28 Temmuz 2013 Pazar

Hırçın Siyaset İstemiyorum!

“Müflis Tüccar eski defterleri karıştırır” özdeyişinde olduğu gibi siyasetçilerimiz de olanca gündeme rağmen konu sıkıntısı çekiyor olmamalılar ki “şu şunu dedi, bu bunu dedi, sen eskiden şunu yaptın…” teraneleri eşliğinde halkı aydınlatıyorlar. Siyaseten bittiğimizin tükendiğimizin resmidir bu. Bunun başka bir açıklaması yoktur.
Ucundan kıyısından Türkiye yeni bir seçim arifesine girdi. Güya mübarek ramazan ayında bir birilerini incitmekten kaçınıyorlar(!). Bakınız siyasilerimizin demeçlerine, dilleri “yılan” gibi zehirli ve “kılıç”gibi keskin. Oysa içinde bulunduğumuz üç aylar (Recep, Şaban ve Ramazan) İslam inanınca göre “Haram” aylar olarak adlandırılır ve bu aylarda savaşılmazdı. Bu geleneği hatırlayınca bizler İslam inancının neresindeyiz diye sormadan edemiyorum…
Haberlere bakmaktan sıkılır olduk, gazeteleri elimize alamıyoruz.  Doğru dürüst kavgasız, gürültüsüz bir programa hasret kaldık. Karşılıklı medeni insanlar gibi sorunlarımızı tahlil edip karşılıklı fikri münazaraları yapamıyoruz. Herkeste bir “biz haklıyız” çabası, herkes kendi doğrusunda ısrarcı ve tek doğru benim doğrum havasında. Kendi doğrularını anlatma yolunda sergiledikleri tutumlarına bir diyeceğimiz yok, amma “be mübarek, birde karşı fikrin ne dediğine kulak kabartsan, azcık dinlesen, biraz empati yapsan ne diyor bunlar” desen. Yok. İmkânı yok olmuyor, olmuyor…
Bizim siyasilerimizin günübirlik konuşmalarına bakınca savaşıyorlar mı, dövüşüyorlar mı kestirmek zor. Bir birilerine söyledikleri “yenilir yutulur” şeyler değil. Bu sözlerin en hafifini bir mahalle kahvesinde söylesen kesin “hır” çıkar ve kafa göz bir birinize girersiniz…
Tamam, her şeyi konuşalım, söylemediğimiz gizli saklımız kalmasın, söyleyelim, yüzleşelim, kendimize ve karşımızdakine bir ayna tutalım fakat bütün “kirli çıkınlarımızı” da ortaya dökmeyelim. İnsanın evinin mahremi olduğu kadar devletin de bir mahremi vardır. Onları da konuşalım ama onları da meşru bir zeminde olması gerektiği gibi konuşalım. Vatandaşı bu işlere bulaştırmadan, ayrıştırmadan, çatıştırmadan…
Sizin göreviniz zaten bu değil mi, vatandaş sizleri kendisine temsilci yaptı, elinize aldığınız yetkinizle girin meclise sabahlara kadar, günlerce, aylarca çalışın, komisyonlar kurun oturumlarda konuşun bir orta yolu bulun…
Bir bakıyorsun devletin veya önceki dönem şahsiyetlerin en mahrem alanına girilmiş, günümüzle ilgisi alakası olmayan mevzular üzerinden kıyametler koparılıyor.
Siyasetçilerin görevi politika yapmak ve elbette propaganda da yapmaktır ama mübarek bırakın bu “Türk’e Türk propagandası” yapmayı. Vatandaşın derdi başından aşkın, siz seçim derdindeyseniz onların geçim başta olmak üzere yığınla derdi var. Bizi ne “ırgalar” hanginizin daha “Milliyetçi”, hanginizin daha “Müslüman” ve hanginizin şu veya bu “Mezhepten”olması…
İnsanları ayrıştıracak noktaları yakalayıp üstüne gitmenin mantığı nedir, kutuplaşmanın, kutuplaştırmanın kime ne yararı olacaktır.
Eskiden, aman “Kışlaya, Camiye ve Okula siyaset sokmayalım” denirdi. Bakıyorsunuz buralara siyasetin merkezi haline gelmiş.
Öncelikli sorunlarımızı kendi içimizdeki bu kısır çekişmelere heba ediyoruz. Geleceğimizi aydınlatacak genç nesillerin önünü açmıyoruz, onların çatışmanın ortasına çekme planları ve hesapları görülüyor ve bizler bu durumdan gerçekten çok endişeliyiz.
Dünya çağı yakalayacak yeni projeler peşinde, her gün yeni bir buluşa imza atıyor. Bizim gençlerimiz birilerine “Molotof, taş, bomba, gaz” atma yarışındalar.
Dünyanın en pahalı benzinini kullanıyoruz, en pahalı gazını ve en pahalı enerjisini kullanıyoruz. Hemen her çalışan bir veya birkaç bankaya geleceğini ipotek etmiş durumda. Yeni iş sahaları açmanın hesapları, insanca bir yaşamın koşullarını oluşturacak adil bir gelir dağılımı ve gelecek kaygısı taşımadan yaşama koşullarını sağlayacak plan ve projelere kafa yormalıyız.
Bugün, işsizliğe çözümünüz var mı onu konuşalım,
Tarım alanlarını nasıl kurtarırız,
Her geçen gün artan enerji açığımızı nasıl tedarik edeceğiz,
Köprü ve yollarımız yeterli mi?
Sağlıkta daha başka nasıl iyileştirmeler yapılabilir,
Eğitimimiz ne halde, neden YGS’de 400 bin öğrenci tercih yapmama noktasına geldi,
Üniversiten mezun olan kaç öğrencimizin işe yerleşme şansı var,
Kalanlar ne olacak…
Soru çok, uzat istediğin kadar, sırala bir bir…
Gelin iç barışın önünü hep beraber açalım, bir birimizi gırtlaklamak yerine bir birimizin projelerini konuşalım. Neleri, nasıl yapabileceğimize birlikte karar verelim. Burası mademki hepimizin vatanı ve evi, yurdu…  Öyleyse evimizi el birliği içerisinde derleyip toparlayalım.
Yukarıda dedik ki hepimiz konuşuyoruz ve hepimiz sadece bizim dediğimiz doğru diyoruz. Aslında biliyor musunuz hepimizin de dedikleri doğru. Sadece meselelere kendi penceremizden bakınca gördüklerimizi anlatıyoruz. Daha geniş bir açıdan, daha tepeden, daha bağımsız kısaca algılarımızı açarak bakış açılarımıza geniş bir perspektif katarak bakar ve gördüklerimizi yorumlarsak o zaman hepimizin de haklı olduğu noktalar üzerine yoğunlaşır ve farklılıklarımızı ortadan kaldırabiliriz.
Bu aslında zor değil, herkes kendisini diğerinin yerine koyup meseleye yaklaşsın, gördüklerini ve daha önce düşündüklerini yeniden gözden geçirip revize etsin.
Hep beraber el ele verip bu ülkeyi ve dolayısıyla kendimizi şaha kaldırmamız için fazlasıyla nedenimiz ve enerjimiz var.
Çocuklarımıza daha güzel bir gelecek bırakmak için çalışmalı, çabalamalıyız. Bu bir sorumluluk ve bu sorumluluğa bugün bu coğrafyada yaşayan bizlerin her şeyden önce sahip çıkması gerekmez mi?
Sözün özü, bu mübarek günlerde bir birimizin yüzüne bakacak hal bırakalım. Söylediğimiz sözlerin ucunun nereye varacağını iyice hesap edip konuşalım.  Bir birimizin “ufak tefek”hatalarını büyütüp “deve” yapamayalım. Tamam, hatalarımızı bir şekilde anlatan olacak, bu anlatım biçimini eleştiri boyutundan çıkarıp hakaret boyutuna taşımayalım. Her eleştiriyi de hakaret olarak üzerimize almayalım. Bilelim ki eleştiri bizi yüceltilir, bize ayna tutar ve hatamızı telafi etmemizin yolunu açar. Vazgeçelim artık her eleştiriye “sen suçlusun da ondan böyle konuşuyorsun” yaklaşımından.
Dünümüzü bilelim ki yarınlarımız şekillensin ancak dünde kalan olayları da bugün yapılmış gibi veya yaşanılan o üzücü olayların müsebbibi olarak ta birilerini ve hele ki bugün yaşayanları suçlama yanılgısına düşmeyelim.
Ne diyordu Mevlana Hazretleri “Dün dünle gitti cancağızım, artık yeni şeyler söylemek lazım”. Dünü fazla karıştırmadan biz bugünümüze bakmalıyız diyerek sözümü noktalıyorum ve diyorum ki hırçın siyaset istemiyorum… 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder