı, ağaç mağaç derken yeni bir parti yelkenlerine fazlasıyla rüzgâr aldı… 
Ne dersiniz: Topçu Kışlasından yeni bir parti çıkar mı? 
Selam ve dua ile… 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder