21 Aralık 2011 Çarşamba

Hasıraltı ettiklerimizi ortaya çıkarma vakti

Cihan şümul bir devletin varisi olan genç Türkiye Cumhuriyeti, kurulduğu yıllarda yeni bir misyonla sahaya çıkarken varlığını borçlu olduğu Osmanlı yönetiminin reddi yoluna gitti. Gelinen noktada tüm tarihsel süreci adeta yok sayarak geçmişte yaşananların üzerini kapatmakla kalmadı, yaşanan süreçleri yok saydı, olmamış kabul etti ve böyle düşünmemiz gereğini bir bakıma dayattı.
Genç kuşak tarihçiler, tarihin arka bahçesinde ne olup bitmiştir araştırma yoluna gittiler ve dolayısıyla da kaynak arayışına başladılar. Elimizde mevcut bulunan resmi kaynaklara ulaşım imkânı yoktu. Cumhuriyet döneminin en önemli mihenk taşları konumundaki belgelere ulaşım imkânı bulunmuyordu. Tarihsel süreci öğrenme ve yapılanları irdelemek için yalan yanlış onlarca doküman gayri resmi olarak elde edildi, edilmek zorunda kalındı.
Bu belgelerin birçoğu yabancı devlet arşivlerinden derlenmişti. İngiliz ve Fransız arşivlerine araştırmacılar çok fazla çaba göstermeden ulaşıyordu. Kendi kaynaklarımız nedense başta Meclis tutanaklarımız ve Genel Kurmay arşivlerimiz tüm araştırmacılara kapalıydı. Bu durumda elde edilen bilgilerin neyine ve hangisine güvenecektik. Ortada bir sürü bilgi vardı ve fakat bu bilgiler doğal olarak bir biriyle çelişiyordu.
Tarihçiler bile aynı konuda mutabık olamadıkları gibi, biri birilerine tezat fikirler ileri sürüyorlardı. Oysa tarih yalan söyleyemezdi. Ortada bir vakıa varsa nerede ve ne şekilde yaşadığının da mutlaka bir vesikası vardı.
Bugün günümüzde halen ve ne yazık ki işin içinden çıkamadığımız onlarca olayı pekâlâ kendi arşivlerimizi açarak derinlemesine inceleyip ortaya koyabiliriz. Ortaya koyacağımız bilgileri hiç değilse özgür ve tarafsız bir ortamda gözler önüne sererek birçok meselemizin adını koyabileceğiz. Bunları bizlerin konuşup, tartışıp, bir sonuca ulaştırabilmemiz lazım. Çözümün yolu belli, sorunlarımızı tespit ettikten sonra bulguları değerlendirerek çözüm noktasında bir yaklaşıma gidebileceğiz.
Biz kendi sorunumuzu konuşamıyor ve soruna çözüm üretemiyorsak yani bu işi kendimiz çözemiyorsak başkalarının eline koz veriyor olacağız. Tıpkı bugün Fransa’nın ve diğerlerinin yaptığı gibi… Eşyanın tabiatı gereği kimle kavga etmişsen onunla barışırsın.
Konuyu biraz daha açarak somutlaştırmak gerekirse bugün konuştuğumuz Ermeni meselesi ve Kürt meselesinde olduğu gibi daha onlarcası.
Asırlar boyu bir arada yaşamış bir topluluk nasıl oluyor da bugün biri birilerine kanlı bıçaklı olabiliyor. Kim nerede neyi istiyor, derdi ne? Oturup akilâne bir şekilde konuşamaz mıyız? Demokrasi kültürümüz, konuşma kültürümüz hiç mi yok.
Bakınız, geçmişte yaşanmış acı olayların müsebbibi bugün yaşayan halklar değildir. Tarihi olayları kendi doğal seyrinde ele almak lazım. Yaşanan acıların ve trajedilerin sonlanması noktasında bugün ne yapabiliriz-i konuşmalıyız. Sosyal barışın tesisi noktasında bizler bugün ne yapmamız gerekiyorsa üzerimize düşeni bihakkın yerine getirmeliyiz.
Bu topraklarda bu tür trajediler hep yaşanmıştır, ilk değildir ve beklide sonda olmayacaktır. Bize düşen geçmişte yaşadıklarımızdan dersler alarak daha sağlık bir yarının tesisi noktasında elimizi çabuk tutmamızdır. Yoksa yarın çok geç olacak ve belki de Allah korusun yeni trajediler eskisini aratacaktır.
Bu topraklarda yaşayan tüm halklar bu tür trajediler yaşamıştır. Kimsenin acısı diğerinden az değildir. Kırım’da yaşananlar, Azerbaycan’da, Kafkasya’da ve Balkanlarda da benzer olayları herkes yaşamıştır. Koskoca bir imparatorluk ağacını kökünden sökerken elbette kırıp dökülmeler olmuştur. Aileler parçalanmış, ölümler ve sürgünler olmuştur. O günün koşullarında da sancısız bir süreç yaşanır mıydı bu tartışılır. Bugün benzer olaylar olsa nasıl bir yol izlenirdi muamma.
Tamam, Ermeni tehciri olmuştur, bu tehcir esnasında sayısız acılar ve istenmeyen olaylar yaşanmıştır. Ailelerin parçalanması ve kötü koşullarda bir tehcir sonucu binlerce masum insan hayatını kaybetmiştir. Kimse bu acılar olmadı ve ya bu acıları onlar “hak etti” türü bir davranış sergilemeyeceği açıktır. Vicdanı olan hiçbir kimse acılardan sevinç duymaz. Bugün bile bu konular gündeme geldiğinde herkesin içi burkulur…
Bu trajedilerin tamamında ister Kürt meselesi, ister Ermeni meselesi ve isterse mübadele yılları hepsinin ortak noktası çok sancılı bir süreçte olması. Yakın geçmişimizde diğer emsal acılarda maalesef hep aynı minvaldedir. Koçgiri, Dersim, Nusayri ve Şeyh Sait olayları da içimizi kanatır. İstiklal mahkemelerinin yargılamaları sonucu onlarca masumun idamı ve günümüze gelene kadar defalarca yapılan ihtilalların sonucunda da benzer acıları yaşaya geldik.
Son on yıllık süreçte yapılan bir dizi Demokratikleşme ve değişimler sonucu bugün bu konuları konuşabiliyoruz. Geçmişte ne konuşabilir ve ne de bu konularda görüş belirtebilirdik.
Yıllardır sorunlarımızı halının altına süpürdük. Şimdilerde halıda kaldırmıyor. Esaslı bir temizlik için elimize geçen bu fırsatları değerlendirelim ve bugünleri heba etmeyelim.
Sözün özü kendi sorunlarımızı kendimiz çözmeliyiz. Daha fazla geciktirmeden bu meselelerimizi masaya yatırmalıyız.
AKP yeni Anayasa için daha ne bekliyor
Bir seçim yaşadık ve bu seçimde de yeni anayasa yapacağım diyen bir partiye oy vererek iktidar olmasını sağladık. Aradan geçen sürede bir arpa boyu yol kat etmediğimiz görülüyor.
Sanki Ak Parti verdiği sözü unutmuş gibi bir hava var. Böyle düşünmekte haksız mıyız bilemeyiz ama bildiğimiz tek şey gelişmelerin hiçte iç açıcı olmadığı.
Ak Parti vakit kaybetmeden Demokratikleşme yolunda önündeki engelleri kaldırmalıdır. PKK sorununun cezasını masum Kürt halkına ödetmeden Kürtlerin meşru taleplerini dikkate almalıdır.
Askeri vesayeti mutlaka hiç taviz vermeden ivedi olarak ortadan kaldırmalıdır. Eğer AKP şimdi güçlüyken bu işi yapamazsa sonrasına ne Ak parti ne de bir başka parti bu konuyu çözmeye muktedir olamaz. R.Tayyip Erdoğan ekonomik başarısını Demokratik ortamın oluşması noktasında da taçlandırmalıdır. Halkımızın ısrarla ve ümitle beklentisi bu yöndedir.
Allaha emanet yaşıyoruz
Gündemdeki olaylara bakınca neler oluyor, nasıl bir ülkede yaşıyormuşuz diyesi geliyor insanın. İnanması güç olaylara kısaca bir bakalım:
 
Ergenekon, Balyoz, Ay Işığı ve daha onlarca devam eden mahkemeler nedeniyle Silivri ilk başı çekiyor.
Doğuda devam eden operasyonların her gün bir görüntüsü ve “ihanet” suçlamaları eşliğinde gazetelere düşen haberler.
Heron görüntüleri ve yanlış koordinatlar sonucu PKK yerine dağa taşa bomba atılması iddiası.
Eşref Bitlis ve Turgut Özal’a suikast şüphesi ile devam eden yargı süreci…
Aselsan Mühendislerinin ölümündeki sır perdesi.
Isparta’da düşen uçakta hayatını kaybeden Akademisyenlerin buluşlarının çalınması iddiası ve uçağa sabotaj şüphesi...
Yakın geçmişte yaşanan merhum Yazıcıoğlu’nun hayatını kaybettiği helikopter kazasında her gün ortaya atılan iddia ve belgeler.
Milli savunma Bakanının ziyareti ve emrindeki bir subayın Bakanı karşılamama haberleri…
Şike tutuklamaları,
Gazeteci tutuklular,
KCK operasyonları,
BDP gösterisi yürüyüşleri vs. vb…
Tüm bu olumsuzluklara bakınca nasıl bir ülkede ve nasıl oluyor da Allaha emanet yaşıyoruz derken haksız mıyız peki.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder