15 Aralık 2011 Perşembe

''BAŞLIKSIZ'' , Gündeme dair izlenimler

Zaman Gazetesinden Mustafa Armağan bugün tartışma yaratacak bir yazıya imza attı. Armağan: "Türkçe fermanı" bir Cumhuriyet efsanesi mi? Diye sorduğu yazıda ilginç açıklamalarda bulunuyor.
Armağan yazının girişinde "Cumhuriyet efsanelerinden biri daha yıkılacak ama peşinen söyleyeyim, bunun için özür dileyecek değilim." Diyor. Bugüne kadar Karamanoğlu Mehmet Bey'e ait olduğunu sandığımız "Bundan sonra divanda, dergâhta, bargâhta, mecliste ve meydanda Türkçeden başka dil konuşulmaya" mealindeki hemen hepimizin ezberinde bulunan "Ferman'ın" Mehmet Bey'e ait olmadığını iddia ediyordu.
1930'lar Türkiye'sinde Türk milliyetçiliğinin kendisine tarihten "atalar" icat etmek için uğraştığı 1920'li yılların ikinci yarısında gündeme geldiğine vurgu yapılıyordu. Armağan'nın "Dil Bayramı"(!) diye bir ucubeyi icat eden zihniyetin asıl derdi neydi biliyor musunuz?" Diye sorduğu soruya yine kendisi şöyle cevap veriyordu. "Cumhuriyet yönetiminde Türkçeden başka dilleri "yasaklamak" istiyorlardı; kendilerine meşruiyet sağlayacak bir öncü aradılar, onu Karamanoğlu Mehmed Bey'de buldular. Hem o da Anadolu'da Türkçeden başka bir dilin konuşulmasını yasaklamamış mıydı? Biz aslında yeni bir şey yapmıyoruz, Karamanoğlu'nun başlattığı işi sürdürüyoruz, demeye getiriyorlardı".
Mustafa Armağan söz konusu yazıda ilginç ayrıntılara da yer veriyor. Bahsedilen Ferman'ın elimizde orijinalinin olmadığını, sadece İbn Bibi adlı tarihçinin "Selçuknâme" adlı Farsça eserinde bulunduğunu belirtiyordu. Günümüzdeki metinin "Mürsel Öztürk tercümesinde" yukarıda okuduğunuz gibi olduğu ancak; Osmanlını döneminin başlarında yapılan çeviri "Yazıcızade Ali" tarafından yapılmış. Bu tercüme : "Şehirde çağırttılar ki, "Şimden girü hiç kimesne kapuda ve divânda ve mecâlis ve seyrânda Türkî dilinden gayri dil söylemeyeler." Şeklindedir, diye belirtiyordu.
Mustafa Armağan yazısında dikkat çeken can alıcı başka bir nokta ise "Cumhuriyet ideolojisinin bize dayattığı gibi bir "Türkçülük bilinci"nin ta 13. yüzyılda bile canlı olduğunu ve Mehmed Bey'in etrafını çeviren yabancılaşmış Selçuklu saray çevresine meydan okuyuşu olarak mı anlayacağız? Yoksa..." cümlesi. 
Armağan söz konusu metnin Mehmet Bey'e ait olamayacağını da "ilk olarak İbn Bibi'nin metnine baktığımızda bu sözü Karamanoğlu Mehmed Bey'in söylediğine dair en ufak bir işaret yoktur. Zaten Mehmed Bey "Sultan" değildir ki ferman çıkarsın. Malum, ferman sultanlar tarafından çıkarılır. Ayrıca Mehmed Bey fermanın yayınlandığı günlerde vezir bile değildir. Bir oldu bittiyle Konya'yı ele geçirip II. İzzeddin Keykavus'un şehzadelerinden olduğunu iddia ettiği Siyavuş'u Selçuklu tahtına oturtmuştur. İbn Bibi'nin metninden anlaşıldığına göre fermanı çıkaran kişi, halkın Cimri dediği Siyavuş'tur. Bundan böyle dil bayramlarında Cimri'nin adı "Türkçe kahramanı" olarak anılsa gerektir" şeklinde ifade ediyordu.
Mustafa Armağan yazısını "Bol keseden Osmanlıların Türkçeyi mahvettiklerinin iddia edildiği bir devirde, "Türkçeye sahip çıkan şahsiyet" olarak Osmanlı'ya muhalif olan Karamanoğulları'ndan birinin yüceltilmesi anlamlıdır. Ne var ki, ne Karamanoğulları'ndan, ne de diğer herhangi bir başka Türk devletinden bize Türkçe bir resmi yazışma gelmemiştir. Türkçeyi resmi dil olarak kabul etmiş olan ilk Türk devleti Osmanlılardı. İşte bu şanı Osmanlı'ya kaptırmamak için uydurulmuştu Karamanoğlu Mehmed Bey efsanesi."diyerek noktalıyordu.
Ne dersiniz, sizce de doğru bir yaklaşım değil mi?
Tarihçi, araştırmacı-yazar Mustafa Armağan'ın bu ve benzer yazılarını daha bir dikkatle okuyup analiz etmenizi öneririm.YAZININ TAMAMI İÇİN ZAMAN GAZETESİ'ne bakılabilir.
Başbakanın acı günü ve Muhalefet partilerinin anlaşılamaz tutumu
Acılar ve sevinçler paylaştıkça artar denir. Biz bu tür acılara ve örneklerine hiçte yabancı değiliz. Hatırlayınız 17 Ağustos menfur depremini. O acı bizi nasıl biri birimize kenetlemişti. Hatta komşu ülkeler bile ki bütün komşularımızla aramızın hiçte iyi olmadığı bir zamanda yaşanan bu badirede komşu ülkelerin yaptığı yardımları ve çabaları unutamadık.
Bu gün eli kanlı dediğimiz terör örgütü bile o acıları fırsata çevirmedi. Türk milleti bir bütün olarak kenetlenip acıların üstesinden geldi.
Hırant Dink'in ölümü ile on binler yürüdü, "Hepimiz Ermeni'yiz" sloganları altında her siyasi düşünceden insanlar birlik oldular. Kimse kalkıp ta "oh olsun", bir "hain'i" ortadan kaldırdık demedi. Düşüncesine muhalif olan kesimler bile acıyı siyasete alet etme basitliğine gitmedi.
Rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu'nun Şehadeti sonrasını hatırlayınız. "Bir kesim'in" dışında on binler yine tek vücut olmuştu. Rahmetli Başkan'a tek bir kez bile oy vermemelerine rağmen acısını paylaşıp gözyaşı dökmüşlerdi. Sağcısı, solcusu büyük bir Devlet Adamı'nı kaybetmenin hüznü içinde cenazesine iştirak ettiler...
Örnekler saymakla bitmez, gelelim bu güne. Sayın Başbakanımızın sevgili valideleri Merhume tenzile Erdoğan Hanım Efendi vefat etti. Cenazesinde gözlerimiz eski Cumhurbaşkanımız Demirel'i, Eski Başbakanımız Yılmaz'ı, Çilleri.. Vs. aradı. Ancak Ağar dışında eski siyasilerden ve yenilerinden kimselerin olmadığını görmek cidden çok üzücü idi.
Siyaset bu kadar mı gözlerini "kör" etmişti, iktidar hırsı bizi biz yapan yüce değerlerin çiğnenmesi olmamalıydı. Nerede "ölü'ye saygı" ,nerede Milli ve Manevi değerler. Bu siyasilerde bizim insanımız değil mi? Bu toplumun içinden birileri değil mi? Bir gün kendileri de bu tür bir imtihanla karşılaşmayacak mı? Hasılı, başta CHP, MHP ve BDP'yi bu tutumlarından dolayı esefle kınıyorum.
Dün akşam CHP'den bugün için Sayın Başbakana Taziye ziyareti yapılacağı bildirildi. Bugün o görüşme gerçekleşti. CHP lider Kemal Kılıçtaroğlu ve Genel Başkan Yardımcıları Erdoğan Toprak, Gürsel Tekin ve Akif Hamzaçebi Başbakana ziyaret gerçekleştirdi. Sayın Kılıçtaroğlu'ndan bu ziyaretini sıcağı sıcağına yapmasını ve törene katılmasını beklerdik. Olmadı Sayın genel başkan, bu imtihanda sınıfta kaldınız.
Bu vesile ile bir kez Sayın daha Sayın Başbakanımıza Başınız sağ olsun diyor ve merhume Tenzile Erdoğan'a Allah'tan rahmet diliyorum.
Haber Türk'ün ayıbı
Gün geçmiyor ki gazetelerde şiddet ve cinayet haberi olmasın. Kadına şiddette gelinen noktanın boyutunu ise geçtiğimiz günlerde Haber Türk gözler önüne serdi. Fakat o da ne herkes şiddetin boyunu ve şiddetin kendisini tartışmaktan ziyade gazetedeki o menfur fotoğrafa odaklanmıştı.
Gazetenin genel yayın yönetmeni o fotoğrafı bilinçli bastığı kendi sözlerinden anlaşılıyor. Bu fotoğraf üzerinden çeşitli kuruluşlar kınama ve Altaylı'nın gazeteciliğini sorgulamaya girişti. Twitter'dan boykot ve kınama mesajlarını Erol Köse başlattı. Daha sonra çeşitli kurum ve kuruluşlar da benzer açıklamalar gazetelere biri biri ardına gelmeye başladı. Bizde sitemizden "KENDİNE GEL HABER TÜRK, GAZETECİ OL... ACININ ETİKETİ OLMAZ" başlığıyla Sultan Kılıç imzalı haberi vermiştik. Söz konusu haberde Malatya Eğitim Senin açıklamaları ve kınaması mevcuttu.
Kişisel kanaatime gelince söz konusu resmin kullanılmasını hoş karşılamamakla birlikte asıl verilen mesajın düşünülmesi gerektiği tarafında oldum. Şiddette gelinen noktanın boyutunun nerelere vardığını görmemiz bakımından anlamıydı. Burada "hırsızın hiç mi kabahati yoktur?" diye sorup alınması gereken önlemleri bir kez daha düşünmemiz gerektiği sonucuna vardım.
Altaylı'nın taziye ziyareti ve izlenimleri
Fatih Altaylı bugün başbakanımıza taziye ziyaretinde bulunduğunu belirtiyor ve izlenimlerini şöyle açıklıyordu.
"BAŞBAKAN Erdoğan'ın annesini kaybedince başsağlığı dilemek için akşam saatlerinde evine gittim. 
Çok üzgündü. Belli ki çok ağlamıştı. 
Babamın acısını hâlâ yüreğimde hissettiğim, onu her gün özlemeye devam ettiğim için acısını o kadar iyi anlayabiliyordum ki. 
Gözlerim doldu. 
Başsağlığı diledim. 
Ev kalabalıktı. En bildik simalardan en sıradan vatandaşa kadar herkes gelmişti. 
Top atsan yıkılmaz gibi duran Başbakan Erdoğan'ın gözleri şişmişti ağlamaktan. 
Ve o kalabalık, acıyı paylaşmak ve bir nebze azaltmak için birebirdi. 
Biliyordum. 
Ayrılırken elimi tuttu. 
"Bugünkü manşet fotoğrafınız hiç hoş olmadı. Keşke basmasaydınız" dedi. 
"Kadına şiddeti herkesin gözüne sokmak istedim. Bu konudaki ikiyüzlülüğü göstermek istedim" dedim.
"Ama yine de fazla olmuş. O kadarı fazla olmuş. Şiddeti bu kadar büyük halkın gözüne sokmamak lazım" dedi. 
Bir Başbakan olarak değil, bir okur olarak söylüyordu bunları. 
"Kadına şiddetin insanların gözündeki simgesi olmasını istedim" dedim. 
"Anlıyorum ama terör gibi bir şey bu da. Nasıl ki terör haberlerini çok büyük vermemek gerekiyorsa, bu gibi fotoğrafları da çok büyütmemek gerikiyor. Kadına karşı şiddete duyarlı olmak lazım. Çok haklısın. Ama yolu bu mu olmalı" dedi. 
"Başbakanım" dedim, "Terörün pis yüzünü göstermek için terör kurşunuyla ölmüş bebeğin fotoğrafını bastık zamanında. O fotoğraf simge oldu. Bebek katili olduklarını gösterdi. Bu da öyle olsun" dedim.?
***
Biliyorum yine daldan dal'a bir yazı oldu, bağışlayın. Sizlere haftada bir iki yazı ile misafir olacağım, istedim ki yeni yazıyı hazırlayıncaya kadar sizleri meşgul edebileyim. Şaka bir yana, kendimden sizlere henüz söz etmedim. Başka bir yazıda kısaca değinebilirim.
En kısa sürede yine sizlerle olacağım zamana kadar şimdilik şen ve esen kalın.
***

Bana ulaşmak için: https://twitter.com/#!/medya_ilisuluk
10 Ekim 2011 Pazartesi

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder