8 Ağustos 2013 Perşembe

Bir Kürk kapıp Şehir Emini’nin iftarına katıldım

Bugün müsaadeniz olursa “etliye sütlüye” dokunmadan bir yazı yazacağım. Daha doğrusu yazmaya çalışacağım, bakalım “dilimi tutabilecek miyim” veya da ne kadar tutabilirim yazının sonunda hep beraber göreceğiz. Buraya kadar gelebildiğime göre de epey bir mesafe kat ettiğim görülüyor, dahi miyim neyim! Ulusal gündemden başımızı kaldırıp ta içinde yaşadığımız ilin sorunlarına eğilemiyoruz. Tıpkı, Mısır’ı, Suriye’yi bırakıp bir türlü kendi gündemimize yani ülke gündemine de bir türlü eğilemediğimiz gibi. Eş-dost sohbetlerinde kendi aramızda konuştuklarımız da bunlardan başkası değil. Varsa yoksa Tayyo baba, Gılıçdar ağa, yok Esed mi ne garın ağrısı filan… Bu durumda da bazı şeyleri “ıskalıyoruz”. Yani Gezi, diyerek, Suriye-Mısır diyerek bizleri ağaca baktırıp işi götürüyorlar, sizce de öyle olmuyor mu? E ondan sonra da “günaydın” diyorlar, atı alan Üsküdar’ı geçmekle kalmıyor,  izine tozuna Kartal’da, Pendik’te bile kavuşulamadığı gibi çoktan Ankara’ya varmış oluyor…

Siz Ankara’da bekleye durun ahan da ben tiz vakitte Melete’ye geldim bile. Ramazan boyunca her yerde olduğu gibi ilimizde de iftar çadırlarından nasiplenemeyen fakir-fukara, garip-gureba takımına da ilimizin güzide kurumları yetişip beş yıldızlı mekânlarda mükellef sofralar kurarak bir yıl yetecek enerji depolamalarına olanak sağladılar. Her akşam bir davette yerlerini kapabilen seçkin azınlık yani bizim fukara(!) takımı Ramazandan oldukça nasiplenmiş bir şekilde iyice semirdiler…
Ömrü hayatında ziyafetin ne olduğunu ancak Nasrettin Hoca fıkralarından bilen bendeniz de ilk defa “kendime bir iyilik yapayım varayım sevabına da bir güzel nasipleneyim” diyerek Şehremini’nin verdiği davete icabet ettim. İlimizin seçkin muharrir takımı, takım taklavat tam kadro olarak yerlerini almışlardı. Bende bir yerlerden duymuştum “Kambersiz düğün olmadığını” . Dedim ki kendi kendime “gel sende bu davete icabet et, koca Şehir Emini’nin seveni var sevmeyeni var. Hem sen onun hemşerisi sayılırsın bu bakımdan da en önde sen gitmelisin” diyerek kendime meşru bir çıkış yolu bulmuştum.
Önceki hafta İlbey’inin verdiği davet içinde yerimi ayırtmış olmama rağmen gidememiştim, o kadar hazırlanmıştım. Akşamdan sarığımı cübbemi bir güzel divanın altına serip ütületmiş ve gidemeyince de emeklerime çok üzülmüştüm. Komşunun ödünç aldığım iskarpinini bile vermedim o da unuttu sanırsam Allah verede Bayrama kadar hatırlamasa, bayramı geçirirdik hiç değilse...  Hoş gidemediğim bir bakıma isabet olmuş, muharrir arkadaşlar yediklerini çıkarmak içinde epey bir zorlandıklarını bilahare kendi aralarında konuşurlarken duymuştum. Gidememe sebebimse akşamın bir vakti benim gibi bir ihtiyarın tek başına sokağa çıkmasının uygun olmayacağı görüşünün bende aniden nüksetmiş olması da diğer bir sebepti.
Ben günler öncesinden çağırırım yanıma Hayırlı bir Selim arkadaş, geldi geldi, gelmedi bulurum bir civanmert Ali gibi birini diye düşünmüştüm.  İkisi de gelmedi tabi, ötekiyle, beriki de başka bir bahane buldu. İş dar vakide kaldı. Bizim Sodesçigillerle de pek aramız olmadığından Şehreminin faytonuyla da bizim İbramla Haydar gitmişler. Onlar gider elbette diyeceksiniz,  bir bakıma devlet ricali sayılır biz ise dış kapının mandalı Devleti Âlinin garip bir kuluyuz değil mi... Devlet ricaline fayton, mesai dışı içi fark etmez şah kapısında çare tükenmez.  Kul kısmına fazla yüz vermeye gelmeyeceğini devletlülerimiz bilmez mi. O bakımdan olsa gerek bu ihtiyara kara kışta hafta sonu ıslah hane sınavına Mılla Bekir’in katırıyla elli pangunutu bastırıp gitmek düşer. Yiyeceğimiz yemeğin ederi elli pangunut etmeyecek belli ki Bekir’i çağıramadım ve böyle olunca da gidemedim elbette…
Bizim yaşımızda olan bazı piri fanilere böyle zaman zaman ilham gelir. Bir ara ben bunun nedenini araştırmaya merak sarmıştım. Günlerce, haftalarca değirmenci Emin’le kafa kafaya verip düşünüp bulmuştuk.  Yok, o değil. Deli Emin başka, bu dediğim değirmenci olan. Bizim emin yani.
He, ne diyordum, ilhamdan bahsediyordum sanırsam. Kusura bakmayın ihtiyarlık işte n’aparsınız. Ben eskiden böyle unutkanlık filan bilmezdim, hoca ayağa kaldırıp sorduğu zaman hiç düşünmeden soyadımı bile ezbere söyleyebilirdim. O kadar yani. Epey bir zamanımı almasına rağmen sonuç şaşırtıcıydı nasıl olmuştu ta olmuştu kısmını başka bir yazıma saklayayım ben size gelen ilhamımdan aldığım gazla davete nasıl gittiğimden başlayayım vakit kalırsa davet notlarından bazı anekdotlar aktarırım.
Sabah aç susuz kalkıp işe gittim. Ya Allah Bismillah diyerek işime dört elimle sarılıp çalıyordum (du) ki yumuşak koltuğun cazibesine kapıldığımı fark etmemişim. Allahtan yan odada çalışan mesai arkadaşlarım anlayışlılarda fazla gürültü etmediler. Müdür bey odaya teşrif etmeseymiş duvara vurmazlarmış. Sonradan gelip özür dilediler, şu kadar zamandır komşuyuz horlamanın lafı mı olur, biz duymadık say filan dediler.  İşte o hengamede kan uykusundan sıçrayan bendeniz Frenk icadı monitörümün sağına gözüm iliştiğinde “guşluh” vaktinin çoktan geçtiğini ve öğleye ramak kaldığını fark ettim.  Bir koşu “ayakyoluna” gidip elime yüzüme tulumbadan su çaldım. Yakamı paçamı düzeltip kendime çalışan süsü verip makamı şerifime kuruldum.  Eh sahura kadar bitiremediğim tahrir, tahsis ve havadislerin tertip düzeniyle her gece cebelleşirsen olacağı bu tabii ki dedim kendi kendime.
Sonracıma efendime söyleyeyim aklıma Şehir Emini hazretlerinin verdiği davet gelmesin mi! Gramofondan gelen yanık Arguvan türküsünü bile ağız tadıyla dinleyemeden sesini kısmak zorunda kaldım. Elimi zerzevat çantama atıp başka bir Frenk icadını çıkarıp karışık algoritma ve değişik bir düzenekte epey seyri sefer ettikten sonra rehberin ilk başlarına kayıt etmeyi akıl edebildiğim Hayırlı Selim denen zatı muhteremi aradım.
Dedim ona ki “efendi hazretleri şöyle bir müşkülatım var. Bir konuda himmetlerinize ihtiyaç hâsıl oldu bu garip dostunuzu daha fazla muzdarip etmeyesiniz…
Ya hu insan biraz hicap duyar değil mi, su yakmıyor bu, harıl, harıl gontür yiyor. Bir türlü saadete gelip gidemeyiz, efenim seninle birlikte görülmemiz doğru olmaz demiyor.  Yok, efendim neymiş ancak Face bahçesinden fırsat bulabilmişmiş de yeni Kündübek’teki bahçeye gelmişmiş de, hikâye tabi. Sonracıma ben zılgıtı koyverince nihayet “hatundan tırsıyorum” diyemediğinden” başladı ; “anama verilmiş sözüm var, sözümden dönemem bana bu saatten sonra anasına asi olmak yakışmaz.” Dedi. Ya hu muhterem “kazık” kadar adam oldun utanmıyor musun anandan icazet almana deyince de bozuldu. Yok, icazet değil benimki “söz” dedi ve devam etti “Bana, evladım erkânıharbe fazla yakın olma, siyasetçilerle devletlülerle fazla yüzgöz olma, kendini düşürme diye nasihat etti, bende tamam ana bir daha olmaz söz dedim” diyerek beni ekti.
Malum keseyi evde unutmuştum (hiç olmadı ya), bozukluk başka bir delik kuruş mecidiyem bile üzerimde yoktu. Olsaydı paraya kıyıp gontür yükletecek ve iki çiftte ben kelam edecektim...
Sonra daha başka arkadaşlarımı aradım, onlarda çakmak taşı çıkınca ne yaparsın boynumu büküp kaderime teslim olmuştum.
Bu arada vakit tamam olmuştu, öğle arası “dini bütün” arkadaşlar namaz hazırlıklarına başladılar bende yanımda hazır bulundurduğum Bektaşi gardaşlarımla Bekçi Bayramın mekânına doğru yola koyuldum. Bir masaya geçip çaylarımızı söyledik, arkadaşlar öğle yemeklerini yediler. Mangalda Ciğerin kokusu burnumu delse de ben yememek üzere kendimle kavilleşmiştim. Kendimi akşamki ziyafete saklamam lazımdı, panguta kıyıp yemek yemenin zamanı değildi. Ama akşama kadar da aç durulmazdı ki, neyse lafı fazla uzatmadan yeleğimin astarının arasına kaçmış bozukluk birkaç kuruşum varmış Allahtan. Kendime peynirli poğaça ve çay ziyafeti çektim hiç değilse akşama kadar bir yere düşmeden idare edebilecektim.
Sonraki yazılarımda devam konuya devam edeceğim. Malum vakit nakittir. Benim gibi çalışkan bir vatan evladının burada sizinle oturup çene çalması hoş olmaz değil mi. Döneyim ekranıma, canım vatandaşlarıma yurdumun gündeminden yarı yalan yarı doğru haberlerimi geçeyim…
Not: Başta ülkemiz olmak üzere tüm İslam ülkelerinin başına musallat olan anarşi e terör olaylarının olmadığı, silahların sustuğu, kan ve gözyaşının olmadığı sağlık ve huzur içerisinde bayramlar geçirmelerini cenabı Allah’tan niyaz eder siz değerli okurlarımın ve sevdikleriniz ve tüm Müslümanların mübarek Ramazan Bayramlarını kutlar sağlık ve esenlikler dilerim…
Twitter: @medya_ilisuluk @44yorumcu44 @malatyanews
Burada olmayan diğer eski yazılarımı Malatya Gerçek ve Yazarport başta olmak üzere kişisel bloklarımdan takip ederek oklayabilirsiniz...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder