21 Ocak 2013 Pazartesi

Engellilere Sınav Ayıbı, Bir Kış Vurdu Birde Siz!

Açık Öğretim Lisesi sınavları 19-20 Ocak Tarihlerinde her ilde olduğu gibi Malatya’da da geniş bir katılımla gerçekleşti. Sınava giren insanların ortak noktaları hepsinin öğrenci olmaları ve hepsinin de dışarıdan sınavlara girmek suretiyle yaygın eğitim yerine Açık Öğretimi tercih etmiş olmalarıdır.
Aralarında ev hanımından tutun, çalışmak zorunda kaldığı için okulunu bırakmak zorunda kalmış olan mı dersiniz, bir kurumda hâlihazırda çalışan mı, yaklaşan KPSS’ye girmek için ne yapıp edip lise mezunu olmayı hayal eden mi ne ararsan vardı. Her yaştan, her meslekten insanlar sınav heyecanını bazıları ilk kez bazıları da yeniden yaşadılar.
Ama içlerinde öyle bir kesim vardı ki bunlar “şanssız azınlık” denilebilecek ve üstelik birilerinin yardımı olmadan hayatlarını idame ettiremeyecek olan engelli dostlarımızdı.  Hani bazılarınızın yüksünerek baktığı, bazılarınızın görünce kafasını çevirdiği, bazılarınızın her gördüğünde sadaka vermeye çalıştığı ve dilenci gözüyle gördüğü,  çok sık olmasa bile bazılarınızın da hayatlarında ilk kez ve adeta “hilkat garibesi” görmüşçesine alık alık baktığı, ısrarla inatla yok saydığınız, sanki bu toplumun bir parçası değilmiş gibi, sanki bu toplumun engellisi olamazmış gibi ve sanki o engellerin de birilerinin kardeşi veya amcası, dayısı, babası, annesi olduğunu yok farz ederek başka bir atmosferden gelmiş “UFO” muamelesi yaptığınız engelliler diyorum…İşte bu dostlarımız için sınav bir kabustu, bilmem fark ettiniz mi? Fark ettiğinizi sanmıyorum!?
Açık Öğretim Sınavları hepinizin malumu olduğu üzere çoktan seçmeli ve merkezi olarak sınav yerinin tespiti şeklinde gerçekleşiyor. Açık Öğretim kayıtları alınırken öğrenci durumunu sisteme kayıt ediyorlar. Kimlik numarasından tutunda kaç kilosun, boyun posun nedir hepsi sistemde kayıtlı. Kayıtlı olan başka bir şey daha var, “özür gurubu”. Bu ibarenin yanında da ne tür bir engeli olduğu örneğin ortopedik engelli, akülü sandalye kullanıyor gibi ibareler mevcut. Yani Milli Eğitim Bakanlığı öğrencinin mevcut durumunu yakinen biliyor.
Bakanlığın bildiği bir şey daha var, sınav yapılacak okulun durumu. Yani erişimi var mı, engellilere yönelik rampası veya asansörü mevcut mu bunlarda sistemde kayıtlı. Bu durumda yapılması gereken sistematik bir şekilde engelli bireylerin erişimine uygun yerlere sınav yerinin belirlenmesi gerekir öyle değil mi? Ama hayır, bu böyle yapılmıyor, nasıl yapıldığını anlatayım:
İlimizde Engelli Erişimine uygun okul sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor. Uygun durumda (Nispeten uygun) olan okullarında büyük çoğunluğu merkezi yerlerde... Buna mukabil engelli öğrenciler için düşünülmüş olan sınav yeri şehrin merkezine oldukça uzak ve erişimi olmayan okullardan seçilmiş.
Birinci okul Uçbağlar Mahallesinde bulunan Fatih Lisesi, diğeri ondan birkaç km. daha uzakta olan Elazığ yolu üzerindeki (Eski Yimpaş karşısı) Malatya Anadolu Lisesi. Her iki okulumuzun da ne rampası ne asansörü mevcut değil. Kaldı ki şehir merkezinde erişimi olan ve nispeten ulaşım sorunu olmayan başka okullarımız varken engelliler için bu iki lisemizin seçilmesinin adına talihsizlik mi diyelim, işgüzarlık mı, bilinçsizlik mi, adını siz koyun isterseniz…
Gelin isterseniz sizlerin empati yapmasına yardımcı olayım, biraz örneklendireyim:
Sağlıklı bir birey aynı okulda sınava girmesi demek gidiş-dönüş iki abonman veya 3(Üç) Lira. Hafta sonu yani dün ve evvelki gün henüz sokak ve kaldırımlardaki buzlar çözülmemiş. Engelli dostlarımızın akülü aracıyla gitmesi imkânsız...  Peki, ne yapar?
Çağırır taksici Ömer amcayı ki Hasan amca daha uzuca götürse bile gidemez mutlaka doblo, kangoo türü bir araç olmalı.
Yanına iki refakatçi alır, taksiye binerken iki-üç, güçlü-kuvvetli komşu arar, karga tulumba arabaya bindirilir, arabanın bagajına da tekerlekli, akülü sandalyesi eğer biraz ufak tefekse tıkıştırılır.
Eh çoğu gitti azı kaldı dediniz değil mi? Hayır hiç öyle bir şey yok, asıl iş şimdi başlıyor.
Okula geldiniz, güvenlik, hizmetli, öğrenci velisi artık kimleri bulabilirseniz rica eder aynı şekil indirilirsiniz.  Taksi ücreti 25 Lira tutmuştur verirsiniz elbette, yapacak bir şey yok. Taksiciyi uğurlar siz yeni bir arayışa başlarsınız ki bu boşuna bir çabadır.  Çünkü “aradığınız engelli rampasına şu an ulaşılamıyor, engelli rampası ya yok, ya henüz yapılmamış, lütfen daha sonra deneyiniz”  denmeyecektir de.
Yine, güvenlik, hizmetli, öğrenci velisi üçlüsü ile önce engelliyi boş bir sandalyeye, sonra engellinin aracını beş –on merdiven taşır dönüşte de engelliyi karga tulumba kucaklar bir çırpıda okula sokarsınız. Bitti mi? Hayır.
Salon üç, sıra bilmem kaçtır. Yani iki kat yukarısı. Etraftan konuşmalara kulak vermek istemezsin, kimisi acır, kimisi “yav kardeşim başka okul mu yoktu, niye burada giriyorsun” der. Sanki kendi özel mülkiyeti ve sanki engellinin özel tercihi imiş gibi… Bu küçük bir örnekti, halkımızın en bariz özelliğinden birisi de bu değil midir “vah,vah, tüh, tüh, aman yazıııkkk” gibi nahoş ifadelerle güya vicdan sahibi, acıma duygusu var havası verir kenara çekilir. O an sınav heyecanının yerini çoktan stres almıştır bile. İçinden söver, sayarsın ki başkaca elinden bir şey gelmez…
İdareci gelir yanına, söyleyecek sözü tükenmiştir. Ne dese bilir ki kar etmez. Bu kusurun müsebbiplerinden birisinin de kendisi olduğunu bilir. Bazısı biraz üzülür, belki yüzü de kızarır, bazısı da alabildiğine pişkindir. Bu işlerde kendisinin hiçbir dâhili yok gibi, çünkü bu okulun idarecisi engelli öğrenci, kendisi ise öğrencidir.
Hep deriz ya işte: “nerede bu devlet,nerede…” nerede olacak, işte tamda karşımızda.  Pişkin bir edayla “üzülmeyin, ben bir çözüm bulacağım der” gider diğer salonlardan engellilere ait sınav kâğıtlarını toplar zemin katta soğuk ve uygun bir odayı üstünkörü düzenler. Tutanakla da “sınava girmesi gereken engelli öğrencilerin erişimi için sınav bilmem hangi salona alınmıştır…”  diye basar altına imzayı.
Burada bir parantez açalım, Devlet diyorduk. Öyle hepimizin hemen her fırsatta çaktığı, “devletin malı domuz” zihniyeti,  devletten çeşitli kumpaslarla aşırdığı vermediği vergiler, ödemediği sorumlulukların hepsinin faili olan devlet.
Sahi kim bu devlet?  Öyle anlı-şanlı pehlivan gibi “godu mu oturtan, tuttuğunu öpen(!)” mi?  Vatandaşın her başı sıkıştığında yanı başında biten mi. Her ihtiyacını karşılayan, herkesi baba şefkatiyle saran mı? Kim, kim… ?
Sevgili dostlar,
Devlet biziz, sen, ben, o, öbürü yani hepimiz. İşleyiş olarak ta tüm kurumlarımız.  Devlet bir ağaçsa kurumlar da onun dalıdır. Ama ne hazindir ki “it koparan” da ki bir okulun idarecisinin yaptığı yanlışlığın da, işgüzar, sorumsuz bir idarecinin yaptığı hataların da bilcümle tüm sorumluluğunu devlete yıkarız. İşini yapmayan idareci Mehmet beydir, tariz ve tenkit ve de ceza devlete kesilir. Bu ayıp hepimizin, bu sorumsuzluğu gündeme almayan gazetecinin, gördüğünde eleştirmeyen vatandaşın, sorumsuz idarecinin vs. vb…  Uzar gider. Ya da belki bunun sorumlusu da biz engellilerizdir, kim bilir…
Yukarıdaki örneği okudunuzsa bunu aynı şekilde tersten bir daha okuyun Şöyle ki;
Okula gittin, sabah sınavına girdin öyle mi. Öğle arası oldu, çıkmak istesen çıkamazsın, çıksan geri dönüşün bin bir çile. Sen içeride refakatçin dışarıda soğukta yaklaşık 3,5- 4’de kadar bekledin. Akşam geri dönüşte herkes hemen kaçışmıştır. Güç bela yardım edebilecek birilerini bulursun.  Yine 25-30 Lira taksi parası verir eve dönersin. İşin kötüsü ve bunu size “ar” ederek utanarak söyleyeceğim ve söylemeliyim mutlaka. Okulların engelli erişimi olmadığı gibi engelli erişimine uygun ne tuvalet ne lavabosu da pek tabi ki yoktur.  İhtiyacın gelmişse ya ıkınmaktan “fıtık” olacaksın ya da af buyurun altınıza kaçıracaksınız.  (Okurken Yüzünüz kızarmadıysa lütfen bir daha okuyun, okuyun ki ne tür eziyet çektiklerini anlayın)
Sevgili dostlar, bu yazdıklarımı lütfen abarttığımı düşünmeyin. Hiç gittiniz mi bilmem, gitmedinizse Araştırma istikametine giderken (eski yimpaş)  civarındaki kavşaktan sol tarafa Malatya Anadolu Lisesine şöyle uzaktan bir bakın. Ne demek istediğimi o zaman anlarsınız. 
Burada da izninizle bir parantez açmalıyım.
Yaklaşık yirmi basamaklı merdivende beş-altı kişinin akülü sandalyenin birer ucundan engelli öğrenciyi aşağı kaldırıma indirirken gördükleri karşısındaki şaşkınlığını gizleyemeyen Malatya Anadolu Lisesi Müdürü Ali Karahan beyefendinin o ezilmiş ve mahcup halini size anlatamam.  Çok üzgündü ve bir o kadar da mahcup. Israrla “daha önce böyle bir sıkıntı yaşamadıklarını ve bu durumun bu kadar sorun teşkil ettiğini kavrayamadıklarını ve fark edemediklerini” ifade ettiler.
Ali Karahan Bey birde söz verdi, sözünün de buradan takipçisi olacağımızı belirtmek istiyorum. Ali Beyin söylediği şu “hemen yarın bu işi nasıl yapabileceğimizi araştırıp sıcağı, sıcağına bu konuya bir çözüm bulacağım, size söz veriyorum…” diyerek yolcu etti…
Buraya kadar olan ilimiz Milli Eğitimi ve Okul İdarecilerinin ayıbı idi. Şimdi başka bir ayıp daha var onu da yazayım izninizle.
Malatya Belediyesi Kent Konseyi ve Engelliler Merkezinin Ayıbı
Malatya Belediyesinin çalışmalarını diğer kurumlara nispeten beğeniyor ve takdir ediyorduk. Başka illerden engelli kardeşlerimize ilimiz hakkında övünerek anlattığımız uygulamalara imza atıyordu.
(Kaldırım olayına girmeyeyim, girersek çıkılacak gibi değil) Bunların başında da toplu taşıma araçlarının önceki yıllara oranla yaklaşık araçların %80’nini engellilerinde kolaylıkla kullanabileceği şekilde yaygınlaştıra bilmesi.
İkincisi ve belki de biz engelliler için en önemlisi ise Belediyemiz Kent Konseyi Bünyesinde oluşturulan Engelliler Merkezine engelli asansörü bulunan iki adet fort transit minibüs tahsis ederek engellilere büyük kolaylıklar sağlamasıydı.
Engellileri mesai saatleri içerisinde evinden alarak, başta hastane ve diş hastanesi olmak üzere ve çeşitli yerlere götürüyordu. Bunu yaparken de engellilerden hiçbir ücret tahsis etmiyordu. İki adet şoförün maaşı ve araçların yakıt ve bakım giderleri belediyenin çeşitli kurumlarının bütçesinden karşılanıyordu. Buda az bir hizmet değildi ve övgüye değerdi ki bizlerde hemen her fırsatta teşekkürlerimizi hem fiilen hem de kalben (Dua ederek) yerine getiriyorduk.
Malumunuz kış mevsimi, yolların ve kaldırımların durumu ortada. Kar, buz, çamur yani engellilere hayatın çekilmez olduğu bir dönem. Hafta içi mesai mevhumunu belki istisna tutabilirler diyerek geçtiğimiz günlerde Engelliler Merkezini aradım.
Birkaç defa sekreter hanıma ve Vahap beye durumu ilettim. Başkanım hafta sonu Açık Lise Sınavları var. Bu hafta sonu için şoför arkadaşlardan rica etseniz de sınava girecek öğrencileri sabah okuluna bırakıp, akşamüzeri gerisin geri alsa dedik. Vahap bey araçların durumunun uygun mu değil mi bilmiyorum bir araştıralım konuşalım dedi.
Ertesi gün tekrar aradım (Bu arada defalarca Soner beyin özel cep telefonunu mutat defalar aradım, telefonuma ne yazık ki çıkmadı) Vahap bey, “Soner bey şuan müsait değil beş-on dakika sonra tekrar arayın kendiniz görüşün” dedi. Çok yoğun olan S.Soner Yılmaz beye ulaşmak mümkün olmadı.
Belediyemiz Kent Konseyi Genel Sekreteri Av. Ali Yıldırım beye ulaştım. Ricamızı bir kez de ona ilettik. Ali bey “biz arkadaşlarla bir konuşup istişare edelim, uygun ya da değil size döneriz” dedi.
Aradan henüz 3-5 dakika geçti, geçmedi Soner bey aradı. Hafta sonu müsait değiliz dedi. Israr edince de “gençlerin başka programı var” diye ekledi. Bu programın ne olduğunu sorduğumda ısrarlarıma rağmen söylemekten kaçındı.  Ben Sayın Başkanım, bu keyfi bir istek değil, kaldı ki sizlerin hafta sonu da çeşitli arkadaşların hizmetlerine gittiğinizi biliyorum. Yolların durumu malumunuz, hem bu eğitim işi yardımcı olun lütfen dedim ancak netice alamadım.
Soner beyle aramızdaki konuşma tam olarak böyle olmasa da yaklaşık buna benzer şeylerdi. Ben tariz yaparak sesine ciddiyet vererek “hesap mı vereceğiz, bir program işte” türü konuşmalarına hiç girmek istemedim…
Bazen sevgili dostlar kelimeler ağzınıza gelir ama çıkmaz, çıkaramazsınız. Söylemek istersiniz söylemezsiniz, söyleyemezsiniz. Bir söz var bizde “bıçak sapını kesmez” derler.  Bunun anlamını sizlere anlatmak uzun sürer yaklaşık “kol kırılır yen içinde” misali gibi bir şeydir…
Umarız bu satırları asıl okuması gerekenler okur, yapılanları ve yapılmak istenilenleri bir kez daha gözden geçirirler…
**
Geçen hafta ilimizde yoğun kar ve buzlanma nedeniyle başta ilçeler olmak üzere merkezde de okullara bir gün ara verildi. Çoğu belde ve köy yollarına ulaşım günlerce sağlanamadı.
Okullara bir gün ara verildiğinin akşamı Sayın valimiz kamuoyu bilgilendirmek üzere yerel basına ilettiği bilgi notunda Meteoroloji’den yapılan “yoğun kar yağışı ve don olayına karşı vatandaşların dikkatli olması” minvalindeki bülteni sizlerde yerel basından okumuşunuzdur.
Şimdi bu durumda ilimizdeki çeşitli kurumlarda çalışan engelli personel ne yapabilir. Özellikle akülü sandalye kullanalar. Buzun üzerinde gidebilen bir engelli sandalyemiz yoksa palet de taktıramayacağımıza göre siz olsanız ne yaparsınız.
 Devlet memuru üç gün mazeretsiz işe gitmediği zaman hakkında kovuşturma başlatılır. İkinci gün şefinde rica ettin şifahen izin verdi. Üçüncü gün müdürün verdi diyelim. Evden dışarı çıkamıyorsun ne yapman lazım.
Tekrar, tekrar ve üst üste izin isteyen personelin izin istemeye yüzü kalmıyor. Veriyor çocuğunun eline kimliğini Aile Hekimine gönderiyor. Aile Hekimi adı üzerinde aileyle olan münasebeti dolayısıyla kim hasta, kim değil veya kim ne derecede ciddi hasta elinde veri var biliyor. Takibini kendisi yapıyor çünkü.
Engelli dostumuzun kızı aile hekimine “hocam dışarısı buz, sokaklar kar. Babamın evde dışarı çıkabilme şansı yok sizden iki günlük rapor rica ediyoruz” diyor ve babamı siz zaten tanıyorsunuz diyor. (tanımamasına imkân yok, bu engelli dostumuzla aile hekimi aynı kurumda çünkü)
Aile hekimi:
-         Kusura bakmayın hastayı görmeden rapor veremem. Deyip kestirip atıyor. Hanım kızımız telefonu açıp hocam babamla siz konuşur musunuz dediğinde konuşuyor elbette fakat söylediği aynı şeyler.
Engelli kardeşimiz “hocam işin o yönünü pek tabiî ki biliyoruz fakat ben zaten hasta değilim malum kar-kış iki gün rapor istiyorum” diyor.  Üstelik bu engelli kardeşiniz aşırı soğukta çekilmez derecede ağrı, sızı ve rahatsızlık veren ileri derecede ve sürekli rahatsızlığı olan, Ankilizon spondilitli bir hasta…
 Bakınız, yukarıda devlet dedik değil mi. İki örnek verdik, birisi idareci yasada var olduğu halde yasayı hiçe sayarak (Yaptırımı olmadığından) yapması gereken işini savsaklıyor. Bir diğeri yasa böyle diye yasaya bağlılıktan vatandaşa eziyet ediyor. İfrat ve tefrit bu işte… Her ikisinde de zararı gören engelli birey.
Bürokrasi diyoruz, devlet vatandaşına hizmet için var diyoruz, kolaylık sağlayın diyoruz. Kime diyoruz ki…
… Muhakkak ki Allah yaptıklarınızı işitendir bilendir…” En iyisini o bilir, ben rabbime havale ediyorum, gerisi lafügüzaf. Sağlıcakla kalınız…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder