15 Aralık 2011 Perşembe

12 Eylül ve Çocukluğum I.

...

Okulların açılmasına az bir zaman kalmıştı, Babam rahmetli olanca işi bitirtecekmiş gibi, bizi her zamankinden daha fazla çalıştırıyordu. Kardeşimle ben, her gün sekiz on kilometrelik bir yolu, çoğu kez yaya olarak gider, akşamleyin tekrar yaya olarak dönerdik. Bir kısrağımız vardı, tarla dönüşü babam traktörle gelirse, kardeşimle ben birlikte binerdik. Babam onu düvene koşar, bahçe işi olursa, pullukla, bahçeyi sürmekte kullanırdı. Kısrağımızın kötü bir huyu vardı, ani bir ses duysa veya yoldan bir traktör geçse ürker ve üzerindekileri atıp kaçardı, böyle durumlarda babam, hemen iner, yularından çekerek yolun dışarısına çıkarırdı.

Tarlada çalışmak için, Sabahları erkenden kalkıyorduk, annemin hazırladığı azıklarımızı alıyor babam kardeşim ve ben yola koyuluyorduk. Tarlamız aşağı köydeydi, sabah serinliğinde yola çıkardık. Biz yaya, babamsa atla giderdi. Annemse bazen gelmez, bazense biz çıktıktan sonra, evin işini bitirir, sözüm ona eşeğimizle sonradan gelirdi.
Köyümüzde topu topu birkaç traktör vardı, bazen de bizim gittiğimiz yöne gittiği oluyordu, traktörün üzeri ve römorku, hıncahınç dolardı. kardeşimle oynaya oynaya gitmek traktörden daha eğlenceli gelirdi. Yolun kestirme yerlerinden gider tarlamıza babamdan önce varırdık.
...
. Annem ve Babam çok üzgün görünüyordu, evimizden cenaze çıkmış gibiydi, Ağabeyim Ankara'da üniversitede okuyordu. Her gün kötü bir haber alacakmışız gibi bir endişe içerisindeydik. Köyde Üniversitede öğrencisi olan tek aileydik, köylü hem bizi hem Ağabeyimi çok severlerdi. "Maşallah Şeyhamit dayı'ya çocukların hepsini okutuyor" diye de takdirlerini belli ederlerdi. 
. Her gün Radyoda haberleri kaçırmaz pürdikkat dinlerdik. Üniversiteler karışmıştı, ayaklanmalar öğrenci olayları, silahlı çatışma, banka soygunu, bombalama, pankart açma... Çıkan çatışmada, üç öğrenci öldü, bilmem kaç tane yaralandı haberlerini, belki bizden başka dinleyen de yoktu. 
...
Annemle babam bir araya gelince, kendi aralarında konuşurlardı. Annem her seferinde bizden saklamaya çalışıyor olsa da, ağladığı fark edilirdi. Babam tarlaya küçük radyosunu da getirir ajans dinlerdi. Birkaç bip sesinden sonra "Saat Onüç! TRT haber merkezinin hazırladığı öğle haberlerini sunuyoruz, önce özetler..." diye başlayınca annem ve babam radyonun üzerine adeta abanırlar can kulağıyla dinlerlerdi. 
Annem: 
"Allah'ım ganadının altında saklasın, cem-i cümlesini içi sırada guzumu" der, artık ağlamasını da saklayamazdı, annemin gözü yaşarınca, hepimizi bir kasvet alır, bizde başlardık ağlamaya. Belki o günlerin eseri olsa gerek, ne zaman bir ağlayan kadın görsem bende başlarım ağlamaya...
Babam, annemin üzerine pek varmazdı, onu kendi haline bırakmak için bir ağacın altına gider,"oğlum, tabahamı çahmağımı getirin" der, daha sonra bir sigara sarardı. Dumandan yaşarmış gibi gözlerini siler, Bize de, "hadi oğlum biran evvel şu işleri bitirin, sizde bu gün yarın gidersiniz, ananızla bize galacah bütün iş" derdi.
Babam, tarlamızın yanında, çayırlık bir düzlüğe harman yeri yapar, annem de, önceden derdiğimiz fasulyeleri, sırtına şelek yapıp, harmana taşırdı. Biz harman yerindeki fasulyeleri, dirgenle, yabayla, kardeşimle birlikte etrafa yayar, kurumasını beklerdik. Daha sonra kuruyan fasulyeleri tekrar bir araya getirir, daire şeklinde öbek ederdik.
Babam öbek yaptığımız fasulye yığının üstüne düveni yerleştirdi. Çayırda bağlı olan atı getirmeye ben seğirttim. Atın üzerine atladım, koşturarak atı harmana getirdim. Atın boynuna havudu taktı, düvenin çatalının içine de atı yerleştirdi. Önceden kestiği bir yılgın şıvgasını elime tutuşturdu. İlk birkaç turu babam atın yularından çekerek attık, daha sonra yuları da elime verdi...
Ağustos güneşinin altında düvenle dönüp duruyordum. Kardeşim düven sürmeyi bilmiyor, babamsa yanıma bile gelmiyordu. İyice bunalmıştım, hâlbuki babam, önceleri, kardeşimle bana öğle istirahatı verirdi, bizde soluğu derede alırdık. Ne vardı sanki kendisi sürse diyordum. İşten kaytarma yolu arıyorum, babamsa yanıma yaklaşmıyor bile...
Sıcak başıma geçmiş, ben iyiden iyiye gevşemiştim. Hayal kurmaya başladım, babam fasulyeyi satacak, bana yeni takım elbise, gömlek kravat alacaktı. ... Ben böyle düşüne dururken at yavaşlamıştı, eğilmiş, fasulye samanını yemekle meşguldü. Ben Deh! Deh! Diyorum, tekrar hayale dalıyorum, at yavaşlıyor, Deh! Diyorum gidiyor, derken, elimdeki yılgın şıvgasıyla, atın sırtına bir kamçı vurdum...
!!!
Az sonra kardeşimin sesiyle kendime geldim. Kardeşim, Babaaaa! Diye bağırıyordu. Düven ters dönmüş, ben altında kalmışım, at var gücüyle çekiştirmeye çalışıyor düveni, ben kendimi düvenin altından çıkarma telaşındayım, ağzım burnum saman olmuş, terden yüzüme gözüme yapışmıştı. At harmanın dışına çıkmış, bahçeye doğru düven'le birlikte koşuyordu, kardeşimde peşinden.
Çok geçmeden atı tekrar yakalayıp getirdiler. Üzerime yapışan samanları elimle çırpmaya çalışırken, babam yanıma geldi, bileğimden tutup doğrulttuktan sonra, elinin ayasıyla öyle bir tokat patlattı ki, benim gözümden adeta ateş çıktı, beynimde, şimşek çakmış gibi oldum. Neye uğradığımı şaşırmıştım, kardeşim, beni arkalamak için eline aldığı kesek parçasıyla, "ne vuruyorsun ağabeyime" diyerek babama savurmaya başlamıştı. Biraz sonra o'da yediği tokatla, ağlaya zırlaya yanıma gelmişti. Biz babamın arkasından söve saya, söylenerek annemin yanına doğru gittik.
Böyle zamanlarda annem, hep bizi korurdu, "olmaz olasıca ne vuruyorsun el gadar çocuğa, sıcaan anlında çalışıyorlar, sanki tatil matil mi verdiğin var" diyordu. "hadi guzum gardaşını da al biraz dereye gedin, ben babanıznan gonuşurum" dedi. Benim canıma minnet, dayağı, tokadı, unutmuştum bile...
Derede bir müddet yüzüp eğlendik. Annemin yanına geldiğimizde, annem, yemeklerimizi hazırlamıştı. Sofrada, babam hiçbir şey olmamış gibi davranıyor, ara sırada bizi şakayla karışık iğneliyordu. Yemekten sonra babam, bize "hadi oğlum, işinizin başına varın, bir an önce işimizi tölleştirek, radyoyu da yanınıza alın canınız sıkılmasın" dedi.
Harman yerinde radyoyu biraz ileri koyuyorum sesi gelmiyor, yakına koysam gölgelik yok. Sesini sonuna kadar açama rağmen çok cılız bir ses geliyordu. Olsun dedim düveni sürmeye başladım. Ne kadar zaman geçti bilmiyordum ama radyonun sesi tamamen kesilmişti. Annem çay yapmıştı bize sesleniyordu. Düveni durdurdum, Atımın torbasını da boğazına takıp, annemin yanına gittim...
Çay molasından sonra tekrar düveni sürmeye başladım. Az sonra da babam yanıma geldi "oğlum acans saati gelmedi mi? Radyoyu niye açmadın " diyerek radyoyu eline aldı. Ben "baba sesi çıkmıyor pili bitti heral" dedim. Babam radyonun pil haznesini açtı, açması ile de "eşşoğlusu,sıcaan annına goydun, ahıttın pilini,di neydersen et"diye söyleniyordu.
...
sürecek

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder